YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE TOPLUMSAL BARIŞ

~ 08.02.2016, Av. Dr. Başar YALTI ~

Bir hukuk düzeninin adaletli bir biçimde işlemesi, iktidar gücünün tek elde toplanmasının yaratacağı sakıncaların giderilmesi ve hak ihlallerinin önlenmesi için bulunan yöntem, güçler ayrılığı ilkesi olmuştur. Kural koyanın, kuralı uygulayanın ve kurala uyulup uyulmadığını denetleyenin ayrı ellerde olması gereğinin devlet örgütlenmesindeki karşılığı, yasama, yürütme ve yargı organlarıdır. Bu üç organ, birlikte toplumsal hukuk düzeninin sürdürülmesini sağlar ve bir bütünü oluştururlar. Demokratik ülkelerde, devlete vücut veren bu üç organ birbirlerinden özerktirler. Özerklik (bağımsızlık) özellikle yargı organı bakımından bir zorunluluktur. Nasıl ki, teraziye dokunmak tartıda hile yapıldığı sonucunu doğuruyor ise yargının bağımsızlığı ilkesine dokunmak da yargılamaya hile katmakla eş anlamlıdır.

Çünkü hukukun ve adaletin terazisi, yargı sistemidir.
 
Bakkaldan bir kilo elma satın aldığımız zaman, kefeye konulan ağırlık biriminin bir kilogram olup olmadığından ve terazinin doğru tartıp tartmadığından emin olmak isteriz. Alış veriş yapanlarda, bu iki konuda genel bir güven duygusu önsel olarak vardır. Çünkü hem ölçü birimi olarak konulan bir kilogramlık ağırlığın bir kilo olduğu denetlenmiş ve onaylanmıştır, hem de terazinin doğru tarttığı denenmiş, sınanmış ve mühürlenmiştir. Bu iki kabule karşın tartma işlemi doğru sonuç vermiyorsa, o zaman tartı işlemine hile karıştırılmış demektir ki, böyle bir davranışın karşılığı ‘ceza’ olarak öngörülmüştür.
 
Yargı - terazi analojisinde; kefeye konan ağırlık birimi yerine pozitif hukuk kurallarını, terazinin kendisi yerine yargı sistemini, teraziyi kullanan satıcı yerine de mahkeme ve yargıçları koyabiliriz. Tartı işleminin doğru olması için, dengesi bozulmamış sağlam bir terazi, doğru ölçülmüş ağırlıklar ve dürüst bir satıcıya gereksinim olduğu gibi, adil bir yargılama için de, doğru kural, iyi işleyen bir yargılama süreci ve dürüst yargıçlara gereksinim vardır. Yine terazi örneğinde olduğu gibi, doğru tartı ancak, ölçü birimi olan ağırlıklara ve teraziye birilerinin ‘dışarıdan’ karışmaması halinde gerçekleştirilebilir. Örneğin terazinin kefelerinden birisine dokunulması tartıyı bozar. Ayrıca, terazi doğru şekilde tartmıyorsa, satıcı dürüst olsa bile(!), sağlıklı bir tartıdan söz edilemez. Benzer olarak, yargılama sistemine dışarıdan yapılan karışmalarda da yargıç dürüst olsa bile, dürüst ve adil bir yargılamadan söz edilemez. Çünkü yargılama, kuralda doğruluk, süreçte doğruluk (adil yargılama) ve kararda doğruluk olarak özetlenen bir sistemi kapsar. Bu sisteme ‘dışarıdan’ yapılan her türlü müdahale dengeyi bozacağından, yargıç dürüst olsa bile, yapılan yargılamadan adil bir sonuç elde edilemez.
 
Tek tek her bireyin ve toplumun kamusal vicdanında adalet duygusu ve arayışı önsel olarak vardır. Hukuk düzeni, insanlarda var olan adalet duygusunu somutlaştırmak, toplumsal hayata katmak işlevini yerine getirir. Hukuk, yöneticilerin kendilerine meşruluk sağladıkları kurallar bütünü değildir. Hukukun temel amacı, adaletli bir toplum düzeninin kurulup sürdürülmesini sağlamaktır. Hukukun üstünlüğünün uygulandığı bir düzende, devlet, toplumun ve kişilerin adalet ihtiyacını karşılamak zorundadır. Yargı organı bu ihtiyacı gidermenin mekanizmasıdır. Kaldı ki yargı sisteminin varlığı yetmez, sistemin ‘adalet’ üretmesi de gerekir. Çünkü adalet, toplumsal dayanışma duygusunun ve devlet düzenin temelini oluşturur. Adalet, sadece bir duygu olarak değil, karşılanması gereken somut bir talep olarak, toplumsal yaşamın sürdürülmesinde vazgeçilmez öneme sahiptir. Toplumsal barışın oluşturulması ve sürdürülmesi, yapılan her yargılamanın adaletli bir şekilde sonuçlandırılmasıyla mümkündür. Dolayısıyla hukuku, adalet duygusundan kopartmamak gerekmektedir.
 
