Duruşma İzlenimleri

~ 08.10.2011, Ali SİRMEN ~
Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer’in önceki gün 18 ay çileden sonra tahliyeleriyle sonuçlanan dördüncü duruşmalarına değişik gençlik örgütleri de katılmışlar ama polisin engelini aşıp, Bahçeşehir Üniversitesi önünden duruşma salonuna ulaşamamışlardı.
CHP milletvekilleri saat 11’den itibaren Beşiktaş Adliyesi’ne gelmeye başlamış, bir kısmı ben oraya vardığımda çoktan geri dönmüşlerdi bile. Gelenler arasında Gürsel Tekin, Mahmut Tanal, Melda Onur, Süleyman Çelebi, Ayşe Demiroğlu, İzmir’den Hülya Güven, Aleaddin Yüksel, Manisa’dan Hasan Ören vardı.
Duruşma sırasında BDP’li Sırrı Süreyya Önder ile Aysel Tuğluk da Beşiktaş Adliyesi’ne geldi.
Bütün kalabalık içinde kuşkusuz en fazla uzman sıfatını hak eden eski İstanbul Barosu Başkanlarından Turgut Kazan’dı.
Kırk yılı aşkın süredir, hem sanık, hem tanık, hem dinleyici, hem vekil olarak kâh savunma makamında, kâh sanık sandalyesinde oturmuş, duruşmalara kâh tutuklu yakınlarıyla gelip dinleyici kapısından, kâh kapalı cezaevi arabasıyla sanıkların girdiği kapıdan girmiş olan Turgut Kazan, sanık ya da sanık vekili olmasa bile yine de bu tür davalara hep geliyor. Önceki gün yalnızca parasız eğitim isteyen gençlerin değil, hukukun üstünlüğünün yanında olduğunu göstermek için oradaydı.
***
Kızı ve aynı büroda birlikte çalıştıkları meslektaşı Aslı ile birlikte Beşiktaş Adliyesi’nde Turgut Kazan’ı izlerken düşünüyorum... Avukatlığın emekliliği oluyor da hukuku savunmanın emekliliği olmuyor, o zaman bir yaşam biçimine dönüşüyor.
Öğlen Kabataş’tan itibaren tıkanmış yolda, beni duruşmaya yetiştirmeye çalışan şoföre parasız eğitim istedikleri için 18 aydır tutuklu bulunan gençlerden söz edince - Anlamadım neden tutuklanmışlar, parasız eğitim istemek suç mu ki? dedi.
Gerçi 1982 Anayasası’nın, Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesini, 1961 Anayasası’nın “halkın öğretim ve eğitim ihtiyaçlarının karşılanması devletin başta gelen ödevlerindendir” diyen 50. maddesini bilmiyordu ama parasız eğitim istemenin suç olmadığının ayırdındaydı.
İçinde yaşamakta olduğumuz sivil 12 Eylül dönemi zaten bu tür çelişkileri izahın yolunu bulmuştu. “Berna Yılmaz da Ferhat Tüzer de zaten bedava eğitim istemekten değil, terör örgütü üyeliğinden yatıyorlardı!” Terör örgütü üyeliğinin kanıtı ise Başbakan’ın karşısında bedava eğitim isteyen pankartı tutmalarıydı.
***
Bu tür mahkemelere alışkınım ama karşımda gencecik çocukları sanık sandalyesinde görünce, boğazıma bir şeyler düğümleniyor.
Onlar eylemlerini savunuyor. Tutuksuz sanık Utku Aykar da kendi tutuksuz olduğuna göre, arkadaşlarının neden tutuklu olduğunu soruyor, kendi durumundan çok arkadaşlarıyla ilgileniyordu; her üçü de, parasız eğitimi savunmanın yurtseverlik görevi olduğunu söylüyor, düşüncelerinden milim ödün vermiyordu.
Yaptıklarından pişman bir halleri yoktu. “Ben yanmasam, sen yanmasan nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa?” havasındaydılar.
Söyledikleri yalnızca, parasız eğitimi savunmanın, böyle bir pankart taşımanın terör örgütü üyeliği kanıtı olamayacağı.
İstanbul 10. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi parasız eğitim pankartı tutmanın terör örgütü üyesi olmaya yetip yetmeyeceği konusunda ne karar verir, bilemem.
Ama sonunda karar beraat olsa ne yazar!
İki genç zaten 18 aylık tutuklulukla, 3 yıl cezanın infazını yattılar bile.
Tahliye kararından sonra biri şaşkınlıkla sordu:
- Bu düzen bu çocukları nasıl tahliye etti, anlamış değilim.
Bir başkası yanıtladı:
- “Mesaj alınmıştır, bu kadarı yeter” diye düşünmüş olmalılar.
Gerçekten “Başbakan’ın yanında parasız eğitim pankartı açarsanız başınıza bu gelir. 3 yıl hapse çarptırılmış gibi yatarsınız” mesajı toplum tarafından yeterince algılandığı için mi çocuklar serbest bırakıldı? Bilemem.
Tahliye kararı duyulunca koridorda sonucu bekleyenler alkışlamaya başladı.
Biri atıldı:
- Ne alkışlıyorsunuz arkadaşlar; alkışlayacak ne var?
Gerçekten de bu haksız tutukluğunun gecikmiş tahliyesinde alkışlanacak ne vardı?

(Cumhuriyet)

Ali SİRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 1613