İstisna Hukukunun Akademik Versiyonu: Sinik Kişilik Sinsi Kimlik

~ 15.01.2016, Hilmi ŞEKER ~

Akademik özgürlük: gerçeği yansızlıkla aramanın, güçle baş etmenin, olup bitenleri burada durarak anlamlandırmanın, insani olanakları tartışarak geliştirmenin, insan, doğa ve ekonun dramına, kalıcı ve kati çözümler bulmanın diğer adıdır.

İnsan, doğa ve nesnenin sırrına erişmek, doğanın sakladıklarını bulmak, insanın istifadesine sunmak, dertlerine deva olmak, akademik yansızlığın güvenceye alınmasına bağlıdır. 

Yansızlık, akademisyenin, akademinin kendisine, sokağa, topluma, kurum, kuruluş özne, eden ve nesnelere karşı koruması, gücü takmayacak vaziyete gelmesidir. 

Özgürlük; sapma ve savrulmaları, başıboşluğu, yabancılaşmayı önleyen, hiyerarşiyi reddeden, kuşkuları, dikkatiyle aşan, etkinliği ve verimliliğini özenle gerçekleştiren bir ilişkiyi önerir. 

Etik ilişki değerlerle var olur. Bilimsel düşüncenin üretilmesi, yayılması, uygulanması, kurumsallaştırılmasının, insani değerleri referans alan bir bilimsel ilişkiyle mümkün olacağını inanır. Öznenin nesne ile ilişkisinin insani değerler üzerine inşa edilmesini arzular.

Kavramlara hizmetli, başka özne, nesne ve amaçlara meyilli bilimsel bir ilişki, mensubiyetinin yarattığı körlükle, gerçeği göremez. Kavramları duygularıyla şekillendirir. Nesneyle objektif bir ilişki kuramaz, bilim üretemez. Sorunlara sahici ve doğru bir çözüm bulamaz.

İnsani bilimin, gerçeğe özgür ve eşit bir ortamda tartışılarak erişilmesini savunur. Yasak, baskı ve şiddetin iradeyi fesada uğratmasını, gerçeği talan, tahrif ve tahrip etmesini yasaklar.

Bu değerlerin akademisyenlerin etik kişi değerlerinden özerk olması, akademik özgürlüğü güvenceye alan içsel bir teminattır.

Mevcut düzen, etik değerlerle ciddi bir kavgaya tutuştu. Değerlerin ilişkileri belirleyen olmaktan çıkmasıyla, gerisinde bıraktığı boşluğu, estetik kaygılardan mahrum kişi değerleri doldurdu.

Habis kişi değerleri, hiyerarşi ile gerçek arasındaki çelişkiyi kullanarak, hiyerarşik yapılanmayı hedeflerinin optimum aracı olarak belirledi. Hiyerarşi, gerçekle girdiği her düelloyu kazandı. Bireysel, politik, dini, etnik, ideolojik ve biyografik edenlerin tetiklediği çıkar, kapris, kıskançlık, egomani düşüncenin akıbetini yazdı. 

Akademik kadrolar, statükonun tasnifine tabi tutuldu. Özgürlüğe tutkun, bilimden gayrisini görmeyenler, talan ve tahrip ustası seleksiyonun hışımına uğradı. Kişisel istikbalini, gerçeklere yeğleyen akademik astlar yaşamak için sinmeyi seçti. 

Duygu, düşünce, kişiliği ile akademik misyonuna yaşam veren değerleri eşikte bıraktı. Doğruları söylemek, tartışmak, yarışmak yerine, kişiliğini, saygınlığını örseleyen ön kabul, talimat ve buyrukların çürüten, uyutan, iç boşaltan ağına takıldı. Takiyeyi örtülü hedefiyle buluşmanın, yegane çaresi olarak gördü. 

Akademik karar ve süreçler, nesnel önceliklerin kontrolünden çıkarak, sinsi yapının pragmatik, çıkarcı ve öznel önceliklerinin etkisine girdi. 

Sistem, sinik ve sinsileştiren yapısını hukukla kurduğu sıkı dostlukla sürdürülebilir kıldı. Hukuk uzatılan bu eli, her defasında ve içtenlikle kavradı. Akademisyen/akademinin özlemleri, hayal ve umutları çağdışı düzenleme ve yorumlarla kelepçelendi. Özüne yabancılaşan akademi, özgünlüğünü yitirdi. Gelecek özlemlerini berhava eden bu düzeneğe biat etti, varlığını bekasına adadı. 