Yargı sisteminin başlıca görevi, yurttaşlar arasında veya yurttaşlarla devlet kurumları arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları ve çatışmaları çözmektir. Bir anlaşmazlığın tarafı olanlar, yargılama sürecinde kuralların hukuka, hakkaniyete uygun olduğundan, doğru kuralın kendilerine uygulandığından, adil bir yargılama yapıldığından emin olmak isterler. Bu konularda güven duygusunu yitirmiş kişilerin, tartısına hile katan bakkaldan alış verişi kesmeleri gibi, devlet düzenine olan inanç ve güven duyguları zaman içinde eriyip yok olabilir.
Böyle bir sonucun ortaya çıkmaması için, yargı organının bağımsızlığı, demokratik bir hukuk devletinde, toplumsal düzenle doğrudan ilgili bir sorun olarak algılanır. Bağımsızlık artık, sadece yargı mensuplarının ileri sürdüğü bir talep olmaktan çıkarak, tüm toplumun, devlet organlarının ve özelde de hukuk kurumlarının kıskançlıkla koruduğu, koruması gereken bir özellik haline gelir. Aksi taktirde devlet, insan haklarını, evrensel hukuk ilkelerini, düşünce özgürlüğünü, hatta yaşam hakkını koruyamaz bir duruma düşer. Giderek toplumsal barış bozulur, anayasal rejim sorgulanmaya başlar. Bu nedenle, ‘Adalet, devletin temelidir’ özdeyişi, insanlığın binlerce yıllık tarihinden süzülerek gelen gerçeği yansıtır.
 
Dolayısıyla, hukuk düzeninin adalet üretmesi için yapılması gerekenler, devleti yönetenlerin üzerine yüklenmiş bir sorumluluktur. Bu çerçevede ve öncelikle, yargı sisteminin dış müdahalelere karşı korunması, iktidardakilere verilmiş asli bir görevdir.
Oysa günümüzde, bakkalın terazisinin doğru tarttığına olan güven, yargı sisteminin terazisi için ne yazık ki duyulmuyor. Yapılan araştırmalar, yargıya güven oranının %25-30 lara gerilediğini gösteriyor. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında yargı mensuplarının payı kuşkusuz vardır. Ancak yargıya duyulan güvenin yerlerde sürünmesinde asıl sorumluluk, devleti yöneten siyasal iktidardadır. Yasama ve yürütme organları, yargı ‘terazisini’ gerektiği gibi koruyamamaktadır. Yargı sistemiyle (teraziyle) sık sık oynamaktadır. Yargıyı, siyasal amaçları için araçsallaştırmaktadır. Bağımsız yargı yerine ‘özel’ mahkemeleri, ‘özel’ yargıçlıkları tercih etmektedir. ‘Özel’ Mahkemelere, ‘özel’ olarak seçilmiş, vicdanı siyasal iktidarın talimatlarına duyarlı yargıçlar atanmaktadır. Buralardan verilen kararlar da, ister istemez ‘özel’ olmaktadır.
 
Bu durumun kamusal vicdanı etkilememesi olanaksızdır. ‘Özel’ durumlar, siyasal gerekçeler arttıkça yargı sistemimiz, adalet ve barış yerine, toplumsal gerilim üreten bir mekanizmaya dönüşmektedir. Böylece, siyasal iktidar bir bakıma, yargı sistemine yaptığı müdahalelerle, "teraziye hile katma" suçunu işlemektedir.
 
Toplumsal tarih, hukuk düzeninin barış ve adaleti gerçekleştirmesi için, yargı bağımsızlığının ön koşul olduğunu ortaya koymuştur. Bu özelliği kabul etmeden adaletten söz etmek, toplumla alay etmek, hukuk tarihini yok saymak anlamındadır. Bağımsız olmayan bir yargının tarafsız olması ise zaten mümkün değildir. Bu nedenle yargı bağımsızlığı için çaba göstermek, her hukukçunun öncelikli ve zorunlu görevidir. Bu konuda yargıçların, kurum olarak baroların ve tüm avukatların başı dik, ödünsüz bir duruş sergilemesi gerekmektedir.
Hukuksuzluğun hat safhaya vardığı bugünkü ortamda, hiçbir hukukçunun ve hukuk kurumunun, yargı bağımsızlığı konusunda aldırışsız, ürkek ve çekingen davranma lüksü yoktur. 
Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 1867