Büyüklere fabllar (1) - Bekleyiş...

~ 01.09.2011, Ali MERT ~
Bekliyorum. Daha ne kadar bekleyeceğimi bilmeden beklemeye devam da edeceğim. Beklemek benim işim.
Bekliyorum, bekleyeceğim, beklerken de düşüneceğim. En çok da, o ânı düşüneceğim. Beklemenin sona ereceği o muhteşem ânı. Şimdiki kendimi inkâr edip sonraki kendimi gerçekleştireceğim o olağanüstü ânı. Evet, inkârı... İnkârın inkârını. Birinci hayatımı sonlandırıp ikinci hayatımı, gerçek baharımı yaşayabileceğim o harika ânı. Esas kendimi… gerçek kendimi… gerçek potansiyellerimi… gerçek potansiyellerimi gerçekleştirebilmemi… kendi kendimi… gerçekleştireceğim o âna dek bekliyorum, beklemeliyim, bekleyeceğim.
Neden mi? Neden mi bekliyorum? Neden mi böyle bir yol seçtim yani?
Aslını sorarsanız, hatta tutar da aslını astarını araştırırsanız, nedenini kökenini daha bir derinlemesine soruşturursanız, konuyu enine boyuna masaya yatırırsanız, tüm boyutlarını, girdisini çıktısını, artısını eksisini, eğrisini doğrusunu enikonu incelerseniz ve elbette bu türden gereksiz lafları çok da fazla uzatıp oyalanmazsanız, siz de rahatlıkla görüp anlayacaksınız; beklemekten gayrı, beklemek dışında, bekleye bekleye hazırlanmanın ötesinde... pek de başka bir şeyler yapabilecek durumda değilim...
Böyle edilgen bir biçimde bekleyeceğine, koş harekete geç, biraz ara araştır, bul buluştur, sor soruştur, beklemeni nihayete erdir dediğinizi, diyebileceğinizi duyar gibiyim. Ya da buna benzer bir şeyler diyebileceğinize dair tahminler yürütmekteyim diyelim, ne bileyim. Diyin siz istediğinizi, ben hiçbir kışkırtmaya, yönlendirmeye ve dolduruşa gelmeden, burada böyle, “hiçbir şey yapmadan” bekleyeceğim.
“Hiçbir şey yapmadan” ne demek peki? Ne demek sahi? Bilhassa benim durumum düşünüldüğünde, beklemekten âlâ edim, beklemekten âlâ eylem, beklemekten âlâ “yapmak”, beklemekten âlâ “olmak” mı olur, siz boş boş konuşun, sorun, soruşturun öyle, ben bekleyeceğim.
Çok mu sabırsızsınız?
Sabrın kitabını yazmışım ben. Sonu muhakkak selamet. Belki de ziyafet. Ulaşana kadar, oluşana kadar bekleyeceğim.
Taşıyor mu sahi sabrınız?
Sabrın ansiklopedisini yazmışım ben. Murada ermişmiş derviş. Olana kadar, ölene kadar bekleyeceğim.
Hani benzetme yapmadan hemen önce ya da düpedüz yapmaya başladığımızda bu benzetmeyi, hani başına “hani” getirip, “hani ölü bir balık gibi bekliyor öylece” denebilir ya, işte öyle bekleyeceğim.
Yok, ölmedim.
Geçişler çok hızlı, çok seri değildir bizim buralarda. Dingin, durgun, ağır, minimal, yavaş, çok yavaş... Hareketsiz neredeyse. Ölü değil ama ölü gibi işte.
O ritme ayak uydurabilmek için ölü gibi bekleyeceğim ben de.
