Kürtsüz demokrasi

~ 11.01.2016, Nazım ALPMAN ~

Türkiye şimdiye kadar hiç yaşamadığı bir döneme girmiş durumda. Ülkenin bir bölümü sıcak savaşın alevleri arasında yanıyor. Eskiden olduğu gibi “düşük yoğunluklu” falan değil, tarih kitaplarında okuyup, bildiğimiz bir savaş bu…

Bazı siyasi yorumcular “Türkiye 1990’lara döndü” gibi tespitler yapıyorlar. Geriye doğru gidişte bu kadar “iyimser” olamıyoruz:

-İkinci Dünya Savaşı yıllarını çağrıştıran bir dönem yaşanıyor!

O yılların Yahudileri nasıl bir katliam hedefiyseler, bu günlerin Kürtleri de benzeri durumlar yaşıyorlar. Bir tek Hitler eksikti, o da giderildi!

Sadece bir elin parmakları kadar muhalif televizyon kanalı, gazete sitelerinde ve sosyal medyada görebildiğimiz videolarda insanlar sesleri, yüzleri, bakışlarıyla 1940’lı yılların filmlerinden çıkıp gelmiş gibiler.

Türkiye’nin ne zaman başına büyük, kalıcı belalar açılacak dönemler olsa medya doğal bir özveriyle devletin emrine giriveriyor. Yine böylesi bir dönemdeyiz ve medya yine aynı emir-komuta zincirine kendisini zincirlemiş halde. Tıpkı ilk OHAL valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun İstanbul’da Türkiye Spor Yazarları Derneği'nde yaptığı büyük basın toplantısında istediği şeyi yapıyor:

-Türkiye'de basın olarak Güneydoğu'yu milli maç gibi izlemelisiniz!

Bugünlerde “Emredersiniz komutanım!” ruhu yine şaha kalkmış durumda.

Özellikle televizyonlarda yapılan tartışma programları açık olarak gösteriyor:

-Kürtler için kepenklerimiz kapalıdır!

Tartışmaların ekseninde Halkların Demokratik Partisi (HDP) yer alıyor. İsim cisim verilerek soruluyor:

 

-HDP göz göre göre neden böyle bir şey yapıyor ki?

Soruyu doğrudan HDP ve Kürt karşıtı bir kişi yanıtlıyor! Sanki HDP, Türkiye’de değil de Avustralya ya da Yeni Zelanda’daymış gibi… Bir telefon bağlantısı bile kurmaktan kaçınıyorlar.

Bu programlara katılan, siyasetçiler, akademisyenler ve gazeteciler arasından hiçbiri çıkıp da şöyle demiyor:

-Ben bu soruyu yanıtlayamam! Bir HDP yöneticisini buraya davet edip ona sormalısınız!

Oto-sansürün boyutları o kadar vahim ki, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın bir yabancı televizyon kanalına verdiği röportajdan sözlü alıntı yapılıp, ağır eleştiriler yarışı başlıyor.

Gazetecilik açısından utanılacak günler yapıyoruz.

Evinde kahvaltı ederken tank topu mermisiyle ölen yaşlı kadının acılı hikayesi sadece bir günlük bir “Aaa çok acı bir olay” etkisi yapıp gündemden kalkıyor. Benzerleri için meraklı bekleyiş başlıyor. Ülkede parlamento var. Ama sanki tatildeymiş ve bu olaylar başka bir ülkede meydana geliyormuşçasına kayıtsızlık hüküm sürüyor.

Hükümet, yetkililere ekranlara çıkıp “Temizlik sürecek” diyor. Hiç kimse şunu düşünmüyor:

-Kürtlerin işini bitirirlerse, sıra bize gelecek!

HDP’nin parlamentodan atılması arzu edilenden çok daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Denenmiş ve duvara toslamış bir yoldur.

Büyük bir pişkinlikle şunu telaffuz edebiliyorlar:

-Kürtler bu memleketin hür ve eşit yuttaşlarıdır!

Bu nasıl eşitliktir? Şehirleri kuşatılmış, evlerine hapsedilmiş, ateş altında ölüm kalım mücadelesine zorlanmış halde yaşayanlar ile onları televizyonlardan seyredenler arasında nasıl bir eşitlik olabilir ki?

Uygulanan kanlı planın altındaki başlık açık olarak görülebiliyor:

-Kürtsüz demokrasi!!!

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1133