Özgürlük, bir çok yerden ve zaviyeden kuşatıldı. Karanlıkta ısrar eden, diyalektiği hiçleştiren ve yansızlığı zedeleyen ilişkilerin kışkırttığı duyarsız pratikler kirli ve kuralsız saldırının başını çekti. 

Yansızlık; diyalektiğin tamamlanmasını, bilginin yenilenmesini ve etik ilişki değerlerinin oluşturulmasını önleyenlerin saldırısından korunamadı. Akademi doğru ve gerçek bilgiyi üretemedi. Anakronizmin özü semiren tuzağına düştü. Ülkenin problemlerine disiplinlerin bakış, teşhis ile çözüm önerilerini hafife aldı. İlişkiler, insani değerlerin belirlediği rotadan çıktı. Yönünü kaybeden bilim, kavramlardan medet uman ilişkilerin çekim alanına takıldı. 

Yıldıran, yıpratan ve bıktıran akademik hayat sıralı ilişkinin kamu adına verdiği yetkiyi sömürerek; özü, aidiyetleri ve geleceği için tehlikeli addettiği düşünceyle önü sonu olmayan, her türlü silahı meşru sayan kirli bir mücadeleye girişti. Hukukun açık, açmaz ve desteğinden yararlanmayı bilen bu bakış, kendisiyle yarışma potansiyeli olan her düşünce ve buluşu bezdiren yol ve yordamı keşfetti. 

Bilimin zamanı ve kaynağı gasp edildi. Düşüncelerin yek diğerini sınama olasılığı yok edildi. Resmi karizma kutsandı. Ona ilişme ve aşılma yasaklandı. Diyalog talebi yoksanan, itibar göreceği ve huzur bulacağı yeni mekan aramaya koyuldu. Beyin göçü ivme kazandı. Öznelliğiyle baş başa kalan kanı, sağladığı steril ortamla karanlığın efendisi oldu.

Sürekli özellik geliştiren intihaller altın çağını yaşadı. Parmak ısırtan intihaller, aşırmayla baş etmenin altı yolunu yazdırdı. Kaş ile göz arasında aşırılan düşünce, emek, mesai ve buluşların adliye serüveni görmezden gelindi. Orijinal eserlerin referans olma, yarına kalma umarı seraba dönüştü. 

Nakarat tez ve eserler, bilimsellik kisvesiyle başkalarının ağzı, dili ve tarzı oldu. Sınırların ötesinde hayat söndüren intihallere, beri tarafta cübbe giydirildi, terfi üstüne terfi ettirilerek intihal özendirildi.

Etik kurullar, caydıran üslere dönüştü. Kılıktan kılığa giren yıldırmaya mobbingle mücadele dernekleri yetişemedi. 

Kurullar, standartlarla uyumsuz addedilen özlemlerin terbiye ve tebdil edildiği halden düşürüldüğü mekanlara dönüştü. Uyumu ve uzlaşmayı reddeden projeler nadasa bırakıldı. Şanslı olanlar, öznel neden ve sözde gerekçelerle evcilleştirildi. 

Bilim ideali, bıktıran dişliler arasında un ufak edildi. Özgürlük; kör dövüş, yaban tepki, öfke ve içgüdülerin gazabına uğradı. Buluşların ve körpe projelerin gerçeği arama muradı gözünde kaldı.

Cinsiyet; hipokrat yemini ve etik ilişki değerlerini gözünü kırpmadan askıya aldı. Hastalar, cinsine göre tasnif ve tedavi edildi. Geleceğin akademisyeni, cinsinden hareketle saptandı. 

Cins; yirmi birinci yüzyılda, herkese inat özgürlüğü belirleyen ilkel ölçüt olmaktan asla vazgeçmedi. Mobbing, canını dişine taktı, kadın için fazla mesai yaptı. Özgün ve özge deneyimlerle kendine yakışanı yaptı.

Kariyer özleminin önü, korumasız an ve geçitlerde insafsızca kesildi. Köşe başını tutanların ima, dayatma ve isteğiyle is kokan yayınlara, onu hayatında bir kez olsun görmeyenler ortak edildi. Bir yayından bir kaç unvan çıkarıldı.

Sömürü; palazlanarak asalak yayın türü ve yayınların sırtından inmeyen özgün bir sınıf oluşturdu.

Akademinin keşfeden, tartışan, çeviren, karşılaştıran, imrendiren geçmişi mazi oldu. Enflasyon akademi kadrolarını vurdu. Herkes profesörler oldu. Yükselme esaslarını dolanan, zamana oynayan etkinliğin niteliği, performansın gerçekliği sınanmadan unvana dönüştürüldü. 

Aidiyet duygusunun; kefalet, ima ve işaret ettiği aday haksız, yoğun, yersiz abartılı atıflarla ihya edildi. 

