Aşırı uçta söylem

~ 20.10.2010, Nihat BEHRAM ~

“Her konuyu aşırı ucuyla söylüyorsun!” diyor arkadaşlar. Her şey öylesine sinsi, öylesine uyuşuk ve mızmız ki, aşırı söyleme zorluyor insanı.

Ne yana baksan öyle…

O yana bakıyorsun:Sahnedekiler, cinayetlerin aktörleri mi, faktörleri mi? Soygun, zulüm, işkence yokuş aşağı, vitessiz, boşta gidiyor. Oyuncuların birbirlerini, eski sevgilileriyle buluşturması, seyirciye daha çok zevk veriyor. Seyircinin ise, acıktıkça içli içli melemekten öte, mecali de yok zaten. Çeteleri kuranlarla karşı çıkanlar, aynı kimlikte dalaşıp, aynı kimlikte dolaşıyorlar. Her işin bittiği yer, perde arkası pazarlıklar…

Bu yana bakıyorsun: Sanat gibi, kültür gibi en radikal biçimde mücadele etmeyi gerektiren uğraşların erbapları bile, yağcılığın, tedbirli dilin, uzlaşmacılığın uzmanı kesilmişler. Kavramlar, halkın değil ahalinin diliyle ağızlarında. Kime yönelik olduğu belli olmasa da, ‘umut’ devletin operasyon şifresi. “Tavşana kaç, tilkiye kovala” diyenlerle ‘halkın umut elçileri’ aynı çöplükte eşeleniyor. Buyurun, çöplüğün üstüne bir de ‘beyaz şemsiye’! Alkış alanlarsa, ‘temiz toplum’cu kimlikleriyle yine aynı kişiler. Herkes biraz aşağılanmaya, hakaret görmeye, kandırılmaya alıştırmış kendini. Herkes biraz güdülmeye alışkın; zorbalığı, pişkinliği, yalanı kanıksar olmuş. “Gemisini kurtaran kaptan” duygusu, gizli gizli, herkesin içinde yüzüyor biraz. Can çekişenden çok, ölüye paralanmak revaçta…

O yana bakıyorsun: Yükselmenin silahı yalakalık. En popüler tipler, medyacı dönekler. Döneklik ve yalakalık oranında artıyor servetleri…

Bu yana bakıyorsun: Şakalaşıp masana oturduğu için kendisine de bira söylediğin adam, birasını alıp, yan masadaki sohbete takılıyor. Sonra da aynı ‘doğallık’ta, çıkıp gidiyor onlarla. Gel de afallama! Teşekkürün, ‘hoşça kal’ın sahtesi bile karaborsa bir dünya. Yüzsüzlüğün, arsızlığın bunca kanıksandığı ‘dostluklar’ düşman başına ilişkiler, sahte gülücüklerde sabun gibi kayıp kayıp gidiyor…

O yana bakıyorsun: ‘İş’ yapacağı düşünülmüş de, pazarlanmamış hiçbir şey yok. ‘İnsani’ymiş, ‘ahlâki’ymiş, önemli değil; her şeyin dövize endeksli bir ‘değeri’ var. TV dedikleri ‘cam kavanoz’da, ‘halkın sanatçıları’ maşallah, kuyruklu yıldızlar gibi süzülüyorlar. Yalayanın ağzında sadece ekranın tozu kalsa da, boru değil: ‘küreselleşme çağı’ bu. Düzeyi düşürenin değeri yükseliyor…

Bu yana bakıyorsun: İşte, üçüncü sınıf bir sanatçı: kapağı bir politik gruba atmış, tafrasından geçilmiyor! ‘Her şeyin en doğrusunu bildiği’ histerisinden kendini bir türlü kurtaramayan ‘önderlik’ gibi ‘koruyucu melekleri’ de var. Önü ardı ilkellik, yozluk, cehalet ve de arabesk tüten etkinliklerde olsun, grubun gözüyle dünyaya bakan yayınlarda olsun, ‘devrimin kültürü’ diye ne inciler döktürüyor! “Sahnede ötüp duran beşinci sınıf bir adam!” diyorsun, “Ama o örgütlü!” diye yanıtlıyor önderi. Öyle ya, en doğruyu biz biliriz, en güzeli bizimkiler söyler! Ya o, doğruları sadece kendi yayınlarında bulduğunu sanan kitleye ne demeli? Başka sözcüklerle de olsa, diyalogları, magazinci medya bağımlısı ahalinin kahve sohbeti gibi:
“Vay be, dokuz kafalı sıpa doğmuş!”
“Olur mu lan öyle şey?”
“İşte, gazetede yazıyor!”
“Vay anasına, gerçekten yazıyor yav!”

Tarih anlayışından bilime, şarkı ezgisinden şiire dek, aynı bağımlılık, aynı dayatma, aynı itaat. Bir kalemde hain de oluyorsun, kahraman da…

O yana bakıyorsun: Zalimin zulmü… Bu yana bakıyorsun: Mazlumun hüznü…

Dindar olsam, küfredip abdest bozmamak için, “Hey büyük Allah’ım, sen nelere kadirsin!” deyip rahatlayacağım. Şimdi, küfür de aşırı uçta saydırıyor adamı. Rahmetli C. Yücel kaç kez yargılanmadı mı bundan? İyi ki dünya yuvarlak ve de dönüyor. Gün döndükçe yeni kuşaklar geliyor. Tek umut da bu gelişmede. Yöneteniyle, yönetileniyle eldeki malzeme maya tutmaz derecede çürümüş çünkü. Bunu söylemek, aşırı uçta olmaksa, ben aşırı uçtayım arkadaş! Hem de tek hareketliliği aşırı uçta gören bir insan olarak.

Herkesin aşırı uçlardan, aşırı oranda ürkmesi bile, aşırı söyleme zorlamıyor mu insanı?

(SolHaber 20.10.2010)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 2057