Şöyle bir etrafımıza bakalım. Ceza adalet sisteminin başköşesinde oturan yara “tutuklama” kavramıdır bugün. Bilmeyen kaldı mı tutuklamanın bir yargılama önlemi olduğunu, ceza infazı olarak uygulanamayacağını. Elbette kalmadı. Ama ne yapılıyor, sayfalarca anlatılıyor. Bir somut adım var mı, yok.
Prof. Dr. Erdener YURTCAN Eski Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri
Birkaç yıl önce yine bu sayfada yazdığım bir yazıdan bir bölümü sizlerle paylaşarak yazıya başlamak uygun olacak.
“Söyler misiniz biz nasıl bir toplum olduk? Her şeyimiz suç, ceza, soruşturma, yargılama, tutuklama, hüküm, cezaevi ekseninde dönüyor. Gazeteler her gün bu eksendeki olayları haber yapıp ‘başköşeye’ oturtuyorlarsa, bu toplumda huzurdan, sükûndan, rahattan, kamu düzeninden, yasa egemenliğinden, kamu otoritesinden kim söz edebilir ki? Durum onu gösteriyor ki, biz hastalıklı bir toplum olduk. Bir toplum ki, bu denli suçla, yargılamayla ve cezayla iç içe yaşıyorsa, bu topluma sağlıklı bir toplum denilemez. Son yıllarda görülen, basın ve medyanın ‘adliye’ ile bu denli ayrılmaz bütünlüğü, toplumda şeffaflıkla, Türk insanının her şeyden haberli kılınması ve aydınlatılması ile açıklanabilir mi? Bence bu görüntü toplumun aydınlatılmasına önem verilmesinin dışında, suçla sarmaş dolaş olmuş bir toplumun görüntüsüdür.
Bu konuda bir tespitim var: Bu ülke en az kırk yıldır hukuk ve yargı reformu ile ‘boğuşuyor’. Yapılan, kuralları ve normları değiştirmektir. Oysa kanımca bu yaklaşım yanlış değildir ama eksiktir. Bugüne kadar kimse bu kuralların kimin eline verildiğiyle ilgilenmedi ki. Oysa sorun burada. Siz Amati Ailesi’nin elinden çıkmış harika bir kemanı bir aceminin eline verirseniz, nasıl sesler çıkacağını tahmin edebilir misiniz? Elbette edersiniz. Çözüm: Kulaklarınıza pamuk tıkarsınız.
Ama ülkenin sorunları kulağa pamuk tıkayarak çözülmez. Ülke yönetimine talip olan tüm siyasal partiler, iktidarı ile muhalefeti ile elini taşın altına sokmak zorundadır. Ülkemiz çok zor bir dönemden geçiyor. Gün birleşmek günüdür, çekişmek günü değildir. Atletizmin en zor dalı dekatlondur. Atletler on dalda yarışmak zorundadır. Bunu her atlet başaramaz. Bu iddialı bir iştir. Ülke yönetimine talip olanlar da böyle bir iddia içinde olduklarının bilincinde olmak zorundadırlar.
Son söz: Haydi, hep birlikte ortak akılla aydınlık geleceğe!”
Geçmişteki yazı böyle bitiyordu. Şimdi sorma zamanı, ne değişti? Sorunlar yumak yumak.
Bu ülke insanının paylaşacağı bir başka gerçeği de dile getirmekte yarar görürüm. Bizim insanımız çok konuşur, fakat üretmez. Üretmeyi, yazmak, çizmek, yapmak, etmek, aklınıza ne gelirse, o anlamda düşünebilirsiniz.
Şöyle bir etrafımıza bakalım. Ceza adalet sisteminin başköşesinde oturan yara “tutuklama” kavramıdır bugün. Bilmeyen kaldı mı tutuklamanın bir yargılama önlemi olduğunu, ceza infazı olarak uygulanamayacağını. Elbette kalmadı. Ama ne yapılıyor, sayfalarca anlatılıyor. Bir somut adım var mı, yok.
Parlamentoyu kim harekete geçirecek, kim/kimler CMK’nin bu konudaki aksayan normlarını değiştirecek? Elbette en başta siyasal partiler. Kimseden ses çıkmıyor, ne ses ne nefes. Oysa yapılacak olan bellidir. Birkaç maddeyi yeniden yazacaksınız, uygulamaya yön vereceksiniz. Tutuklamayı başköşeden indireceksiniz.
Hatadan dönmek erdemdir. Gün gibi aşikâr. CMK, 1992’de -o zamanki başlığıyla- CMUK’de kurulan temeli yerle bir edince, bir de üstüne tutuklamayı adeta zorunlu kılan suçlar listesini ekleyince, ortaya bu sonuçlar çıktı. Bir başka gerçek şudur: Bugün uygulamada yasadaki üç sözcük tekrarlanarak tutuklama kararları veriliyor. Sonra tutuklama kaldırılmak istendiğinde, bu üç sözcük bu kez tersten tekrarlanıyor. Bu tavır hangi mantığa sığar? Çözüm mü? Yasanın ilgili maddesine bir cümle yazarsınız. Dersiniz ki, yasadaki terimlerin ve sözcüklerin tekrarı gerekçe sayılmaz. O zaman bu senaryo çöker. Kristof Kolomb’un yumurtası dik durur.
Son söz: Var mısınız? Cevap: Ben varım, ya siz?
(Cumhuriyet)