Yurtseverlik öldü mü?

~ 07.07.2011, Kemal OKUYAN ~
Türkiye gericiliği, on yıllar boyu "vatansız" olmakla itham ettiği komünistler "kimliğimizde yurtseverlik de yazar" dediğinde, dört bir yandan kampanyalar başlatmış, eteklerine çöreklenmiş liberalleri bu kampanya doğrultusunda görevlendirmiş, o liberallerle flört etmeyi "ittifak" ve de "marifet" belleyen solcumuz da hiç sıkılmadan "yurtseverlik devrimcilikle bağdaşmaz" deyivermişti.
Sosyalist devrimin anti-emperyalist karakterine vurgu yapıyordu komünistler, polemik amacıyla değil, zaten muhatapların devrimle filan ilgileri yoktu. Türkiye gerçekliğinin, emperyalist projelerin üst üste yığıldığı bir bölgede, işçi sınıfı hareketini kaçınılmaz olarak devrimci bir stratejiyi bu projelere meydan okuyarak geliştirmeye zorladığını söylüyorduk.
Bu bağlamda Türkiye'nin egemenlik haklarının ayaklar altına alınmasını, ekonomik, siyasal, kültürel bağımlılığının pekişmesini en başta ve temel olarak emekçi halklarımıza zarar veren bir gelişme olarak görüyor, gerek ABD'nin, gerekse Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin karar süreçlerinden uzaklaştırılmasının yalnızca bir görev değil, işçi sınıfının iktidarı fethiyle örtüşecek devrimci bir süreç olduğunu ileri sürüyorduk.
Buna karşılık söylenen açık ya da örtülü olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin emperyalizm olgusunu gölgede bırakacak kadar "negatif" bir aktör olduğuydu…
Türkiye solu, Che'li Deniz'li geleneği liberal paradigmalara yerleştirmek için çaba harcarken, emperyalizme karşı mücadeleyi keyfi bir biçimde budayarak harikalar yaratma peşine düşmüştü. Bizse onlara göre statükoyu savunuyor, TC'yi aklamakla iştigal ediyorduk!
Şimdi 1920'lerde devrimci bir dönemin meşruiyetiyle kurulan ve sermaye sınıfının elinde kötürümleşip halk düşmanı bir yolculuğa çıkarılan cumhuriyet yok artık. 1970'lerin sonunda başlayan karşı-devrimin ürünü olarak bir başka cumhuriyetten söz edebiliriz rahatlıkla, hiçbir meşruiyeti olmayan, gerici uluslararası dinamiklerin ürünü olan…
Şimdi yurtseverlik ne olacak?
Yurtseverlik eskisinden daha önemli olacak!
AKP iktidarı ya da şöyle diyelim, onun eliyle kurulan "yeni Türkiye", son tahlilde bir Amerikan başarısıdır. Vaşington Türkiye'deki gerici güçleri iyi okumuş, onları iyi konumlandırıp donatmıştır. Bu saatten sonra Türkiye rotasından radikal bir biçimde saparsa bu ABD'nin bütün planlarının altüst olması anlamına gelir; tersinden söyleyecek olursak, AKP'nin değil ama "yeni Türkiye"nin savunulması, korunma ve kollanması ABD için yaşamsaldır.
"Yeni Türkiye"nin ya da bir başka deyişle "İkinci Cumhuriyet"in tüm bölgesel açılımları için de aynısı geçerlidir: Dışişleri Bakanlığı, Amerika Birleşik Devletleri'nin stratejik üssü haline dönüşmüştür.
Türkiye Sovyetlerli günlerin "ileri karakolu" olmaktan çoktan çıkmış, daha ötesine geçmiştir. Eski Cumhuriyetin egemenlerinin çağdışı araçlarla giriş yapmaya çalışıp sonra da korkup ricat ettikleri coğrafyalarda şimdi İkinci Cumhuriyet'in sancağı gururla sallanmaktadır; Amerikan bayrağıyla beraber ya da onun yerine…
Burada açık bir taşeronluk ilişkisi gözlenmektedir. Fatih Yaşlı bundan on gün kadar önce soL Portal'da "taşeron imparatorluk" demişti, haklıdır. Ben de bir türlü nokta koymayı beceremediğim "yurtseverlik"le ilgili kitabımda "taşeron emperyalizm" olarak adlandırıyorum Türkiye'nin içine girdiği süreci.
Bu geçmişte dile getirilen ve fazlasıyla aceleci bir biçimde kullanılan "alt-emperyalizm" ve benzeri kavramları çağrıştırmamalı. Burada özet geçeyim, emperyalizmi sermaye ve teknoloji ihracıyla, hammadde ve işgücü kaynaklarının kontrol altına alınmasıyla, dış pazarların ele geçirilmesiyle açıklayabilirsiniz. Ancak eğer işin içinden "her kapitalist ülke birazcık emperyalisttir" diyerek çıkmayacaksak, emperyalizmin bugün en belirgin özelliğinin "başka ülkelerin siyasal, ekonomik, ideolojik yapılarına müdahale etme yeteneği" olduğunu hesaba katmak durumundayız. Müdahale etme isteğinden değil, yeteneğinden söz ediyorum. Her ülkeye nasip olmaz!
Yılların ABD'ye bağımlı, NATO üyesi Türkiyesi'nin böyle bir yeteneği yoktu. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ABD planları doğrultusunda bölünmesine yol açan askeri müdahale ve işgal, ABD'nin Türkiye'ye başka türlü davranma seçeneği bırakmamasının ve onu fazlasıyla cesaretlendirmesinin ürünüydü.
Oysa bugün Türkiye, başka ülkelere müdahale yeteneği geliştirmiş bir aktördür. Bu yeteneği küçümsemek, örneğin bir papağan gibi "Arap halkları Türkiye'yi asla kabullenmez"i tekrarlamak devrimcilere bir şey kazandırmaz. Bu yeteneğin kaynağını iyi okumak, Türkiye'nin küçük bir emperyalist aktör olarak belirmesinin büyük emperyalist ABD'nin buna "olur" vermesi ve bunun zeminini hazırlamasıyla mümkün hale geldiğini unutmamak gerekiyor.
ABD'nin rolü ne olursa olsun, öncelikle kendi halklarının dışında başka halklara da piyasa tanrısını, çürümeyi ve gericiliği taşıyıp dayatan bir "düzen" karşısında açık tavır alma zorunluluğumuz var. Yurtseverlik bunu gerektiriyor.
Ya "yurtseverlik milliyetçiliktir" diyenler ne yapacak?
ABD'nin ve taşeron ülkenin Suriye'ye silahlı müdahalesine karşı çıkıp, siyasi müdahalesine yeşil ışık yakacaklar!
Karşı-devrimci dönemin ürünü emperyalist bir yapılanmanın ortaya çıkışına sivilleşme, demokratikleşme ya da Kürt sorununda çözümle tarihsel meşruiyet sağlamayı deneyecekler!
ABD himayesinde gevşetilmiş ve başka diyarlara kollarını uzatmış yani genişlemiş bir imparatorluk karikatürünü "totaliter merkeziyetçi yapının sonu" diye selamlayacaklar!
Onlar uluslararası ve yerli sermayenin dümen suyunda gidecek, İkinci Cumhuriyet'e askerlik yapacak, bizse "milliyetçi" olacağız.
"Ama AKP ile araları giderek açılmıyor mu, İnsel bile iktidara sırtını dönmedi mi…"
Bekleyin… Az sonra!

(SolHaber 07.07.2011)

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 1869