Hukukta başka bir sisteme geçiliyor

~ 14.10.2010, Av. Ayhan ERDOĞAN ~

Tarihsel süreç bize halkın öz iktidarına kadar iktidarın parçalanmasının halkın yararına olduğuna işaret etmektedir. 12 Eylül Anayasa referandumu hukuk ve idari sistemde önemli değişikliklere işaret etmektedir. Hukuk açısından olanı ele alacak olur isek en genel ifadesiyle “Kara Avrupası Sistemi”nden “Anglo Sakson Sistemi”ne bir geçişten bahsetmemiz mümkündür.

Bu geçiş esasen bir dönüşüme işaret etmektedir. Kara Avrupası hukukunun temelini oluşturan kuvvetler ayrılığı sisteminden vazgeçilmektedir. Yerine ikame edilen anglo sakson hukuku (liberal hukuk) yürütmenin yasama ve yargıyı denetlediği bir sistemdir. Cemaat hukuku diyebileceğimiz bu sistemin kendini ifade ettiği hukuk sisteminde eski dönemin kavramları kullanılmaya devam edilecektir.

Ancak kuvvetler ayrılığı diye ifade etmiş olduğumuz, dönemin kral ve soylularının oluşturduğu yürütme ile yeni palazlanan burjuvazi ile ittifakı işçi sınıfının parlamentodaki etkinliğini dengeleyen bağımsız yargı ihtiyacı, hukuku göreceli olarak iktidarın bu güçleri karşısında eşit bir mesafeye yerleştirmiştir.

Bu durum kendisini var eden sınıf güçlerinin haklarını gözetmekle birlikte göreli bağımsızlığının yaratmış olduğu hukuksal kavramların ve kurumların oluşmasına neden olmuştur. Avukatlar loncalardan barolara dönüşürken kralı temsil etmekten kurtulup Moliarc’ın deyişiyle ‘avukatların ne efendileri oldu, ne de köle kullandılar’ cümlesinin dayanağı sınıflar karşısında aralarındaki dengeyi gözetme uğruna bağımsızlaştırılan yargının içinde yer alan avukatlık meslek haline gelip bağımsız(mış) gibi bir göreli bir özerklik kazanmıştır.

Yargı bağımsızlığı kavramı için de benzer değerlendirmeyi yapabiliriz. Esasen avukatların bağımsızlığı, efendi-köle ikilemine yapılan atıf bu kavrama dayanmaktadır. Anayasa referandumunda çılgınca “evet” hatta “yetmez ama evet” diyenler baro seçimlerinde hala avukatların efendilerinin olmadığını kölede çalıştırmadıklarını söylemeye devam etmektedirler.

Oysa bu dönemde artık avukatların efendileri de köleleri de olacaktır. Yeni dönemde “işçi avukatlar”, “patron avukatlar” olacaktır. Esasen geçişin farkına varanlar bu sürecin 24 Ocak liberal kararların uygulanması amacıyla 12 Eylül 1980 faşist cuntasıyla başladığını gözlemlemişlerdir. Söz konusu süreç 12 Eylül neo liberal darbesiyle tamamlanmıştır. Artık kurumlar açıktan inşa edilme sürecindedir. Kuvvetler ayrılığı sisteminin içinde yer alan “kamu yararı”’ kavramını yargının uygulama alanından çıkarmak için esasen İdari Usul Yasasının 2. maddesinde yer alan “mahkemeler yerindelik kararı veremezler” hükmünü yukarı bir norm olan Anayasaya taşımalarındaki amaç budur. Hukuken doğru bir yol değildir, amaçlarına yeter mi tartışmalıdır ama bu davranışlarındaki amacın artık mahkemelerin kamu yararını gözetmelerini istemediklerini, uluslararası tekellerin hakimiyetini düzenleyen neo liberal hukukta kamu yararına yer olmadığını ilan etmişlerdir.

Yasamadan sonra yargının da doğrudan yürütmeye bağlandığı hukuk sisteminde yargının bağımsızlığından bahseden olacaktır ama bu bağımsızlıktan kasıt kuvvetler ayrılığında yer verilen yargı bağımsızlığına yüklenen değerler üzerinden olmayacaktır.

Doğaldır ki avukatlar yeni sistemde sadece işçileşme ve patronlaşma ile sınırlı olmayacaktır. Artık avukatlara biçilen rol uluslararası tekellerin hakimiyetini düzenleyen normların uygulayıcısı olmaktan ibarettir. Avukat artık teknik ara elemandır. Yasaları ezbere bilen dilekçeyi vereceği makamı şaşırmayan iyi avukat olacaktır.

Hukuk devleti kavramının en temel karşılığı olarak kullanılan yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetlerin birbirinin alanına müdahale etmemesi üzerinden yapılan tarifinde artık kıymeti bulunmamaktadır. Artık liberal hukukun yarattığı “hukukun üstünlüğü”’ kavramı nasıl olsa devreye girmiştir. Akılları iğdiş eden bu kavramın akılları kirletmesinin önüne geçmenin en önemli yolu “‘Kimin Hukuku?”, “Hangi Hukuk?”’ sorularının sorularak işe başlanmasıdır.

Bu soruların sorulmasında görülecektir ki, “Hukukun Üstünlüğü” kavramı uluslararası tekellerin etkin olduğu Dünya Ticaret Örgütü’nde, Uluslararası Para Fonu’nda, Dünya Bankası‘nda ve Birleşmiş Milletler‘de kotarılmış düzenlemelerin iç hukuklara aktarılması ve bu düzenlemelere üstün hukuksal metin muamelesi yapılmasını temin etmekten ibarettir.

Cemaat hukuku nasıl biat kültürünü oluşturmak için kullanılıyorsa neo liberal sistemin ürünü olan hukukun üstünlüğü kavramına kutsallık bahşedilmekte ve hukuk faaliyeti içinde yer alanlara rahiplik görevi biçilmektedir.

Kuvvetler ayrılığı sisteminden anglo sakson sistemine geçişin maddi temeline bir cümle ile değinecek olur isek, öncelikle şu hususu tespit etmek gerekmektedir. Ülkemizde bir şekilde gerçek anlamını bulmasa da inşa edilen kuvvetler ayrılığındaki kuvvetlerden sadece silahlı kuvvetleri anlayan ulusalcılar, bugünkü referandum sonuçlarının hazırlayıcılarıdırlar aynı zamanda. Fransız burjuva demokratik devriminde karşılığını bulan kuvvetler ayrılığında yer alan kuvvetlerden kastedilenin sınıflar olduğunun bizdeki NATO paşaları ile onlara sınıfsal bir kuvvet muamelesi yapan ulusalcıların bilgisi dahilinde olmaması bu günlere gelinmesinde nedenlerden biridir.

Milli burjuvazinin olmayışı, faşist darbelerle işçi sınıfını örgütlülüğünü dağıtılması karşısında uluslararası tekellerin iktidarını tek elden yürütme istemini tetiklemiştir. Ülkemizde kuvvetler ayrılığının kurumlarının esasen sınıfsal dayanağının olmaması şekli olarak oluşturulan bu gücü kullanan askeri ve sivil bürokratik kalıntılarla iktidarını paylaşmak istememesi anlaşılır bir durumdur. Ancak bunun anlaşılır olması uluslararası tekellerin iktidarını tekelde toplaması bizi daha baskıcı bir yönetimle karşı karşıya bıraktığı tespitini yapmaktan alıkoymamalıdır.

(SolHaber 14.10.2010)

Av. Ayhan ERDOĞAN | Tüm Yazıları
Hits: 6615