Sivillerin korunması.

~ 07.02.2016, İlhan CİHANER ~

Öncelikle eğer sosyal medyada, -çoğu açık kimlikle yazılan- hesaplardaki gibi ölü beden fotoğraflarını gururla paylaşıp, çocukları ve yaşlıları da ortadan kaldırılması gereken potansiyel teröristler, yaralıları can çekişerek ölmesi gereken düşmanlar, oradaki güvenlik görevlilerini de “dişine kan değmiş” savaşçılar olarak görüyorsanız söyleyecek bir şey yok. Ancak işin doğrusu insan hakları, hukuk devleti, Kürt sorununun tarihçesi gibi konularda en temel kavram ve tartışmalardan başlamamız gerekir. Asgari de olsa bu kavramlar üzerinde anlaşıyorsak, Cizre ve Sur gibi çatışma ortamlarına da bu çerçeveden bakmak gerek. Zihin açıcı olması açısından örneğini çokça gördüğümüz iki haberi paylaşacağım.

İlki 24 Kasım 2015 tarihinde haber sitelerinde yayınlandı:

Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Başkanlığı’na mektup göndererek, Suriye’de sivillere yönelik saldırıların engellenmesi için gerekli önlemlerin alınmasını talep etti… BMGK Başkanlığı’na gönderilen mektupta, Suriye’nin kuzey batısında Türkmen köylerine hava ve kara operasyonlarıyla saldırılmasından endişe duyulduğu kaydedildi.

…”Sivillere yönelik bu elim saldırılar, ‘terörizmle savaşıyoruz’ bahanesiyle meşru gösterilemez, çünkü bölgede DAEŞ, El Nusra cephesi ve El Kaide bağlantılı gruplar bulunmuyor” ifadelerine yer verildi.

12 Şubat 2015 tarihinde Die Zeit Gazetesi Dışişleri Bakanı ile röportaj yaptı. Soru: “Türk hastanelerinde bulunan DEAŞ savaşçılarının fotoğrafları mevcuttur. Avrupa’dan gelen, DEAŞ’a katılmak üzere Suriye’ye seyahat eden ve Türkiye üzerinden giriş-çıkış yapan cihatçılar bulunmaktadır. Bu nasıl oluyor?

 

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun soruya verdiği cevap: “Özgür Suriye Ordusu’nun yaralanan savaşçıları vardı. Bunlardan Türkiye’ye gelenlere tabii ki tedavi imkânları sunduk. Bunlar DEAŞ üyesi değiller. Esad rejimine ve rejimin işlediği suçlara karşı olduğumuzu biliyorsunuz. Ancak rejimin yaralanan askerlerini de hastanelerimizde tedavi ettik. Ancak Türkiye’nin terör örgütü DEAŞ’ın üyelerini kabul ve tedavi ettiğine ilişkin iddialar propagandadır…”

Bu açıklamalar gösteriyor ki söylem düzeyinde olsa da, AKP hükümetine göre “çatışma ortamında” sivillerin zarar görmemesi gerekir ve “yaralıların tedavisi” gereklidir. Bu gerekirlilik yalnızca Cenevre Şözleşmeleri ve insancıl hukukun kurallarıçerçevesinde ortaya çıkmış bir gerekirlilik değildir. Öyle olsaydı devletlerin savaştıkları düşmanlara kendi yurttaşlarından daha fazla koruma sağlamaları sonucunu doğururdu. Hukuk devleti ve insan haklarına dayanan bir devletin kendi yurttaşının yaşam ve sair haklarını ‘terörizmle savaşıyoruz’ bahanesiyle ortadan kaldırması meşru görülürse mücadele ettiği/ettiğini iddia ettiği güçle arasındaki fark bulanıklaşır.

Cenevre Sözleşmeleri denilince “demokrat ve barışçıl çözümden yana olanlarda” bile genellikle “savaş hukuku” ve uluslararası müdahale gibi çağrışımlar nedeniyle aşırı tepki veriliyor. Oysa insancıl hukuk, uluslararası olmayan çatışmalarda da sivillerin ve mağdurların korunmasına ilişkin kurallar getirmektedir. Aslında bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği tartışmasına girmeye bile gerek yok. Anayasa devlete yurttaşın yaşam hakkı çerçevesinde negatif ve pozitif yükümlülükler getirmektedir. Yani yurttaşını doğrudan öldüremeyeceği gibi yaşamlarına yönelik saldırılar ve risklerden de koruyacaktır. Şimdi bu çerçevede Cizre’deki “yaralı krizine” ve sivil ölümlerine bakalım.

Hükümet diyor ki bu örgütün propagandası, “belki de yaralı değiller! …, Yaralını al, ambulansların olduğu bölgeye getir…, Ambulanslar o bölgeye yaklaştı ama gelen kimse olmadı!”.

Bu yaklaşımın, devletin yaşam hakkına dair pozitif yükümlülüğüyle bağdaşmadığı açık. Öte yandan yaralıların alınmasını talep ederken çatışmaya devam etmenin de açık bir çelişki olduğu ortada.

 

birgün

İlhan CİHANER | Tüm Yazıları
Hits: 1122