Zehirli Ağacın Meyvesi...

~ 07.07.2011, Eray KARINCA ~
Ana muhalefet partisi genel başkanının yasadışı yöntemlerle elde edilmiş ses ve görüntü kayıtları kullanılarak koltuğundan indirilmesinin ardından, yine özel yaşamlarına ilişkin görüntü kayıtları medyaya servis edilerek ikinci muhalefet partisinin de genel başkanı dışındaki yönetim kadrosu büyük ölcüde saf dışı edildi. Etik dışı, insan haklarını çiğneyen bu saldırıların, tüm kesimlerce etkili ve kararlı biçimde lanetlenmesi beklenirken, kurbanların suçlandığı görüldü. Nedense bu saldırılara hiç muhatap olmayan siyasi iktidar ise çıkarcı davranmayı, en azından seyirci kalmayı seçerek ülkeyi korku cenderesine sokarken, kendisini de kuşkulu duruma düşürdü.
Hukuk, siyaset, etik vb. açılardan incelenmesi gereken bu çok önemli süreçte, siyaset ve ceza yargılaması yanında, özel hukuk uygulamalarında alınacak tutum da yaşamsal önemdedir. Öyle ki Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda düzenleme olmayan, yani tümüyle içtihatlarla belirlenecek olan bu konuda yargıçların tavrı, ülkenin korku cenderesinden çıkmasında, suçla mücadelede, özel yaşamın gizliliği ve korunmasında önemli rol oynayacaktır. Bir örnekle somutlaştırırsak, sindirilmek, itibarsızlaştırılmak istenen bürokrat veya siyasetçinin gizli ilişki yaşadığı kadın veya erkeğin eşi, bu yöntemlerle elde edilmiş olan ses veya görüntü kayıtlarını boşanma davasında kullanabilecek midir? Bu kanıtları nasıl elde ettiğinin ya da ona ne şekilde ulaştırıldığının, olaya katkısının olup olmadığının bir önemi var mıdır? Yani ceza yasası açısından suç oluşturan bu eylemler sonucu elde edilen deliller, özel hukuk yargılamasında geçerli kabul edilecek midir?
Böyle bir davada yapılması gereken, öğretide zehirli ağacın meyvesi olarak tanımlanan bu delillere ilişkin iddiaları ön sorun olarak kabul edip öncelikle bu sorunun çözülmesidir. Çünkü özel hayatın gizliliği, anayasanın 20. maddesi yanında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 12. maddesi ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8. maddesi uyarınca korunmaktadır ve bir delil, kişilerin anayasayla tanınmış hakları çiğnenerek elde edilmişse hukuka aykırıdır. Ancak delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, örneğin, usulüne uygun olarak alınmış mahkeme kararına dayanıyorsa, hukuka aykırılık ortadan kalkar. Yukarıdaki örneklerde görüntü kayıtları ve fotoğrafların, gizli teknik yöntemlerle, kişilerin bilgisi dışında çekildiğinde, özel hayata müdahale edilerek elde edildiğinde ve bir mahkeme kararına dayanmadıklarında duraksama yoktur. Öyleyse bu yöntemlerle elde edilmiş olan deliller özel hukuk yargılamasında da geçersizdir.
Buna karşın söz konusu fotoğraf ve görüntü kayıtlarının,  bu kayıtların elde edilmesinde bir katkısı olmayan, hatta bu kayıtların basına, internete sızdırılması nedeniyle bilgi sahibi olan, yani itibarsızlaştırılan kişiyle ilişki yaşayan üçüncü kişinin eşi tarafından açılan boşanma davasında kullanılması halinde ne olacaktır? Çünkü bu deliller o eşin isteği dışında elde edilmiş ve kendisine ulaştırılmıştır. Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesi uyarınca da eşlerin evlilik birliği içinde birbirlerine sadakat yükümlülüğü vardır. Nitekim, sadakat yükümlülüğü referans alınarak, evliliğin yasal yükümlülükler alanının diğer eş için dokunulamaz olamayacağı savunulmaktadır. Kulağa hoş gelen ve geleneksel anlayışa uygun düşen bu yorum esas alındığında, anayasanın 20. maddesi ile yukarıda belirtilen evrensel belgelerde korunan özel hayatın gizliliği, eşler arasında ileri sürülemeyecektir. Ancak ceza hukuku açısından kaynağı suç olan bir eylem sonucu elde edilen bulguların, kaynağı ne olursa olsun özel  hukukta eşlerin sadakat yükümlülüğü gerekçe gösterilerek hukuka uygun sayılması çelişki olup anayasanın 38/3. maddesindeki Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemezhükmüne aykırıdır.
Öte yandan bu bulguların hangi gerekçeyle olursa olsun delil olarak kabulü, ses veya görüntüleri yasadışı olarak saptayan kötü niyetli kişilerin amaçlarına ulaşmasını da sağlayacaktır. Oysa toplum, tıpkı vücut gibi içine sızan zararlı unsurlara karşı topyekûn mücadele etmelidir. Ceza hukukunda kullanılması yasak olan bir delilin, anayasanın kesin buyruğuna karşın özel hukukta kullanılmasının kabulü, bu savaşta toplumun gücünü azaltır. Mahkemeler hem ceza hem de özel hukuk yargılamalarında toplumun demokratik ve özgürlükçü niteliğini, anayasa ve evrensel belgelerdeki özel yaşamın korunmasına ilişkin düzenlemeleri gözetmeli, özel yaşamın gizliliğini titizlikle korumalıdır.
Nasıl ki bir masum haksız yere cezalandırılacağına, on suçlunun serbestçe dolaşması yeğ ise; açıkça uygunluk sebebi olmadığı sürece yasak deliller hiçbir biçimde hukuka uygun kabul edilmemelidir.

(Cumhuriyet 07.07.2011)

Eray KARINCA | Tüm Yazıları
Hits: 1715