"Alışmayacağız" sözcüğünü kullanmak dışında bir yol var mıdır?

~ 21.03.2016, Enver AYSEVER ~

Bir arkadaşım yorgun argın iş çıkışı iki lokma yemek için bir lokantaya giriyor. Birden kaynağı belirsiz bir gürültü duyuluyor, herkes yere atlıyor, masa altına giriyor, kırılan bardak çanak sesleri işitiliyor. Anlaşılıyor ki, bir çöp toplama aracı çalışanları, çelikten yapılı büyük kovayı sertçe yere bırakmış. İnsanlar birbirinin yüzüne bakıyor; kimi gülüyor, kimi ağlamaklı… Ardından içinde bulundukları durumun şakası yapılıyor aralarında…

 

Günlük yaşamı esir aldığı zaman şiddet, terör artık kargaşa kaçınılmazdır ve böyle bir ortamda kim nasıl davranır, sonucu ne olur kestirilemez. Nitekim abartılı tepki sandıklarımız, ardından güldüğümüz bu haller, artık sıkça rastlanır olmuş durumda. Vaziyet böyleyken soluk almak olanaksızdır. Üstelik şakası yapılan hallerin pek de şakaya gelmeyeceği belgeleniyor her an. Kızılay, Taksim… Yani her yer yangın…
Bu duyguyla, bu ortamda uzun süre yaşamak olanaklı değildir. Başka türlü söylersek, ruh haliniz asla olağanlaşmayacaktır ve buna karşın makul tutum takınmak hastalıklıdır. Eğer acıyı yaşayamıyorsanız, ağlayıp, haykırmıyorsanız orada sorun var demektir. Demem o ki; yaşar gibi durur kişi, oysa etraf yürüyen cenazelerle doludur.
Yaşadığımız çağın nasıl bir tiksinti yarattığını her yeni günle birlikte daha net görüyoruz. Önümüze konan resim öylesine acı ve mide bulandırıcı. Gömleğinde boyun bağı, üstünde lacivert ceketli adamlar ve onlara uygun kadınlar Avrupa’nın göbeğinde resmen insan ticareti yaptılar. Haysiyet ayaklar altında. İnsanı bir sayı olarak gören, alınır satılır kılan bir modern şizofreni yaşıyoruz. Üç milyar dolar karşılığında, bakıcı olmayı üstleniyor ülkemiz. Her gelen göçmen için, AB bir göçmen alacağını söylüyor. Yani sayı dengede duracak… Bizimki mutlu. Sanal başbakan!

Acı olan şu… Gelişmiş AB, yani alçaklar, bizden kimi alacağını seçme hakkına sahip. Başka bir deyişle okumuş, yetenekli, hasarsız ve hatasız olan göçmenleri kabul edecek AB. Onlara göre kusurlu, cahil, yeteneksiz olanlar da bizde kalacak. İşte kapitalizmin geldiği o iğrenç, tiksindirici durum. İnsandan söz eden yok. Mal gibi alınır satılır halde göçmenler. İyisi onlara, kötüsü bize! Ölüm sıradan, can değersiz! Pazardan karpuz alır gibi göçmen seçmece!

Taksim’de bomba patlıyor, saldırılanların çoğu turist. İsrail vatandaşları olduğunu anlayan bir AKP’li kadın yönetici sevincini paylaşıyor sosyal medyada! Bu durumu yadırgıyor muyuz? Hayır! Niye şaşalım ki, köle pazarlığına oturan AB ile bu kadın arasında ne fark var! İkisi de kendine imanlı. O halde terör tarifi değişmeli sahiden. Halkların tepesine bomba yağdıranlar, silahlarını güçsüz ülkelerin tepesinde deneyenler, uyuşturucu ticaretini ulusal kurtuluş savaşı kılıfıyla örtenler, cihatçıları besleyenler, AB’deki göçmen tacirleri, devlet adına yakıp yıkanlar… Hepsi terörist değil mi?

Yaşadıklarımız rastlantı değil elbet. Tüm bunlar ideolojik bir sonuç. Siyasal İslamcıların dünyayı kana bulamalarının en büyük nedeni, AB devletleri ve ABD’denin kolay sömürü gereksinimi duyması; sanılanın tersi, yakın doğu bataklığında liderler dindar falan değildir. Bildiğiniz meczup, sapık, bencil, kullanılmaya elverişli hastalardır! Halklarını sefalete mahkûm eden, her türlü eziyeti yapan bu tiksindirici heriflerin hepsinin İsviçre’de, Londra’da, Paris’te ikinci bir yaşamları var. Yani din, iman sadece ülkelerini sömürmek için bir araç!

Sadece şu günlerde bizde din adına konuşanlara bir bakın, yaşananları izleyin nasıl bir bataklığın içinde olduğumuzu anlarsınız. Bir ucu Gülen, bir ucu Adnan Oktar, bir yanı Ensar Vakfı, öte tarafı AK-İT, bir tarafta Cübbeli, yanı başında Diyanet İşleri… Cehennemi öte dünyada aramayın, tam içinde yaşıyoruz! Tüm bunların kötü bir tesadüf olarak görecek bir ahmak yoktur sanırım benim okurlarım arasında. Bu kapitalizmin en tiksindirici halidir. Cehaletin, bayağılığın kutsandığı; alışverişin tıkır tıkır sürdüğü, sömürünün ustalıkla devam ettiği bir düzendir bu!

Hep soruyorlar: “Bu karanlık ne zaman biter?” diye. İki yanıtı var. İlki bildiğimiz. Sömürü düzeni sahipleri/patronlar; ne zaman meczup denetimden çıkar ve kullanışlı olma özelliğini yitirir o vakit her türlü üçkâğıdı yapar ve devirir onu. Genellikle meczup: “Artık benim kimseye gereksinimim yok, dünyanın lideri benim” dediği an, hastalığının ileri safhasında denetimden çıkar! En zayıf anıdır bu. Yöntem hep aynıdır. Buna savaş oyunu dahil. Savaş kapitalizmin devamı için önemli bir araçtır. Terör de elbet! Bu tür dış güçlerin oyunuyla devrilen yakın doğu meczuplarının yerine ya asker gelir, ya da bir yenisi! Sonuç, düzen devam eder.
Diğer yanıt biraz daha zorlu bir yolu içeriyor. Halklar, olan biteni yazgı olarak görmekten vazgeçer; aydınlanmanın izini sürer, örgütlenir, korkusuzca özgürlük ister, kendi suyuna, toprağına sahip çıkar ve boyun eğmezse; sokaklar terör tacirlerine/yobazlara bırakılmaz, ırkçı söylemlere yenik düşülmez/boyun eğmezse, işte devran o vakit döner. Elbette tüm bunlar ideolojik tercihlerle ilintilidir.

Derseniz ki; Nerede o bilinçte halk, ben de derim ki, toplumsal olaylar herkese öğretir. Yazık ki, patlayarak, kanayarak, ölerek öğreniyoruz. Bedeli ağır biliyorum ama karanlığı aşmak kolay değil!

 

birgün

Enver AYSEVER | Tüm Yazıları
Hits: 3993