Sultan Abdülmecid

~ 20.11.2011, Mehmet BOZKURT ~
Okuduğum ve okuduklarımdan anladığım kadarıyla son derece zarif, çevresine “cebbarane” olmayan, kendi çapında müzikle uğraşan; son dönemlerinde içkiyi ve nargileye yerleştirip çektiği “kuruyu” aşırıya vardırıp yatağa başkalarının yardımıyla gidecek kadar işi azıttığı yazılmışsa da önceleri üç-beş kadeh çektikten sonra, uduna ya da kabak kemanesine yumulup yakın dostlarıyla meşk eyleyen biri olduğu söylenegelmiştir. Üstelik geçmiş ve göçmüş ataları gibi bilmem ne “mahlası” ile berbat şiirler yazmaması da, bana, onun şiire olan değerbilirliğini gösteriyormuş gibi gelmiştir hep.
Hayata gelmesi, sağ kalması, büyümesi ve tahta oturması için çok gayret edildiğini de çıkarabiliriz okumalarımızdan. Amcası padişah Selim’i yeniçeri askerinin önüne atarak parçalatanın öbür amcası Mustafa olduğunu, 4’üncü Mustafa olarak tahta geçmiştir, öğrendiğinde akılını yitirir gibi olduğunu da yazar tarih baba. Padişahların ve şehzadelerin de biz sıradan insanlar gibi rüya görebileceğine inanıyorsak, bu kanlı sahnelerin geceleri kabus olup Küçük Abdül’ün tepesine çökmüş olma ihtimalinin hiç de zayıf olmadığını aklımızda tutmalıyız derim.
Çok genç yaşta içkiye düşmesinin nedenini küçüklüğünden itibaren tanık olduğu saray entrikalarına ve geceleri rüyalarına giren bu ve benzeri kanlı cinayetlere bağlamak neden abartılı olsun ki? Buna bir de babası Mahmud’un tatlı canını kurtarmak için cariyeler tarafından yorgan içi dürüm yapılıp sarayın çatısına nakledilme hikâyesinin küçük Abdül’ün yüreğinde yarattığı muhtemel travmayı eklersek çocukluğundan itibaren neler çektiği anlaşılacaktır. Mahmud ne de olsa babası… Düşünüyorum da yorgan içi dürüm yapılmadan önce maazallah Mustafa’nın eline geçseydi Mahmud, sonunun Selim’den beter olacağı kesinmiş gibi geliyor bana!
Abdülmecid’in babası Mahmud’un tahta çıkması tamamen yokluktan olmuştur. Alemdar Mustafa Paşa sarayı basıp yeniden padişah yapmak istediği Selim’in cesediyle karşılaşınca gözü öfkeden pörtlemiş, yaklaşık bir yıldır tahtta oturan padişah Mustafa’yı sille tokat zindana tıktırmıştır. Ne güzel, Osmanlı’dan tam külliyen kurtulduk derken ah Alemdar ah, bütün kendinden öncekiler, sonrakiler ve şimdikliler gibi Osmanlı’nın “şey”inin gümüşlü olduğuna inandığından olsa gerek çatıdaki dürümü aşağıya indirtmiş, dürümden çıkanı tahta çıkartmıştır. Mahmud dürümden çıkandır.
Bu arada Mustafa da zindanda vefat edince alın size son Osmanlı!
Tam da son Osmanlı Mahmud, oğlan sahibi olacağım diye aşırı zorlanıp tatlı canından olacakken Allah’ın hikmeti işte, küçük Abdül hayata gözlerini açıyor. Küçük Abdül, serpiliyor büyüyor, Osmanlıyı yeniden dirilten Abdülmecid olarak tahta çıkıyor.
Kısacası Osmanlı soyunu yeniden diriltip başlatan, bir anlamda ikinci kurucu babadır Abdülmecid…
Siz ne dersiniz bilmiyorum ama, Selim ve Mustafa’nın erkek çocuğuna sahip olamama nasipsizliğine tanık olan Bezm-i Alem Sultan’ın, oğlunun amcaları gibi dölsüz kalacağı endişesiyle sarayı cariye cennetine çevirmiş olmasını, anne yüreğine bağlamak isabetli olur derim ben. Kadıncağız; Gürcü, Çerkes, Fransız, Sırp, Moldevya, Yemen eli yüzü düzgün kimi bulmuşsa saraya doldurmuştur. İyi de yapmıştır. Yazılanlara göre Abdülmecid 11 adet kadınefendi (padişahtan çocuk sahibi olmuş cariye), 8 adet ikbal (çocuksuz lakin kadınefendi kadar olmasa da değer verilen cariye) ve çok sayıda, gerçekten çok sayıda gözde’yi (her an padişahın gözünün kayıp derhal ikbal seviyesine yükselttiği cariye) kısa denilebilecek bir yaşam dilimine sığdırarak annesinin yüzünü yere eğdirmemiştir.
