Yargıtay Başsavcısı konuşabilir mi, konuşamaz mı?

~ 23.10.2010, Kemal OKUYAN ~

Yeni gündemimiz bu: Yargıtay Başsavcısı siyasete müdahale etti mi, etmedi mi? Türbanla ilgili yapmış olduğu uyarıyla yetkisini aştı mı aşmadı mı? Siyaseti ilgilendiren konularda yargı görüş beyan etmeli mi etmemeli mi? Yargıtay Başsavcısı konuşabilir mi konuşamaz mı?

Bırakın bir devrimciyi, hayata temel olarak özgürlükler penceresinden bakan birinin, kimin konuşup konuşmadığı ile değil kimin ne konuştuğu ile ilgilenmesi gerektiği ile başlayalım. Siyaset alanının bütünüyle genişlemesi gerektiğini söyleyen bizler yüksek ya da “alçak” yargı mensuplarının ne zaman siyaset yaptıklarını, ne zaman yapmadıklarını belirlemek gibi bir misyon üstlenemeyiz. Bu aşağı yukarı bütün devlet kadroları için geçerli.

Dolayısıyla, sol adına Yargıtay Başsavcısı’nın gündemdeki bir konuda görüş bildirmesine “hukuk” ve “yetki” düzleminden hareketle kafayı takan varsa ciddi bir yanlış yapıyor demektir.

Siyasetin yalnızca parlamentoda yapılabileceği fikri, en az parlamentoyu gereksiz bir ayrıntı olarak gören ya da topyekun kapatma eğilimindeki faşist zihniyet kadar tehlikelidir. Şu ya da bu hesapla, parlamentonun biricik siyaset ve de çözüm zemini olduğunu kabullenen, bu düşünceye meşruiyet kazandıran herkes zorbaların ekmeğine yağ sürmektedir.

Yine bugünün Türkiyesi’nde “yetki” tartışması yapmak kadar anlamsız bir uğraş olamaz. Devletin bütün kademeleri ve özellikle “yürütme” erki, yani hükümet, yetki aşımı ile hareket etmeyi kural haline getirmiş durumdadır. Emekçi sınıfların hakkını koruyacak, özgürlükler alanını genişletecekse yetki gaspını içerikten azade bir ilke olarak gündemde tutmanın yararı olabilir. Ancak bugünün Türkiyesi’nde, bu tür bir yaklaşımın ancak mizah üreteceği açık.

Zaten yandaş basının ve hükümetin estirdiği terör nedeniyle Yargıtay Başsavcısı tartışılıyor ama örneğin Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç’ın “siyasal açıklamaları”nı sorun eden birilerine, hele hele solda hiç rastlanmıyor. Başsavcılık nihayetinde iddia makamıdır, mahkeme ise karar mercii. İddia makamının siyaset yapmasını yasaklayıp, karar organına bu hakkı tanımak nasıl bir özgürlük anlayışıdır bilemeyeceğim.

Türkiye solu, burjuva egemenlik aygıtının içinde yetki bekçiliği yapmaktan vazgeçmelidir.

Bunun yerine içerikle ilgilenilmelidir.

Siyasete müdahale bizim dilimizden düşmelidir. Bugün bir mahkeme üyesi çıkıp “özelleştirmeler suçtur, topluma zarar vermektedir” diye açıklama yapsa, bu bugünkü yasaları fazlasıyla zorlayan bir değerlendirmedir belki ama herhalde bize düşen yargıça “yetkilerini aştığı”nı hatırtlatmak olmayacaktır.

Örneğimize gelince…

Eğer türbanla ilgili düzenlemelerin, yaşanan oldu bittilerin AKP‘nin ideolojik bir saldırısı olduğunu düşünmüyor, konunun yalnızca özgürlük ve insan hakları ekseninde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorsanız, o zaman Yargıtay Başsavcısı’na “baskıcı, otoriter zihniyetin temsilcisi” diyebilirsiniz. Yanlış yaparsınız ama hiç değilse içerikle ilgili bir yaklaşım geliştirmiş olursunuz.

Örneğin, on yıl önceki parametreler üzerinden “derin devlet” analizleri çağrıştıracak yaklaşımlarla “yargı sussun” demenin anlamı kalmamıştır. Unutulmamalı, şu sıralar bu ülkede sadece hükümet, cemaat ve onlara boyun eğenler konuşmaktadır.

En doğrusu, içerikle ilgilenip, kendi üzerimize düşeni yapmaktır. AKP’nin, gericiliğin ya da genel olarak sermaye saldırılarının ancak ve ancak örgütlü halk mücadelesi ile püskürtüleceğini söylemek için birilerine “sen konuşma” demek hiç de gerekmiyor.

Yargının çoklukla halka karşı işletilen yasal düzenlemeleri AKP’ye karşı kullanmaya kalkmasının, AKP’ye hizmet etmekten başka bir işe yaramadığı büyük ölçüde “haklı” bir tepki olsa da, Türkiye solunda yapması gerekenleri yapmayanların sayısı hesaba katıldığında, bu haklılık da anlam yitiriyor.

“Sen konuşma” demek için önce konuşmak gerekiyor!

(SolHaber 23.10.2010)

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 1868