'Durum tespiti' ne zamana kadar felaket tellallığı sanılır?

~ 23.03.2016, Bülent SOYLAN ~

Şimdi anlatacağımız durumlara çoğu kimse hayatında bir biçimde rastlamıştır ama biz, onu herkes daha iyi anlasın diye hafiften abartarak dile getireceğiz:
-Diyelim ki adam otomobil galericisi.
Beş katlı apartmanın altındaki dükkanı kiralamış araba satacak.
Araba bu sonuçta. Öyle ayakkabıcının yaptığı gibi malı raflara dizecek değil ya:
Otomobillerden ikisini içeriye ikisini kaldırıma koyuyor ama yeri yeterli görmüyor.
Gidiyor binanın kolonlarından birini kesiyor: Oh aman ne güzel, iki arabalık daha yer açıldı !
“-Yahu kardeşim, sen deli misin binayı göçürteceksin”
“Ne diyorsun be” diyor, “Bak ne güzel oldu. Ferahladı dükkan, üstelik hiçbir sıkıntı yok!
Aradan zaman geçiyor, “Karşı sütunu da kesersem iki araba da oraya!...”
“Yahu aklını mı yitirdin? Bina yıkılacak!”
Bizimki sadece gözünün gördüğüne inandığı için olacak, söyleyene çıkışıyor:
“Git be kardeşim, felaket tellalı mısın nesin, bak aslanlar gibi oldu dükkan, ne yıkılması, ne çökmesi!, var mı ortada bir yamukluk?"
Yıkılana kadar adama anlatamıyorsun ki bu işin bir mühendislik hesabına dayanmak zorunda olduğunu,.. “Bak aslanlar gibi” diyor başka bir şey demiyor.
Bir gün “Gürrrr” diye yıkılıyor bina, bizimki enkazın altında inliyor: Ben mahvoldum, ben bittim…”
*
Diyelim ki adam şöförün delisi.
Bıçkın mı bıçkın.
Maazallah aklına esmesin, en olmadık yerde slalomun şahını yapıyor. Elinden gelse iki tekerlek üzerinde sürecek.
İnsanların yürekleri ağzında.
Dinlemiyor, “var mı benim gibi delikanlı şöför bu alemde!…”
“-Yahu, yapma be kardeşim; bak hem kendini hem başkalarını tehlikeye atıyorsun, maazallah bir gün ağaca çıkacaksın, arabacılık bu değil…
“Felaket tellalı mısın birader, biz bu makineyi bunca yıldır hep böyle kullanırız, var mı bir yerimizde bir çizik? Devirdik mi birkaç kişiyi?”
Bir gün kendini hendekte, arabayı tepesinde, tekerlekleri havada dönerken bulunca başlıyor ağlamaya muhterem; “Bittim ben… bittim…”
*
Diyelim ki oğlan çocuğu.
Balonu şişiriyor da şişiriyor.
“Oğlum o kadar şişirirsen patlar”
“-Ama patlamadı baaak”
“-Paaaat!”
Çocuk ağlamaklı, ama patladıııı…, ben balonumu isterim balonumu…”
*
Örnek çok.
Siz bunlara istediğiniz kadar tespitinizi ekleyebilirsiniz.
En iyisi şimdilik bu kadarla yetinip sadede gelelim:
Bizde maalesef her işte hesaba, kitaba değil “vaziyet”e bakılır.
Yani o anda bir şey olmuyorsa, olana kadar "bak hiç bir şey olmuyor" denir.
“-Yav adam ne biçim yaptı binayı...Kesti biçti, galeri de galeri oldu ha!”
“-Accaip araba kullanırdı, arkasından baksan dumanını görmeye yetişemezdin”
“Ne kadar da çok şişmişti, kocaman olmuştu balon di mi?”
*
Bu gibi hallerden biri ve belki de en geniş kitleleri ilgilendireni bizim ekonomimizin hali…
“Tarım yok, hayvancılık yok, sanayi can çekişiyor, turizm battı, ihracat mafiş…”
“-Öyle ama bak ekonomi batmıyor”
“-Yav kardeşim, ekonomi denen şey de bunların tümü değil mi? Bunlar batınca ekonomi batmaz mı?”
Bu durum aynen yukarıdaki galerici ile hızlı şoförün aymaz durumuna, bazen de o çocuğun saflığına benziyor biliyor musunuz?
Bir şey olana kadar "onlar"dan başarılısı, bileni yok, ama olunca da artık yapacak pek bir şey yok.
*
“Felaket tellallığı” da deseler devam edelim:
Bak arkadaş,
-Bir ekonomide huzur ve istikrar yoksa yatırım olmaz. Yatırım olmazsa üretim; Üretim olmazsa istihdam olmaz. İstihdam olmazsa insanlar iş bulamaz, sadakaya muhtaç kalır, yaşam kaliteleri düşer, borca batarlar, sürünürler.
-Bir ülkede doğum ve dışarıdan göçlerle nüfus hızla artar, ama kimse yatırım yapmazsa yani yeni işyerleri açılmazsa el mahkum o ülkede çalışanların ücretleri düşer, sayıları azalır, çalışma şartları berbatlaşır.
-Bir ülkede fabrikadan çok apartman dikiliyorsa, o ülkede üretim değil tüketim artıyor, eldeki üç beş kuruşluk milli tasarruf da buralara yatırılıyor demektir.
Sanayie yapılan yatırım sana ömür boyu iş imkanı sağlayacak iken, karşıdaki apartmana yapılan yatırımda, yaparsan ancak "amelelik" şansın vardır; o da inşaat bitene kadar.
-Her ülkenin dış borcu vardır. Kamusu-özeli hepsi borçlanır. Ama alınan borçlar yatırıma değil de tüketime gidiyorsa, yani -açıkça söylemek gerekirse- “alınan borç yenip içiliyorsa” bir gün gelir bu borçları döndürme imkanı kalmaz.
Kalmayınca, kimse gelip senin boğazını sıkmaz ama bütün işletmelerin o alacaklı yabancıların eline geçer.
Bu gün bankacılıkta, sigortacılıkta, büyük mağazacılıkta, içki ve sigarada, telekomda ve daha pek çok işte görüldüğü gibi sen kendi yurdunda onların ya işçisi ya müşterisi olursun.
İşcisi olduğunda yevmiyen, müşterisi olduğunda ödeyeceğin bedel elin insafına kalmıştır.
Ona senin hükümetin bile bir şey diyemez.
*
“Ama çok da güzel oluyoooo, bak memlekette ne ararsan var, binalar yükseliyor, herkeste cep telefonu, restoranlar tıklım tıklım, apartman daireleri trilyona satılıyor… Üstelik asgari ücrete zam, evlenene-iş kurana para, ev alana peşinat desteği, Türkiye adeta uçuyooooor”
Öyledir…
Hatırlasana, galerici de öyle diyordu, bıçkın şöför de, balonunu şişirdikçe keyiflenen çocuk da; o son ana kadar.
Yani "denilenler başa gelene kadar"
Şimdilik biz “felaket tellalı”yız, farkındayım.
Ama biliyor musunuz; sonunda gerçekten bu sıfatı hak etmeyi o kadar çok istiyorum ki…

Bülent SOYLAN | Tüm Yazıları
Hits: 1378