Silivri Bakırköy Diyarbakır

~ 28.03.2016, Nazım ALPMAN ~

 

Demokrasi Nöbetleri

Gazeteci büyüğümüz Mete Akyol’a, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Jürisi tarafından Silivri’de Umut Nöbeti’ni başlatması nedeniyle “Özel Ödül” verildi. Mete Akyol’un bir gazetede yayınlanan ilk haberinin 1953 tarihli olduğunu düşününce geçtiği baskı dönemlerini kolayca anlamak mümkün.

Demokrat Parti ile ülke “demokrasiye geçti” diye sevinirken ağır bir baskı başlamış, gazetecilerin bir ayağı hapiste olur hale gelmişti. En çok gazetecinin hapsedildiği Ulucanlar Cezaevi’nin adı “Ankara Hilton” olarak anılmaya başlanmıştı.

Hepsini sıralamayayım, yıl 2016 Türkiye’nin nabız atışları, cezaevleriyle adliyeler arasında atıyor.

Umut Nöbeti özel ödül aldı ama, ülkenin üzerine çöken karabasan devam ediyor. Sadece “Barış İstiyoruz” dedikleri için Üniversitelerin değerli akademisyenleri haklarında davalar açıldı. Okullarından atıldılar. Yetmedi. İçlerinden üç kişiyi Esra Mungan, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya’yı hapse attılar. O da kesmedi, hücreye konuldular.

Şimdi onlar için cezaevi önünde “Barış Nöbeti” başladı.

Bir başkası da iki aydır süren Diyarbakır’daki “Haber Nöbeti”… Genç gazetecilerin başlattıkları nöbet, bölgede gazetecilik koşullarının ortadan kaldırılması için devletin bütün ağırlığıyla meslektaşlarımızın üzerine çökmesine karşın, dayanışma duygusunu yaşatıyor. Kürt gazetecilerin yalnız olmadıklarını hissettirebilmek…

Ülkenin yoğun gündemi bu tarihi dayanışmanın yeterince bilinip öğrenilmesine engel oldu. Ama bu önemli değil.

Habere ulaşmanın tıkalı kanalları açılsın, yeter!

29 Mart 2016 Salı (yarın) günü genç gazeteci Beritan Canözer’in Diyarbakır’da duruşması var. Beritan JİNHA Haber Ajansının muhabiri. Beritan haber yaparken “heyecanlı tavırları” nedeniyle gözaltına alındı, sonra da tutuklandı.

Beritan da Metin Göktepe Jürisi tarafından “Özel Ödül”e layık görüldü.

Salı günü onun duruşmasında “gazeteci dayanışması” olacak.

AKP’nin bugün ülkeyi getirdiği nokta tam anlamıyla bir faciaya denk düşüyor:

-Adeta demokrasinin bahçesinde nükleer santral patladı!..



Herkes tehlike altında… Buna AKPliler de dahil. Sadece partiden ve hükümetten dışlananlar konuşabiliyorlar:

-Yanlış yoldayız!

Direksiyondayken bir kenara çekip –mesela Gerede’de- hal ve gidiş kontrolü yapsaydınız, daha anlamlı olmaz mıydı?
Şimdi onları da kurtaracak olanlar yine ülkenin her baskı döneminde kendilerini öne atan solcular, aydınlar, demokratlar ve onların otoriterliğe karşı dik duruşları direnişleri… Silivri’den Diyarbakır’a uzanan dayanışma hareketleri sadece içerde olanları kapsamıyor. Rejim için de umut olmaya devam ediyor. Fiili olarak onların adları var:

-Demokrasi nöbetleri!

***

Her şey ‘bana göre’ olsun!

Öncelikle belirtmeliyim ki, bu bir siyasi yazı değildir. Ama Türkiye öyle bir yörüngenin sarmalında dönüp duruyor ki, hemen bir mana ve önem yüklenebiliyor, böylesi satırlara…

Bostancı-Kadıköy arasında sefer yapan sarı renkli dolmuşlar, Bağdat Caddesi üzerinden gidip, sahil yolundan geriye dönerler. Bu hattın çok eski şoförleri Yeşilçam filmlerinin jön karakterleri için ilham kaynağı olurlardı.

Siyah deri ceket, koyu renkli ütülü pantolon, boğazlı kazak, siyah sivri burunlu ayakkabılar, arkaya doğru taranmış saçlar ve ince bıyıklar… Karşınızda Ayhan Işık! Yakın arkadaşı Sadri Alışık veya Orhan Günşiray…

Şimdi bu kıvamda birin bulmak zor bu hatta…

Artık başka özellikleri var. İçtikleri sigaraların kutulu paketlerini yolcu beklerken yere atıyorlar. Yanan sigarayla direksiyona oturuyorlar. Devamlı telefonla konuşuyorlar. Sadece yol kenarında binecek yolculara odaklanıp, “inecek var” uyarılarını ıskalıyorlar.

Ama onlar en fazla “hasta” eden davranışların başında Erenköy Galip Paşa Camiindeki öğlen ve ikindi vakti kaldırılacak cenazeler geliyor.

Trafik sıkışıklığı oluyor haliyle… O zaman bu dolmuşların İstanbul ile bir türlü bütünleşememiş yeni nesil şoförleri Erenköy’den geçerken “ölen kişiye hitaben” söylenmeye başlıyorlar:

-Sanki buradan kaldırılınca cennete gideceksiniz!..

Bu en kibarı oluyor. Bir tek küfür etmedikleri kalıyor. Uyaran olursa da “ben sizin için telaşlanıyorum” diye bir de yolcularına hönkürüyorlar!

Hiç ölen insanın 200 yıl aşkın süredir bu bölgede yaşayan bir İstanbullu olabileceğini, evine en yakın cami olması nedeniyle Galip Paşa Camiinde sevenleriyle vedalaşabildiğini düşünmüyorlar.

Hatta buradan kaldırılan cenazelerin kendilerine karşı yapılmış bir kötülük olduğunu bile düşünüyorlar. Tek ölçütleri var:

-Her şey bana göre olsun!

Bu tarzın temsilcileri parti kurup (mesela doldur-boşalt partisi) iktidara gelse, sanki onları hiç yadırgamayız!

 

 

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1064