BİR SEMPTOM OLARAK TÜRBAN (YASAĞI)!

~ 23.10.2010, H. Tarık ŞENGÜL ~

Bunca yıla yayılmış arbede ve etrafında kopan onca fırtınadan sonra, türban sorununun, YÖK Başkanı’nın bir üniversiteye yazmış olduğu sıradan bir uyarı yazısıyla, çözülmüş olması mümkün mü? Eğer bu derece siyasallaşmış bir konu, bu derece sıradan bir mektupla, sorun olmaktan çıkarsa, bir yerlerde anlayamadığımız bir arıza, başka bir sorun var demektir.

Bir yerlerde başka bir sorun ya da sorunlar olduğu tümcesine bir miktar ilgi göstermekte yarar var. Çünkü türbanın kişisel özgürlükler alanından çok öteye bir temsiliyetinin olduğunu dünya âlem biliyor. O zaman sorunu şöyle tanımlayabilir miyiz? Türban yasağı etrafında tanımlanan sorunu anlayabilmek için, türbanı kendi başına bir sorun olarak tanımlamak yerine, daha derinlerdeki sorun ya da sorunların bir semptomu olarak görmek gerekir. Bu tür bir kavrayış biçiminde, semptom sorunun kendisi değil, derinlerdeki yapıda ortaya çıkan rahatsızlığın bir başka belirti aracılığıyla yüzeye gönderdiği mesaj olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla da,  sadece semptomu ortadan kaldırarak, sorunu çözmüş olmazsınız.

Türbanı bir semptom olarak görüp, anlamaya çalıştığımız ölçüde, bu konuda tıp ve psikanaliz gibi iki farklı ancak ilişkili bilim alanından yardım alabiliriz. Tıp alanında semptom belli bir hastalığın dışa vurumu, belirtileri olarak değerlendirilir. Yükselen ateş derinlerdeki bir başka hastalığın habercisidir. Bu nedenle, tıbbi müdahalenin birincil hedefi ateşe de yol açan derindeki hastalıktır. Ancak bunu yaparken, çoğu durumda ateşi düşürmeye yönelik müdahaleler de yapılır. Böylece hastanın rahatlaması ve bağışıklık sisteminin dışarıdan verilen desteği de alarak derindeki hastalıkla mücadele etmesi sağlanır.

Türkiye’de başat iktidar ve muhalefet yapılarının türban olayını görüş biçimi aşağı yukarı bu tür bir eksene oturmaktadır. Aradaki fark iktidar yapılarının “türban yasağını”, muhalif yapılarınsa “türbanın kendisini” semptom olarak görmesidir. İktidarın yaklaşımına göre, derindeki hastalıkla mücadele edilirken, bir ateş gibi toplumu rahatsız eden türban yasağı da ortadan kaldırılarak, hastanın rahatlaması sağlanmaktadır. Muhalif yapılar içinse, türban semptomunun serbest bırakılması hastanın ateşinin biraz daha yükselmesine, bunu izleyerek derinlerdeki hastalığın daha da güçlenip, tüm toplumu tehdit eden bir salgına dönüşmesine yol açacaktır.

Semptom analojisinin bu tür bir kullanımı türban sorununu kavramak konusunda ön açıcıymış gibi görünse de, biraz dikkatli bakıldığında, bu çerçevenin, bizleri bir yere götürmeyen hali hazırdaki hakim kavrayış biçimiyle büyük ölçüde örtüştüğü görülecektir. O nedenle, psikanalizin semptomu kavrayış ve tanımlayış biçimine dönmekte yarar var.

Freud semptomu bastırılmış psişik çelişkinin örtülü ve şifrelenmiş biçimde yüzeye gelmesi durumu olarak betimler. Bu anlamıyla semptom bastırılanın geri dönüşüdür.  Freud’u izleyerek Lacan semptomu bir metafor olarak tanımlar. Tam da bu çerçevede Lacan semptomun geçmişten değil, gelecekten geldiğini söyler. Diğer bir anlatımla, semptomun anlamı belli bir yorumlama ve söylem çerçevesinde belirlenir (Galiba tam da bu noktada, türban yasağı, kişisel bir travma olmaktan çıkıp, toplumsal bir semptom olarak iktidarın hegemonya projesinin önemli stratejik unsurlarından biri haline gelir).

