Davutoğlu 15 aylık bebeyken ve aydınımızın hâli.

~ 16.01.2016, Kemal OKUYAN ~

“27 Mayıs günü birileri için bayram iken bizim evimizde hüzün yaşanırdı. Darbenin nasıl bir travma oluşturduğunu çocuk yaşlarında gördük biz. Eğitim hayatımızda 12 Eylül'ü yaşadık. O dönem üniversite öğrencisiydik. 12 Eylül'e en fazla biz sesimizi yükselttik.”

Henüz 15 aylık bir bebeyken Ahmet, asker vesayetinin ailedeki etkisini ölçebilmiş, korku, kızgınlık, üzüntü gibi daha az karmaşık duyguları değil düpedüz hüznü süzebilmiştir. Başbakan olacak çocuk, emeklerken darbelere karşı dik durmasından belli olur! Sonra büyüyecek ve elbette 12 Eylül’e aslanlar gibi karşı çıkacaktır.

Ben de “aydın”ım demeye getiren akademik kariyer sahibi Başbakan’ın uydurması böyle. “12 Eylül’e en fazla biz sesimizi yükselttik” sözü bir süredir Türkiye’de siyasi iktidarın verdiği gerçeküstü fotoğrafa cuk oturuyor.

Gerçeküstü olan yalnızca iktidar değil, “aydın”larımız da…

Bir bildiri ortaya çıktı. Kimilerine göre “aydın”larımız işbirlikçiler ve vatanseverler diye bölündü!

Bildiriyi imzalayanlar için “mütareke aydını” dedi örneğin Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu… İmzacılar arasında sağlam işbirlikçiler var, biliyoruz; metinde de son derece riskli ifadeler. Ancak NATO üyesi, Amerikancı bir ülkede “devlet”i savunup başkalarını vatana ihanetle suçlamak biraz tuhaf olmuyor mu?

Burası tuhaflıklar ülkesi…

Soyut ve de kutsallaştırılmış bir devlet kavramına sığınarak işbirlikçi avına çıkmak, sanki Türkiye’deki eşitsizlikler, adaletsizlikler, bağımlılık, yobazlık bu düzenin ve devlet başta olmak üzere bu düzenin kurumlarının eseri değilmişçesine…

Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin bildirisi böylece tartışılabilir olmaktan çıktı. Diktatörün emriyle soruşturmalar, ev baskınları, mafyöz tehditler, gözaltılar… Bu saatten sonra nesini tartışacaksın, nesini eleştireceksin!

Kalsın.

Ancak Türkiye’de “aydın”ın düşürüldüğü duruma değinmemek herhalde olmaz. Tayyip diyor ki, bunlar “vatan haini”… Birkaç yıl önce “barış istemeyenler” vatan hainiydi. Demek ki çok saygıdeğer bazı aydınlarımızın da katkısıyla referans noktası Erdoğan oluvermiş.

Ne demiştik; uzak durun, desteklemeyin, kahvaltısına, iftarına bulaşmayın diye…

Adam bir liberalleri yedeğine alıyor bir milliyetçileri… Hiç yalnız kalmıyor. Ve Türkiye’de “aydın”, gerçekte birbirini beslemekten başka bir şeye yaramayan bu iki akımın, liberalizmle milliyetçiliğin arasında sıkışıp kalıyor.

Dedim ya, liberalizm ve milliyetçilik herkesin ayarını bozdu.

Buradan gerçek bir saflaşma çıkmaz.

Ayrıca defalarca tanık olunduğu gibi liberaller de zamanı geldiğinde “devletli”dir.

Peki bu şiddet sarmalına nasıl girildi ve neden insanlara yanlış bir zeminde taraf olma baskısı kuruluyor?

Türkiye’de özgürlükler alanı Kürt sorununa indirgendiği sürece, Türkiye toplumu ve aydını bu sıkışmayı yaşamaya devam edecektir. Defalarca söyledik, hangi içerikle donatılırsa donatılsın, Türkiye’de Türk-Kürt saflaşmasının ilerletici bir tarafı yok. Bunun baskı altındaki, ağır şiddetle karşı karşıya olan Kürt halkına da bir yararı yok.

“Böyle değil” denmesin. Algı son derece önemli. Bakın, prestijli Rus yayını Sputnik imzacı akademisyenler için birden fazla haberde “Pro-Kurdish Academics” diyor. Böyle bir akademisyen tanımı olabilir mi!

Türkiye’de zaten soluksuz kalmış sendikacılığa azıcık nefes veren KESK de kimlik meselelerine gömülüp kendi kendini tasfiye etmedi mi?

“Akan kan dursun” elbette bir aydın tavrıdır. Ayrıca bu tavır diktatörün istediği gibi hem ona hem buna vuran bir dile gereksinmez. Ancak özenli olmaya gereksinir. Örnek olsun “uluslararası gözlemciler” iması çaresizlik nedeniyle dahi ağza alınamaz.

Bütün bunlar neden oluyor?

Artık kimse insanların nasıl bir düzen için mücadele ettiğiyle ilgilenmiyor. Sınıf gerçeğinden kaçıldıkça sıkışma artıyor. “Özgürlük” diye bir düzenin olmadığı unutuluyor, evrensel hukuk normlarından, insan haklarından dem vuruluyor sonra bir bakılıyor ki Avrupa Birliği kodamanlarıyla aynı dilden konuşulmaya başlanmış.

Beş benzemezin aynı safta durabileceği, sonra kartların yeniden karılacağı bir karmaşanın içine sokuluyoruz.

Kimse buradaki sıkışmanın her şeye rağmen bir toplumsal çıkış için fırsata dönüşeceğini, Haziran benzeri bir hareketin ortaya çıkacağını düşünmesin. Liberalizmle milliyetçilik arasındaki sahte kavgaya mahkum edilmiş, yamalı bohçaya dönmüş, tutarsız bir hareketin “toplumsal” olma şansı yok. Bu zemin sadece ve sadece milliyetçilikleri toplumsallaştırır.

Düşünsenize, Erdoğan Kürtlere saldırdıkça kimileri nezdinde “milli” oluyor; Kürt siyasetçilerle işbirliği yapınca Amerikancı!

Böyle bir yaklaşım olabilir mi?

Akademisyen gözaltılarından “kaygı” duyan Amerikan elçisine “go home” diyen Melih Gökçek de demek ki anti-emperyalist saflara katılmış oluyor!

Dengir Mir’in AKP’de gerici, HDP’de özgürlükçü olması gibi bir şey…

E bu kadar tuhaflıkta, 15 aylık Ahmet de hüzünleniversin bir zahmet!

Şimdi “faşist” diyorlar kendisine, halbuki aynı malı üç-beş sene önce “demokratlık” olarak yutturabiliyordu bir kısım “aydın”ımıza…

İşin gerçeği ne kendisi değişti, ne de liberaller!

 

solhaber

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 975