Masumiyete Tecavüz

~ 09.03.2011, Nihat BEHRAM ~

Yazıya bu başlığı irkilerek koyduğumu belirtmeliyim. Dilime ilk düşen söz ‘Masumiyete Ağıt’tı. Ruhuma yatkın olan da o. Ama şu anki halim ağıta değil lanete dönük. Ağıt diye başlasam, ağıtın duygusu yaralanırdı. Kendimi lanetin örsünde korlanmaya bıraktım.

‘Masumiyete Ağıt’ sözünün hayatımda çok eski ve derin bir anlamı var. Adını ‘Darağacında Üç Fidan’ koyduğum kitaba başlarken yazacaklarımı, iki sözcüklü bu sözle tanımlamıştım. Katledilen masumiyetti, kalbimde alazlanan masumiyetin çığlığıydı. Ağıt sesi anacıl, yarcıl bir sestir. Ağıtı doğuran ve yoğuran kadın sesidir. Acıdan kurumuş nefeste çığlığa dönen sestir ağıt.

Tecavüzün en sıradan tanımı, ‘zorla ele geçirip kendi çıkarına kullanma’dır. Zaten beni de öfkeyle dolduran, bana ‘ağıt değil lanet’ dedirten de budur.

Boşuna aramayın: tecavüze uğramamış masumiyet bulamazsınız! Ne Kazdağları’nın ardıcı kaldı tecavüze uğramamış, ne Kafkasör Yaylası’nın çamları. Denizden esen rüzgârın yamaçlarla öpüşmesi olanaksız, önünde gökdelenler var. Gök mü, o zaten delik deşik! Toprak, göller, ırmaklar, arı diye saymaya başlasam, doğada tecavüze uğramışlığın sonu gelmez. Hayatımız mı, o da gökyüzü gibi delik deşik. Bebek mamasına dek her şeyin üstünde kâr hırsıyla dolanan tecavüzcünün gölgesi var! Bir dostunuzla telefonda dertleşmeniz, şakalaşmanız bile tecavüzcü için pusu olanağı! Merak, özlem, yurtseverlik duygusu diye saymaya başlasam, toplumda tecavüze uğramışlığın da sonu gelmez. Kalıntılarına dek tarihe bile tecavüz ettiler. Belkıs Harabeleri’nde bulunan ‘Çingene Kızı’nı ‘bakire’ kimliğine bağlamak tecavüz değil mi? Yani ‘zorla ele geçirip kendi çıkarına kullanmak’...

‘Siyasi mücadele’nin düzeyine bak: Muhalefet liderinden yazara, hakime, subaya, gazeteciye, belediye başkanına dek ‘porno tuzağı’ kurdular. Tecavüzcü cürreti, kararmış ruh halinin en zifirisine ulaştı: karnındaki bebeği polisin tekmesine hedef olmuş öğrencinin özgürlük çığlığına salya sıçratmaya, sarkıntılık etmeye yeltenecek denli rezilleştiler. Şimdi yandaş gazeteci uslûbu bu! Bu ‘yem’den beslenen nasıl bir kuşak geliyor onu da göreceğiz!

Hiçbir dönemde olmadığı kadar solun değerleri de tecavüzün hedefi oldu. Erdal Eren’in körpecik bakışından, Deniz’in bükülmez duruşuna kadar, iktidarbaşının söylemlerinde ‘kendi çıkarına’ kullandığı değerlerimizi saysam, tecavüze uğramış değerlerimizin de sonu gelmez.

Eskiden de tartışır dururduk, ama, sol içi karşıtlığımız aynı yönde bir karşıtlıktı. Kimisi ‘yarı faşist diktatörlük’derdi, kimisi ‘faşist diktatörlük’! Kimisi ‘burjuva diktatörlüğü’, kimisi ‘komprador ağa devleti’ kimisi ‘oligarşi’ derdi. Ama sol soldu. Solculuk, sistemi savunmak değil, savurup ondan kurtulmak için mücadele işiydi. Ak aktı, kara kara. Soldan dönüp sisteme yanaşmış kişi, işinin sola küfür olduğunu iyi bilirdi. Şimdiki dönekler kara ve para hesaplarını ‘solculuk halleri’yle Ak ipeklere sardılar, üstelik sırıtarak!

Kökü eskiye de dayansa, bu akıl almaz boyuttaki tecavüzcülük bugünkü iktidarın eseridir.

Sistem ‘ileri demokrasi’ içinde mi, ileri faşizmin kıçında mı? Sosyalistler ve sosyaldemokratlar sistemi faşizm olarak niteliyor. Aralarında birlik yok, mücadele anlayışları çok farklı, fakat, sisteme getirdikleri tanım ile solda durma mantığı tutarlıdır. Manzarayı çorbacı dükkânına çevirenler sistemin temsilcileridir. Yani, demokrasi kavramına ‘ileri’ tanımını da ekleyerek bu değeri ‘zorla ele geçirip kendi çıkarları için kullanan’ gerici dinci iktidar ile onlara solun bütün değerlerini kullanmada hizmet sunan liberaller.

Sistemin emekçi halka, halkın değerlerine, ülkeye, ülkenin zenginliklerine tecavüzünde liberallerin payı büyüktür. Çünkü tıpkı doğadaki yağmurun, ırmağın, üveyiğin, ardıcın masumiyeti gibi toplum hayatının masumiyeti olan sol değerlere tecavüz sürecinde, bu kesim sisteme yol gösterici oldu; ‘sol söylem’le faşist tecavüzcünün medyada yalancı tanıklığını yaptılar. Üstelik, en basit tanımıyla hırsızlar, çünkü, önceki kaldıkları yerin değerlerini çalarak gittiler. Bir şeyi hesap edemediler: çaldıkları sadece konuydu, ruh değil. Çünkü ruhu çalmanın mümkünü yok! O yüzden ki yaptıkları taklittir, aslı değil!

Tarih bir bakıma da, masumiyeti katledenlerin zaman içinde cüceleşmesidir; masumiyetse aynı zaman sürecinde devleşir. Erdal Eren’in ceylan bakışını yüzünde donduranların, Deniz’i darağacında boğduranların bugün ne halde olduğuna bakmak bile bunu anlamak için yeter.

Yine de insan alçaklıkla yüz yüze iken lanetsiz, çırpınmasız edemiyor. İnanmayacaksınız ama, şu tecavüz ve tecavüzcüyle mücadele işinde avukata bile danıştım. “Tecavüzün men’i davası nasıl oluyor?” diye! “Menkul veya gayrimenkul bir mala yönelik tecavüzü kaldırmak için zilyed yani o malı elinde, tasarrufunda bulunduranlar tarafından açılan dava” dedi! “Peki bizim değerlerimiz ya da en azından masumiyete yönelik tecavüz için” diye başlayan sorumu ise, “Orda benim sözüm biter!” dedi.

Sabrım bitti, “Benin sözüm de biter!” dedim...

(SolHaber 09.03.2011)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 2386