Ancak Lacan’ın son dönemde semptom kavramına yüklediği yeni anlamlar, eğer Lacan haklıysa, sorunun çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Burada, Lacan önceki tanımlananın ötesine geçerek semptomu, öznenin toplumla karşılaştığı noktada belirginlik kazanan patolojik çekirdeği olarak tanımlar. Bu durumda semptom, öznenin normal hale gelebilmesi için çözülmesi gereken bir sorun değil, özneyi tanımlayan oluşturucu bir özellik, onu bir arada tutan bir unsur olarak belirginleşir. Bir anlamda, günümüz toplumlarında kimlikler travmatik deneyimin çekirdeği olan semptoma bağlanmış durumdadır ve bu travma öznenin toplumla ilişkisini tanımlar.

Türban yasağı bu tür bir tanımlamanın bütün unsurlarını taşıyan iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Bugün iktidarın hegemonik projesi etrafında kümelenen kadınlı erkekli tüm kesimler için, türban yasağının oluşturduğu travmanın bu kesimlerin kimliğinin tanımlayıcı ve bu nedenle de vazgeçilmez bir özelliği olduğu yadsınabilir mi? Dahası, geçtiğimiz dönemde, söz konusu hegemonik projenin merkezine yerleştirilen soyut demokrasi talebinin somuta taşındığı ana istemlerin başında türban yasağının kaldırılması olduğu hatırlanırsa, bir toplumsal travma olarak inşa edilen türban semptomunun kolay vazgeçilmeyecek bir gösteren olduğu da açık hale gelir.

Buradan hareketle bir benzetme yapılacak olursa, türban sorununun iktidar çevrelerince etkin biçimde kullanıldığı geçtiğimiz dönemde bu konunun kamuoyuna sunuluş biçimi, televizyon ekranlarında sık sık karşılaştığımız “zalim kocadan dayak yiyen mağdur kadın” temalı bitmek bilmeyen şovlardan büyük fark göstermez.  “Demokrasi Show” adlı programda gerçekleşen bu önceden çalışılmış gösterilerde, türban çözülmek için değil, şovları çekici kılmak için kullanılan bir mağduriyet biçimi olmuştur. Tam da bu nedenle, Zizek semptom sahiplerinin onlardan vazgeçmeyişinin, bir başka ifadeyle, semptoma bağımlı hale gelmelerinin ana nedeninin semptomlarından aldıkları keyif olduğunun altını çizer.

Bu tür bir pencereden bakıldığında, Kılıçdaroğlu çevresinin üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına olumlu yaklaşmasının gerisindeki mantığı anlamak zor değil. Belli ki kafalarında türbanı iktidar çevrelerinin keyif aldığı bir semptom olmaktan çıkarma kaygısı var.  Ne var ki sorun bu tür bir kabullenmeyle bitecek nitelikte değil. Burada yapılan tespitler doğruysa, önümüzdeki dönemde türban sorununun iki farklı ama yakından ilişkili düzlemde sorun olmaya devam edeceği, dahası derinleşeceği söylenebilir.

Üniversitelerde türbanın önünün açılması yani yasak olmaktan çıkmasının yarattığı, keyif nesnesini kaybetme olasılığı kabul edilebilir değildir. Mücadelenin daha güçlü bir konumdan yasağın sürdüğü kamu kurum ve binaları, orta öğretim okulları gibi mevzilere kaydırılması kaçınılmazdır. Diğer bir anlatımla, üniversitelerde kaybedilen keyif, yasağın sürdüğü diğer yerlerde aranacaktır. Çünkü tam da bu keyif sayesinde, siperden sipere verilen hegemonya mücadelesi kendisine cephane ve savaşacak asker bulabilmektedir. Bu nedenle, kimliği ve projesinin tanımlayıcı unsuru haline gelmiş bir semptomdan iktidarın bu derece güçlü konumdayken vazgeçmesini beklemek saflık olacaktır.

Daha da dramatik bir durum olarak, yasağın kalktığı bir ortamda, “semptomunun keyfini çıkaran özne” kayıplarını telafi edecek yeni tat alma biçimleri bulacaktır. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde, semptomunun keyfini çıkaran mağdur öznenin yerini, “semptomumun tadını çıkar” diyen dayatmacı öznenin alması ve taciz edilenin tacizciye dönüşmesi, Başbakan’ın verdiği tüm güvencelere karşın, sürpriz olmayacak!

(Birgün 19.10.2010)

H. Tarık ŞENGÜL | Tüm Yazıları
Hits: 1703