Ağını örüp sineği bekleyen örümcek gibi demeyin sakın. O kadar talihli biri değilim ben. Geleni geçeni bol, diğer hayvanatın vız vız ya da vızır vızır – seçeceğiniz ses her zaman size bağlıdır – bir o yana bir bu yana geçip durduğu, trafiği yoğun bir bölgeye kurulmuş, kurulmuşken ağını da savurmuş tarantula gibi de değilim. Zaten karakter olarak da, yapı olarak da, ne bileyim, ayak sayısı bakımından da hiçbirine benzememekteyim. Hem tutup bir şeyler örmeye çalışacak da değilim, süreci hızlandırmak için bir şeyler yapacak, yapabilecek, ağ mağ salgılayabilecek durumda da değilim; buna ne yapım elverir ne olanaklarım, ben sadece, biri, içinizden biri, herhangi biri, bir memeli, bir sıcakkanlı geçene dek beklemeyi bilirim.
Örmek, uğraşmak, didinmek, didişmek, inşa etmek, iş disiplini, ağ, mağ… gelmez bana öyle şeyler, uymaz yani; ben sadece böylece oturup - ya da ayakta – konağımda beklemeyi bilirim.
Ha, plan yapmak, hazırlanmak, tasarlamak, pusu kurmak, probabilistik, balistik, hedef gözetme, isabet vesaire mi dediniz; evet, o kadar da aptal değilim, beklemenin, bilinçli bir bekleyişin, içinden irade geçen bir bekleme eyleminin... elbette bu tür şeyler barındırdığını da bilirim. Hatta, tasarım ve planlama aşamasıyla birlikte hazırlık sürecinin geliştirilmesi diye bakıldığında, ötesinde isabet kaydetme oranları, nihai darbenin şiddeti ve başarı düzeyi hesaba katıldığında, sanırım hepinizden çok daha ileriyim.
Ne kadar mı? Ne kadar ileri olduğumu mu sordunuz? Yok, o değil de, bekleme süresi mi yani? Yok, yok, o da değil, beklediklerimize ne kadar sıklıkla mı denk geliriz, hangi aralıklarla mı geçerler demek istediniz şimdi?
Frekans bu - kedi kadar olmasın - nankörlüğün kitabını yazar, tam belli olmaz ki. Rastlantının payı gerçekten de çok çok büyüktür bizim işlerde. Bir bakmışsınız aylarca, yıllarca kimse geçmemiş. Bir bakmışsınız bir haftada iki tane. Sıcakkanlı canlı yani. Memeli. Şans işte…
Amacım mı ne? Nihai amacım mı? Neden beklediğimi mi soruyorsunuz yani?
İyi de bunu herkes bilir; bekleyeceğim, bekleyeceğim, sonra da yapışıvereceğim. Hem de öyle bir yapışacağım ki – şu âna dek olduğu gibi – benzetmelerinize, teşbihlerinize, alegorilerinize, icabında fabllarınıza konu oluvereceğim.
Yok, öyle sülük gibi uzun vadeli falan değil, bir hayli kısa benimki. Hakikaten de, sülük gibi yapışıyorsun diyemez kimse bana. Kısa, kesin ve keskin bir yapışma derler ya hani, öyle işte. Çok aranan bir özellik bu günümüzde. Meseleleri sürüncemede bırakan değil, anında sonuç alan, hızla neticeye giden türden. Tuttuğunu koparan, yapıştığını felç eden. Hatta, yapıştığını bitiren, kanını emen. Derinize, etinize, bedeninize, icabında ruhunuza ve hayatınıza konuk oluveren...
Emme falan demişken, korkmayın öyle. Belki hissedeceksiniz, belki hissetmeyeceksiniz bile.
Kırım nere, Kongo nere. Memleket fark etmez bize, ilk fırsatını bulduğumda ineceğim tepenize.
Siz hele bir altımdan geçin.
Siz hele bir altımdan.
Siz hele bir.
Siz hele.
Siz.
Ben gerekirse, on beş yıl beklerim. Ağacımın dalına konar öyle sabırla, öyle hasretle, öyle sinsice beklerim. Evet, evet gerekirse on beş yıl… Yeter ki altımdan geçin. Sonra kene gibi size yapışmayı çok iyi bilirim…

(SolHaber)

Ali MERT | Tüm Yazıları
Hits: 1693