Yargı ve şike

~ 09.12.2011, Adnan Bostancıoğlu ~

Türkiye’de yargı, artık her kararı tartışılan, dahası arkasında acaba ne tür bir hesap veya hesaplaşma var diye bakılan bir kurum. Bırakın Ergenekon, Devrimci Karargah, KCK gibi açık siyasi hesaplaşmaların aracı haline getirilmiş davaları, sözgelimi bir şike davası bile siyasetin gölgesi altında.

Bunun, esasen yeni bir durum olmadığını söylemeye gerek yok. Yargının siyasi iktidarın kontrolüne girmeden önce de bir siyaset kurumu gibi çalıştığını biliyoruz. Geleneksel devlet ideolojisini savunan son kaleydi, yargı. Gerçi bu noktada bir olağandışılık yok; son tahlilde kapitalist devletin bekaası diğer bir çok kurum gibi yargının da aslî misyonu. Ama o kurumu oluşturan bir kısım yargıcın “devletin çıkarları söz konusuysa adalet, insan hakları vb meseleler teferruattır” diyecek kadar hukukun özüne yabancılaşmaları, yargı ile polis arasındaki sınırı da ortadan kaldırır. Nitekim öyle de olagelmiştir.

Bugün durum farklı mı? Değil. Sadece roller değişti. Geçmişte yargının gadrine uğramış şimdiki iktidar ve ona yakın siyasal odaklar, aynı kurumları, benzer yöntemlerle hasım bellediklerine karşı kullanıyorlar. Epey bir zamandır polisin, son birkaç yıldır da yargının, sadece siyasal iktidarın hizmetinde olmak bir yana, aynı zamanda bir cemaatin kontrolünde olduğuna dair kuşku taşımayan var mı acaba? Bırakın kuşkuyu, anamuhalefet partisinin genel başkanı; yüksek yargı organlarının “AKP’nin  militanları” tarafından kontrol edildiğini söylüyor. Bu iddianın toplumun çok önemli bir bölümü tarafından kabullenildiği aşikar. Hatta, yargıyı kontrol eden siyasi iktidar ve yandaşları tarafından bile! Ama elbette bunun memnuniyet verici bir gelişme olduğu düşüncesiyle... “Yüce rabbim verdikçe veriyor” diyorlar. Hasılı bir şikayetleri yok, “şimdi de sıra bizde” düşüncesi ağır basıyor. Aslında bu da “tuhaf” değil. Kendi siyasi egemenliğini ilahi bir misyon olarak gören, bu anlamda demokrasi ve hukukun üstünlüğünü (tıpkı kendinden öncekiler gibi) teferruat mertebesine indiren bir hareketten söz ediyoruz.

Yakın zamanda Deniz Feneri soruşturmasına tanık olduk. Malum, iktidara yakın kişiler tutuklandı, sonra savcılar değiştirildi, sanıklar salıverildi. Tahliyelerin ardından iktidar sözcüsü “tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmemesi gerektiğini” söyledi. Aylardır ve yıllardır düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde yatanların olduğu bir ülkede, en hafif deyimiyle “dalgasını geçti” bizimle... İhtimal ki, kapalı kapılar ardında, kendi aralarında kıs kıs gülüşmüşlerdir bu açıklamaya...

Ama toplumun ağırlıklı bir kesiminin kanaati, Deniz Feneri sanıklarının iktidara yakın oldukları için salındıkları yönünde... Tıpkı şike iddiasına maruz kalan herkes içerdeyken Başbakan’ın hısmı Göksel Gümüşdağ’ın gözaltında Emniyet Müdürü ve Vali nezaretinde ağırlanıp salıverilmesi gibi... Dahası, futbol maçlarında şike yapılmış olabileceğine dair çok ciddi kuşkusu olanlar bile, cemaatin esasen Aziz Yıldırım’ı hedef aldığını, operasyonun gerisinde başka hesaplar olduğunu düşünmeden edemiyorlar. Bu kadarla kalsa iyi... Cumhurbaşkanı’nın vetosu karşısında AKP’nin yasada değişiklik yapmadan aynen geri gönderme kararı da şike operasyonu üzerinden bir takım güç odakları arasında mahiyetini tam bilemediğimiz bir mücadelenin sürüp gittiği şüphesini güçlendiriyor. Sonuç olarak, gerçekten şike yapılmış olsa bile, polise ve yargıya ilişkin güvensizlik, verilecek her türlü hukuki kararın inandırıcılığını yaralayacak.

Sahip olduğu gücün ebedi olduğu yanılsamasıyla toplumun adalet duygusunu yok sayan her iktidar sonun başlangıcında demektir.

(Birgün)

Adnan Bostancıoğlu | Tüm Yazıları
Hits: 1906