Yavaş işlerse adalet olmaz

~ 25.08.2011, Şükrü KÜÇÜKŞAHİN ~

YARGILAMALARIN uzaması toplumsal barış ve geniş uzlaşma için risk taşıdığından bazı hesaplaşmaların bittiğini gösteren adımları atmak gerek.

Bu hesaplaşmada yargı en büyük rolü oynadı, ‘iyi ki böyle’ oldu da diyelim.
Ancak gelinen noktada sivil ve demokrat bir Türkiye’nin varlığını kanıtlamanın yollarından biri de, önceki yazımda belirttiğim gibi, yüzlerce tutuklunun bulunduğu ana davaları bir an önce bitirebilmektir. Sık sık vurguluyorum, AKP damgalı yeni TCK yapılırken ana amaç yasaların özgürlükçü yorumlanması, tutukluluğun zorlaştırılmasıydı.
İktidar sözcüleri bunu 2-3 yıl öncesine kadar her fırsatta dillendirdiler, ama ne zaman ki Ergenekon, KCK, Balyoz gibi davalar başladı o sözler unutuldu gitti.
DENİZ FENERİ ÖRNEK OLSA
Deniz Feneri davası açılıp tutuklamalar gelinceye dek iktidar ve iktidara güç veren kesimler arasında savcıları eleştiren pek çıkmadı, şimdi ise herkes görüyor, bu dava nedeniyle savcılara kılıç çekildi, acil soruşturma açıldı. Bakın buraya da yazıyorum, göreceksiniz bu soruşturmalar kısa sürede tamamlanacak ve o savcılara bir fatura çıkarılması olasılığı çok yüksek.
Çünkü iddialara göre, o savcılar suç üretmişler, mal varlıklarına el koyma kararında mahkemeyi aldatmış, Almanya ile de doğrudan yazışmışlar...
İddialar hükümete yakın medyada manşete oturunca da HSYK işe koyuldu.
Şike soruşturmasında da benzer bir hızlılığın görüldüğünü unutmamalıyız.
Peki ama, cezaevinden ölüsü çıkan tutuklular, “Savcı beni oğlumla tehdit etti” diyen sanıklar, “Savcı, polisin verdiği listedeki kişileri tutukladığını itiraf etti” diyen avukatlar ve sahte belge iddiaları varken yıllarca sessiz kalınması vicdan veya adalet duygusundan mı?
Bugün her sanık, Deniz Feneri sürecine gıpta ile bakarken dahi bazılarının adalet duygusu, sadece söz konusu dava Deniz Feneri ise tatmin olmuş değil.
Öbür yandan Deniz Feneri sanıkları hiç ziyaretçisiz kalmıyor.
Ziyaretçiler arasında çok sayıda gazeteci ve AKP milletvekili de var.
İyi güzel de, komutanlar Hasdal’ı ziyaret ettiğinde aynı isimler bunu normal mi buldu, yoksa örneğin Cemil Çiçek, şu sözleri dedi diye topa mı tuttular: “Gazeteciler meslektaşlarını ziyaret ediyorsa komutanlar neden etmesin? Bu ziyaret normaldir, aralarında yanlış yapmış olanlar vardır, ama sonuçta bunlar beraber çalışmış meslektaş olmuş insanlar.”
DAVALAR AYNI SALONDA
Demek istediğim sanık ziyaretinde dahi çifte standardın âlâsını yaptık. Ancak özellikle biz gazetecilerle siyasiler çifte standardı bir kenara bırakmazsa, ileriki yıllarda çok sayıda vicdanın sızladığını göreceğiz. Allah aşkına, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şeref Akçay’ın gazeteci Ahmet Şık’ın tutukluluğuna itirazının gerekçelerini okumak dahi bizi bir vican, mantı sorgulamasına itmiyor mu?
Davalar hiç de hızlı yürümüyor ve bu ana davaların savcılarına yeni görev vermemek de son tahlilde işi hızlandıracak değil, çünkü en azından davalar aynı salonda sürüp, biri görülürken diğeri bekledikçe durum değişmez.
Eminim Adalet Bakanlığı işin farkında, ama yeni salon açmak o kadar zor mu?
Davalar uzayınca sanıklar, başlangıçtaki uzun savunmalardan vazgeçti. Doğrusu bu mu, yoksa davaları kesintisiz yapılır hale getirip hem süratlendirmek hem de sanıklara yeterince savunma hakkı tanımak mı?
Son olarak, yurtdışı görevde olanlar da dahil sanık askerlerin tümü, tutuklanacaklarını bile bile, kaçmıyor da bölük bölük savcılıklara gidiyorsa şu ‘kaçma şüphesini’ ciddi bir şekilde sorgulamak gerekmez mi?
Umarız Adalet Bakanlığı bu konudaki genel çalışmasını da ekime yetiştirir.

(Hürriyet 25.08.2011)

Şükrü KÜÇÜKŞAHİN | Tüm Yazıları
Hits: 1662