Hakiki eser, hakkettiği referansı ıssız bir köşede bekledi durdu. Umuda yenilenler, yükselme standartların desteğinden mahrum kaldı. Tezlerin, kıran kırana tartışılması, özgürce dolaşması, yayılması ve toplumla buluşması önlendi. 

Aidiyet çarkı yükselme kriterlerini sömürmede ustalaştı. İçerik yoksunu, ölçütlerle kavgalı, derleme ve sıradan bir dokunuşla tuz buz olacak eserler, ayarlanan ve iradesi rehin alınanlardan istediğini kopardı. 

Bir tez, bir kaç makale, bir iki sunum bir ömür üzerine yatılacak turfanda unvanlar için yeterli oldu.

İdari kurullar, akademik usul ve süreçlerin kontrol merkezine ve ati üzerinde söz sahibi olmanın mevzilerine dönüştü. İdari görevlerle, ders taksiminde yarar, getiri, referans ve mazi başat rol oynadı. Dünyayı kasıp kavuran gelişmelerin, sınırların berisinde meydana getirdiği değişiklikler, yarattığı etki sonuçların paylaşılması, ayak oyunlarının insafına kaldı.

İstisnalar hariç eserler, derlemeyi alışkanlığa dönüştürdü. Kim ne demişlerden oluşan metinler, akademik eser kabul edildi. Eser addedilen, insanın kaygıları, toplumun sorunlarıyla buluşmak yerine, gücün beklenti, tercihleriyle örtüşmeyi, günü kotarmayı seçti. Dolanan laflar gerçeği perdeledi.

Başucu, başyapıt ve içtihatlar etrafında dönen görüşler, sanat yapmak yerine kendinden öncekileri tekrarlayarak zanaat olmayı yeğledi. Özgünlük; başa musallat olan kıskançlık, ilkel duygu ve reflekslerle çevrelendi.

Literatür: dayatılan, egemen addedilen görüşe indirgendi. Sınırların berisi, Higgs Bozon sevdalısı dünyayı seyretmekle yetindi. Katı vesayet; farklı olasılıkları ötekileştirerek, onların gerçeğe katkısını, yarışanlardan güç almasına önledi. 

Duygular, dipnotlarını yönlendirdi. Ufukları daraltı, dimağları köreltti. İhtiras, çıkar, sarsılma korkusu gözüne kestirdiği kişi ve nesneyi dondurdu. Değişme, yaşama ve yenilenme arzusu hor görüldü. Özensizlikle işbirliği yapan vesayet, özgürlüğün belini kırdı. 

Dil, düşünceyi hapsetti. Akademik eserler, zayıf dil, anlatım defolarıyla düşünceyi sendroma soktu. Düşüncenin dile gelmesini, ifadenin özgürleşmesini engelledi. 

Bu tablo en çok asistanları vurdu. Bilimle peçelenen habislik, akademinin ilk basamağına yaşamı dar etti, sömürü ve mobbing etkisini derinleştirdi, sınırını tereddütsüz genişletti. 

Alttakiler, üstekilerin arzu, istek ve kaprislerine göğüs gerdi. Sömürü, maddi sınırları yoklamaya başladı. Yazgıları akademik çabadan çok, getir götür işlerine tahammül ve kaprislere sadakat belirledi. 

Direnenler, döngünün sunduklarından ve sağladıklarından mahrum bırakıldı. Mimlenenler, işin inceliklerini asla öğrenemedi, ileri gidenlerin pamuğa bağlı statüleri son buldu. Adaletin işe iade ettiği akademisyen, daraltılan mekanlarda soluklanamadı, beterine razı oldu.

Mevzuat, olup bitenleri organize etti. Hukuk, akademik özgürlüğün birikim ve kazanımlarını bir kaç tuş ve dokunuşla geri aldı. Hukuki desteğini yitiren akademi, öz dinamikleriyle yaşama ve ayakları üzerinde durmayı bıraktı. 

Yeni dünya düzeni; hukuku kendi hedef ve amaçlarını gerçekleştirmekle görevlendirdi. YÖK yasasıyla akademik özgürlük, kişiler ve düşünceler üzerinden herkesin gözü kulağı önünde tasfiye edildi. 

Üniversitelerin idari, mali ve bilimsel özerklik talebi dışlandı, değerlerini oluşturması ve kurumsallaşması engellendi. Seçim yöntemlerinin tekçi, baskıcı ve şımarık genleri; politik, ideolojik kodların koridorlarda cirit atmasına refakat etti.

