644 Sayılı KHK ile Gelen... (2)

~ 28.08.2011, Eyüp MUHCU ~
4 Temmuz 2011 tarihinde çıkarılan 644 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilgili değerlendirmelerimizi ilk yazıda Meslek Odaları ve Yerel Yönetimler bakımından ele almıştık. Yazının bu bölümünde ise; KHK’nin TOKİ ve Bilirkişilik Düzeni ile ilişkili yönü değerlendirilmektedir.
TOKİ’nin ‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yükseltilmesi
644 Sayılı KHK ile daha önce Başbakanlık’a bağlı olarak çalışmalarını gerçekleştiren TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanmıştır. Buna göre kimi yetkileri bakanlık adına kullanabilecektir. Şeklen bakanlığa bağlı görünse de gerçekte TOKİ, hem anlayış olarak hem de kadrolarıyla birlikte bakanlık seviyesine yükseltilerek ödüllendirilmiştir. Bu yükselişin neden gerçekleştiğinin anlaşılabilmesi için TOKİ’nin geçmişteki deneyimlerine ve temsil ettiği anlayışa kısaca göz atmamız yeterli olacaktır. Son yıllarda TOKİ, kent ve doğa yağması sürecinde verilen olağanüstü yetkilerle başat bir rol üstlenmiş ve özellikle doğal, ekolojik ve kültürel değerleri açısından yasalarla korunmaları öngörülen bölgelerdeki, bütün bu özellikleri göz ardı eden projeleri, keyfi ve denetimsiz imar yetkileri sonucu gerçekleştirmektedir.
TOKİ, emlak pazarlamasına öncelik vermiş ve inşaat sektöründe devlet destekli büyük bir tekel haline gelmiştir. Yeni yasal yetkileri ve bunlara dayalı uygulamalarıyla, anayasada Toplu Konut Kanunu’ndaki ve kendi kuruluş mevzuatındaki temel ve kamusal amaç ve kimliğinden tamamen uzaklaşmış ve kamu varlıklarını ayrıcalıklı imar hakları ile donatıp pazarlayan gayrimenkul ajansı haline dönüştürülmüştür. Aynı zamanda TOKİ, deneyimleri ve uygulamaları ile mimari kültürden uzak ve mimari zevksizliğin, kentlerimizi ve kasabalarımızı ruhsuz ve yaratıcılıktan uzak bir ticari kentsel planlamanın ve kenti “Rantiyenin şantiyesi” olarak gören bir anlayışın temsilciliğini de üstlenmiştir. Bu anlayışın kadrolarıyla birlikte bakanlık düzeyine yükseltilmesi, geçmişte yapılan yanlışların sistematik ve yaygın bir şekilde uygulanacağı ve bu süreçten kentlerimizin, doğal kaynaklarımızın ve mimarlığımızın çok büyük bir zarar göreceği endişelerini güçlendirmektedir.
İktidara bağımlı ‘bilirkişilik’ düzeni
Bilirkişilik düzeninin sorunlu bir alan olduğu öteden beri bilinen ve tartışılan bir konudur. Bu kapsamda zaman zaman kimi niteliksiz, taraflı, “sipariş” raporlardan şikâyet edilmektedir. Özellikle TOKİ ve kimi belediyelerin aldıkları “Kentsel Dönüşüm” kararlarının iptali amacıyla açılan kimi davalarda, hiçbir bilimsellikle bağdaşmayan ve kamu yararı gözetmeyen “idarenin lehine” raporlarla yargı kararlarının etkilenmeye çalışıldığı bilinmektedir. Bu sorunların giderilmesi, bilirkişilerin doğru seçimi ve bağımsız karar vermelerinin desteklenmesi yönünde düzenlemeler yapılması gerekirken, KHK ile bilirkişilik bakanlığın emrine verilmiş ve iktidardan yana ve “taraflı” hale getirilmiştir. Kentleşme, planlama, çevre ile ilgili davalarda bilirkişi raporlarının yargı kararlarında belirleyici önemi bulunmaktadır. Bu nedenle raporların bilimsel kriterlere, kamu ve toplum yararına uygun objektif bir şekilde hazırlanmasının güvence altına alınması yargı kararlarının hukuka uyarlılığı ve doğru olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Yapılan değişiklik var olan olumsuzlukları daha da arttırabilecek özellikler taşımakta ve iktidara bağlı “Taraflı” bilirkişi raporları ile yargı yeni bir “vesayet” altına alınmaktadır.
Bundan böyle bilirkişi raporlarının niteliği ve bağlı olarak yargı kararlarının hukuka uyarlığı en çok tartışılan konular olarak gelecekte gündemde yerini alırken kent ve çevre davalarında idarenin “Yağma kararlarını onaylayan” yargı kararları ile yüzleşmek zorunda kalacağımızı tahmin etmemiz zor değil. Bu yazı kapsamında belli başlı sakıncaları ifade edilen 644 sayılı KHK ile ilgili değerlendirmeler ışığında; yapılan değişikliklerin herhangi bir yasa düzenlemesinden öte çok daha fazla anlamlar taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda gelinen aşamada “İleri demokrasi” söylemleri altında meslek kuruluşlarını ve yerel yönetimleri her bakımdan “Teslim almayı” amaçlayan, kenti ve doğayı “rantiyenin” hizmetine sunan, demokratik hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayan, uygarlaşma karşıtı yeni “otoriter ve yağmacı” bir rejim nitelemesi yapılmasının isabetli olacağı kanısındayım.
Sorun tüm boyutları ile sanıldığından çok daha büyüktür ve süreç pek çok olumsuzluklara gebedir…
Bu nedenlerle, öncelikle ülkemizin kentlerini, doğal kaynaklarını, meslek alanlarımızı, meslektaşlarımızı ve yurttaşlarımızın geleceğini felakete sürükleyebilecek nitelikteki bu sürece “dur” denmesi gerekiyor. Bu anlamda 644 sayılı KHK’nin iptali ve olası olumsuz gelişmelerin yaşanmaması amacıyla başta meslek kuruluşları ve yerel yönetimler olmak üzere çabalarımızı en geniş toplum kesimleri ile birlikte bir dayanışma içerisinde sürdürmemiz gerekiyor. Unutulmamalıdır ki; tarihsel süreç içerisinde meslek örgütleri ve yerel yönetimler demokrasinin güvenceleri olmuşlardır ve bu misyonlarını sürdürmeye bütün zorluklara rağmen devam edeceklerdir…

(Cumhuriyet 28.08.2011)

Eyüp MUHCU | Tüm Yazıları
Hits: 2023