Türkiye'de Yasalara Bakışın İnançsal Temelleri

~ 06.08.2011, Celal ŞENGÖR ~
Geçen hafta, doğa yasalarının semavi (yani «göksel»1) denilen tektanrılı dinler ve eski çoktanrılı Yunan dini tarafından nasıl görüldüğünü özetlemeye çalışmıştım. O özetten şunlar çıkmıştı:
 
Tektanrılı Sami kökenli dinlerin Ortadoğunun despotik yönetim tarzlarını yansıttıkları ve bu dinlerde her şeye egemen olan tanrının da evreni keyfince yönettiği, buna karşılık çoktanrılı Yunan dininde, tanrıların bile Temis’in şahsında temsil edilen doğa kanunları karşısında insanlar kadar güçsüz olduklarıydı. Bu durum, Sami dinlerin mensuplarının aşırı bir dindarlığa ve «tanrı köleliği» denebilecek bir tutuma itilmesini, buna mukabil, tanrıların bile doğa yasalarınca yönetildiği eski Yunan dininde, insanların özgür olabilmek için (yani tanrıların kaprisleriyle başa çıkabilmek için) herkesi yöneten yasaları öğrenmeye çalışmalarını intac etmiştir demiştik.
Ülkemizin yetiştirdiği en büyük bilimcilerden biri olan rahmetli Ord. Prof. Dr. Dr. h. c. mult. Ekrem Akurgal 1954 yılında Ankara Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta Doğu ile Batı arasındaki farkı Doğu’da kişi özgürlüğünün olmaması, buna mukabil Batı’da bu özgürlüğün çeşitli derecelerde mevcut olması olarak özetlemişti. Bu iki toplumun dinlerine baktığımızda (Musevilik ve Hıristiyanlığın Doğu kökenli Sami dinleri olduğunu bir kez daha hatırlayalım!) bu durumun nedenlerini daha iyi anlayabiliyoruz. Doğu’da, hükümdar, tanrının temsilcisi veya gölgesidir (bazı Doğu toplumlarında bizzat tanrının kendisidir) ve insanlar üzerinde tanrısal yetkilere sahip keyfi bir yöneticidir. Kanunları hükümdar koyar ve bozar. Bu kanunları öğrenmenin tek yararı onlara itaat etmektir. Hükümdara yakın olup onun himmetiyle bu kanunlara uymamak mümkündür. Doğu tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Temelini Yunan çoktanrılı dininden alan Batı’da ise, çok erken çağlarda kanunların öyle keyfi olarak konulup kaldırılabilecek şeyler olmadıkları inancı yerleşmiştir. Tanrılar bile onlara itaate mecbur olduklarına göre, Doğu’dakinin tersine, Batı’da kanunlar tanrı üstü şeylerdir. Onlardan zarar görmemek için tanrıya yakarmak değil, onları öğrenmek ve onlara itaat etmek (veya onlardan nasıl kaçılabileceğini bulmak) gerekir. Bunun için Batı çok erken çağlarda toplumun bir bütün olarak kanunları öğrenip onlara itaat etmesini mecbur kılan demokrasi denen rejimi yerleştirmiştir.
Yunan dininde, doğa kanunlarını temsil eden Temis’in en güçlü kızı Dike hakkaniyet tanrıçasıdır. Dike haksızlığa mani olmaz, ama yapanın başına iş açar. Bunun için Batı’daki insan toplumu haksızlığı önleyecek doğa dışı, kendi «iç yasalarını» geliştirmeye ve onlara uymaya özen göstermiştir. Bu kanunların koruyucusu tek bir hükümdar veya bir oligarşi değil, halkın tamamıdır ki bu da demokrasidir. Ancak eski Yunan’da durum hep böyle değildi. En eski çağlarda aynı Doğu’daki gibi hem din adamı hem de hükümdar olan mutlak krallar vardı ki bunlara vanaks denirdi. Daha sonraki vasileos (veya eski Yunancadaki haliyle basileos) her türlü dini yetki ve görevlerinden arındırılmış, laik kralları temsil eder. Mutlak din kökenli krallıktan demokrasiye geçiş eski Yunan’da da kolay olmamış, bu durum önce şehir devletlerinin oluşması ve daha sonra Atina tiranı Peisistratos’un (MÖ 561 ilk adaylığı) eski Yunan dinini oluşturan mitolojiyi kitaplar halinde yazdırıp halka satmasıyla mümkün olabilmiştir. Bu sayede halk dinin detaylarını öğrenmiş ve dini kendi arasında tartışmaya başlamıştır. Bu dönem aynı zamanda Milet’te Anaksimandros ve arkadaşlarının tanrıların doğa güçleri karşısındaki aczini fark ederek, doğa yasalarını doğrudan öğrenmeye teşebbüs ettikleri dönemdir.
Türkiye’de yaşayan insanlar tüm geleneklerini ne yazık ki Doğu’dan almışlardır (buna gayrimüslimler de dahildir!). O gelenekte yasa, hükmedene tâbidir, hükmeden yasaya değil (bu açıdan İslam öncesi eski Türk toplumları eski Yunan toplumlarına daha yakındı). Bugün ülkemizde gördüğümüz hukuk sefaleti, yönticilerin eski Doğu geleneğinin izleyicileri olarak yasaları belli ilkelere göre değil, kendi keyiflerine göre değiştirip kullanmaya kalkmalarının sonucudur. Türkiye’de kişi özgürlüğü yoktur. Hele İslamcı AKP yönetimiyle kişi özgürlüğü daha çok daralmıştır. Bu yazıyı yazan ben, yarın evimden alınıp kodese tıkılabilir ve ömrümün sonuna kadar orada hakkımı arayamadan kalabilirim. Bu durumun değişmesi, toplumun yasalara bakışının değişmesiyle mümkün olabilecektir. O nedenle ben sık sık toplum eğitiminde doğa bilimlerinin her şeyin önüne alınması gerektiğini savunuyorum. Doğa yasası kavramını bilmeyen, yasaların ruhunu anlayamaz. Benim AKP karşıtlığımın temelinde bu görüşler yatmaktadır.
1 «Göksel din» ifadesi, Ortadoğunun üç büyük tektanrılı dini olan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta, onların ilkel doğa dinleri geçmişlerinden kalma bir mirastır.

(Cumhuriyet BilimTeknik 06.08.2011)

Celal ŞENGÖR | Tüm Yazıları
Hits: 2212