Onca muhalefete rağmen, YÖK, üniversiteleri ele geçirmeyi tamamladı. Düşünce özgürlüğü ile akademik kadroların kontrolünü ele geçirdi. Öznel politik ve ideolojik tercihler üniversitelerin üzerine abandı, el değmedik yer, gidilmedik bir karış toprak bırakılmadı.

Politik, ekonomik, sosyal tercihler, seçim sisteminin açtığı kanalları kullandı. İdeoloji idari kademelere yerleşti.

Güvenlik kaygılarının öne çıkardığı, kişiye has ceza hukukuyla düşünce özgürlüğünü terörle özdeşleştiren TMY, bir fırsatını bulup gerçeğe takan akademisyeni, adliyenin kapısından almayı ihmal etmedi. İstisna hukuku gerçeği söylemenin, bilim yapmanın bedelini ilgilenenlere ziyadesiyle öğretti/ödetti. Yarım kalan akademik eğitim, özgür üniversite, cezaevi ya da sınırların ötesinde sürdürüldü.

Akademik kadroların çalışma özgürlüğü, sözde gerekçelerle önlendi. Emeği ile ekmeği arasında tercihe zorlanan kadroların iradesi fesada uğratılarak bilim yapmaları önlendi, göç etmeleri kolaylaştırıldı.

Mantar gibi çoğalan, boş buldukları her yere konan üniversiteler, rica minnet buldukları akademik kadroları, taşımalı olanlarla takviye ederek bilgiyi, kadro ve üniversiteyi yozlaştırdı. Dekanlar, öğretim üyelerini her açıdan teftiş ederek, onları arza bağladı, arza çakılmak özgürlüğü kısıtladı.

Darbe döneminin yasama desteğiyle hizaya getirdiği akademinin, gerçekle iştigal etmediği, açık yaraların üzerine gitmediği, sinir uçlarına dokunan çözümler üretmediği, toplum ve kamu yararıyla uyumlu eylemediği aşikardır.

Böyle bir akademik tablonun, akademisyenin önüne koyduğu yegane tercih gerçekleri, konjoktürel ve gelenekler üzerinden biçimlendirmesinden başkası değildir.

YÖK yasasının güvenlik algısının özenle ve hassasiyetle vücuda getirdiği özel, özgün sıralı, kadiri mutlak yapının, akademisyen üzerindeki açık, örtülü baskısı sürdükçe, buradan gerçek adına bir şeylerin çıktığını savlamak abesle iştigaldir.

İstisna hukukuyla paslaşan üniversite, memleketin yakıcı sorunlarının herkesin gözü ve kulağı önünde tartışılarak çözülmesine aman vermedi, aksi çabalar pusu atan kavramlardan alınan destekle idari ve güvenlik bürokrasisine havale edildi. 

Yakıcı sorunların tartışılma talebi ile tartışmak için mekan arayan entelektüel, tarihçi, yazar, politikacı, akademisyen ve aktiviste kapılarını sıkı sıkıya kapattı. Güvenlik, bütünlük çiftini sıkıştıkça çağıran, tekçi yapı ve uzantılarının çatlak ses istemeyen solosuna biat ederek, bilim ile sanrılar arasındaki kadim krizin altında kaldı. Özgürlük iddiasının kof bir söylem olduğu, manipülasyondan öte bir anlam taşımadığı defalarca teyit edildi.

Güç karşısında debelenen akademi, yurttaşın dram ve trajedisine kalıcı etkili ve meşru bir çözüm bulmak, direnmek yerine, özgürlüğünü eliyle sunmayı, güç ve çıkara cübbe giydirerek yaranmayı seçti. Hızını alamadı, darbeci geleneği doktorayla taltif etmekte beis görmedi. Bir çok açıdan örselenen bilim, kendini saldı. Yakıcı meselelerden uzak, tatlı pembe bir hayatı gerçek olarak lanse etti.

Özgürleşmek, özlemleri gerçekleştirecek dünya ve içinde kıran kırana yarışan düşüncelerden insana, doğaya ve evrene odaklananı öne çıkarmak, vesayeti körükleyen, eskimiş bilgiyle eyleyen, bilim etiğiyle kavgalı, takrir-i sükuna müptela ve çözümsüzlüğü dayatan bu düzenin değişmesine bağlıdır. 

Reformun, eskisinden taşıyacağı izlerin, romantik ve nostaljik damarları kabartan potansiyeli onu güvenilmez kılmaktadır. Özgür, özerk, özge ve özlemli bir akademi umuduyla... 

Hilmi Şeker/Yargıç/İstanbul

Hilmi ŞEKER | Tüm Yazıları
Hits: 1086