Soyunun devamı için göstermiş olduğu bu üstün efor ve iradenin yanısıra makul sayının çok üstünde, elbette bana göre, bunca kadınla uğraşmak zorunda kalması, Avrupa’daki yenilikçi hareketleri izleme fırsatı yaratması ve araya kabak kemane derslerini sıkıştırmasını da becerileri arasına katmak gerekir, ki, hakbilirliğin gereği de budur. Katıyorum.
Fransızca dergilere abone olması, konyağı tombul bardaklarda avucunun içinde ısıtarak içmesi ve Osmanlı sultanları arasında bir ilki gerçekleştirerek Kadıköy oradan da Yalova’ya kadar yapmış olduğu uzun ve yorucu “yurt gezintisi”ni zaman zaman Fransızca sözcüklerle süsleyip dost meclislerinde anlatması hayatındaki diğer küçük ayrıntılar olarak vakanüvistler tarfından kayıt altına alınacaktır.
Kişisel fikrim Osmanlı tarihinin gördüğü en az ceberrut olan yenilikçi ve maalesef atalarından gelen bazı zafiyetlerle malul biraz da talihsiz bir padişahtır.
Talihsizliğinden başlayalım; talihsizliği, çocukcağız daha 16’sında tahta çıktığında, Kaptan-Derya Ahmet Fevzi Paşa’nın, koca Osmanlı donanmasını ”vira bismillah” Mısır’a kaçırıp, sanırsın balıkçı taka’sı, isyancı Mehmed Ali Paşa’ya teslim etmesidir. Kısa bir süre önce ordusunun da Nizip önlerinde yine Mehmed Ali Paşa kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiyle dağıldığı, ayakta kalabilenlerin ancak kır bekçisi kadrolarında istihdam edilebilecek sayıda kaldığı düşünülürse, küçük Abdül’ün talihsizliğine yönelik tespitimin onaylanacağını umut ediyorum.
Yine de o yaşta bunca sıkıntı verici durumun altından kalkma becerisini göstermiş ve Mehmed Ali Paşa ile uzlaşı yolunu bulmuştur.
Lakin ah o kadınlar!
İşte bu, içkiden sonraki ikinci zafiyetidir.
Osmanlı ordusuna diz çöktüren yaşını başını almış Mehmed Ali Paşa’ya elini eteğini öptürme basiretini gösteren bu çocuk Padişah, ölünceye kadar kadınlara olan zafiyetinden yakasını kurtaramamıştır!
Hele o Serfiraz Hatun!
Ünlü Osmanlı tarihçisi Cevdet Paşa bizlere aktaracağı başka şeyler yokmuş gibi dertlenerek kayıt düşmüştür: “Padişah Serfiraz namında bir kadına tutulup başka bir kadına yaklaşamaz oldu. Serfiraz Hatun’a kimse bir şey diyemez, istediği yerlerde gezer, tozardı. Diğerleri de onu kıskanır, ona nispet olsun diye seyir yerlerinde ve Beyoğlu’nda ırz ve namusu kalmamış yerlerde öylece dolaşırlardı...”
Cevdet Paşa ahalinin dedikodularını da Abdülmecid’in umursamadığına işaret ettikten sonra ta Amerika’dan, anlamadım neden Amerika ve neden “buz” ama bunu yazıyor işte adamacağız ne yapabilirim, kadınlarının şerbetleri için “buz” ithal edildiğini belirtir! Yine Cevdet Paşa’ya göre sadece kadınları için yapılan saray harcamaları yılık 3 milyon kese imiş…
Abdülmecid’in her canlı gibi ölümü tatmasından iki yıl kadar önce, 1859’da, yatağa bağlı bir alkolik olarak nefes alıp vermeyi sürdürürken, Hersek isyanını bastırmak için yola çıkmaya hazırlanan Müşir Ömer Paşa’ya söyledikleri adeta bütün hayatını özetler. Pek hüzünlü bulmuşumdur ve mutlaka aktarmalıyım: “İnşaallah muvafak olup gelirsin, lakin beni bulamayacaksın, beni kadınlarım bitirdi!”
Hüzünlüdür. Tam sırasıdır. Dizi filmi yapılmalıdır.
Ölümünden sonra Murad, Abdülhamid, Mehmed Reşad, Mehmet Vahdettin adını taşıyan ve ileride padişah olacak dört sevimli mi sevimli şehzade bıraktı.
Özetçesi Abdülmecid tam da soyları bitti külliyen kurtulduk derken Osmanlı’yı yeniden hortlatan ”kurucu baba”dır...
1920’de yıktık hem de Meclis kararıyla.
Yıkılmasına tahammül edemeyenler 3’üncüsünün önünü açmaya çalışıyorlar şimdi. Anma toplantısının açılışını da TBMM Başkanı yapıyor. 2011 yılındayız. Esasında andıkları Abdülmecid değil, nesini anacaklar Abdülmecid’in… Andıkları hülyalarıdır!
Mehmet BOZKURT | Tüm Yazıları
Hits: 1741