'Ben ölünce yazarsın!'

~ 01.12.2015, Nazım ALPMAN ~

Milliyet’in Cağaloğlu binasında henüz Hasan Abi’yle şakalaşma mertebesine ulaşamamıştık. Ama onun ne yaman bir şakacı olduğunu biliyorduk. Biz o yıllarda şakalardan arta kalan zamanlarda gazete çıkartıyorduk

Hasan Pulur ile Milliyet’in Cağaloğlu binasındayken tanıştık. Tabii ben onu kısa pantolonla dolaştığım yaşlarımdan beri tanıyordum da, o beni bilmiyordu. Tam olarak nasıl, hangi gün, ne vesileyle aramızda ilk konuşma geçti hatırlayamıyorum. Sadece aramızın iyi olduğunu biliyorum. Bir de Azer Bortaçina’nın beni bulunduğum yer hakkındaki uyarmasını hatırlıyorum:

-Hasan Abi seni seviyor ha!..

Azer Bortaçina da Milliyet’in yazı işleri masasındaki ilk kadın gazetecidir. Hasan Pulur’un nasıl “aksiliklerin volkanı” olduğunu yıllarca yaşayarak öğrenmiş bir Milliyet mensubudur. Onun için söylediğinin değerini bilmem gerektiğini anında kavramıştım.

Sabahları Hasan Abi’nin odasına uğrar bir çay içip öyle kendi masama geçerdim. Mutlaka onun yazısından bir sohbet açılır, o da birkaç eski-eskimeyen anekdot ile bu ziyareti ödüllendirirdi!

Hasan Pulur ile sohbet bir okulun gayri nizami dersleri olurdu. Not yok, sınav yok, sınıf geçmek yok, sadece “ders almak” var. Zenginleşirdik onunla…

HASAN PULUR ŞAKALARI

ben-olunce-yazarsin-92656-1.

Milliyet’in Cağaloğlu binasında henüz şakalaşma mertebesine ulaşamamıştık. Ama onun ne yaman bir şakacı olduğunu biliyorduk. Mesela kendisi Milliyet’in Gece Sorumlusu (yani gece yayın yönetmeni) olduğu yıllarda gazetenin son baskısı hazırlıkları da bitmiş, artık İstanbul baskılarına geçilecek. Gazeteye yeni gelmiş bir gece elemanının yanındaki telefon çalıyor:

-Ben Bolu muhabiri Recep, bir haber yazdıracağım.

Ve heyecanla arkası geliyor:

-Bolu mezbahasında kasapların elinden kurtulan bir boğa, şehrin merkezine yönelmek suretiyle ahalinin arasına dalmış, çarşıda çok sayıda dükkânı tahrip etmiş, 20 kişinin yaralanmasına sebep olmuştur. Azgın boğanın boynuz darbesi alanlardan üç kişi Bolu Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamamışlardır…

Haber böyle detaylarla ilerleyip gidiyor. Çaylak muhabir bu dehşetengiz haberin gazeteye girebilmesi için Gece Sorumlusu Hasan Pulur’u aramaya başlıyor gazete içinde… Ama yok. Kime sorsa “Bilmiyoruz” yanıtını alıyor.

Aradan bir saati aşkın süre geçiyor. Çaylak gazeteci Hasan Pulur’u bulup hikâyeyi anlatınca bütün gece ekibi kahkahalarla yerlere yıkılıyor. Çünkü haberi yazdıran, Bolu Muhabiri bir odaya saklanan Hasan Pulur’dan başkası değildir!..

Gazete baskısı bitiyor. Acemi gazeteci de Hasan Pulur şakalarıyla tanışmış oluyor. Ertesi gün, akşam saat 16.00 gibi Hasan ağabey gazeteye geliyor. Daha kapıdan bir telaş kendini gösteriyor. Resepsiyon görevlisi “Hasan Bey” diyor:

-Abdi Bey (İpekçi) sizi bekliyor, gelir gelmez bana uğrasın dedi!

Hasan Abi, Abdi Bey’in odasına girince yaylım ateşi başlıyor:

-Kuzum Hasan biz gece uyuyor musunuz?

-Ne oldu ki?

-Daha ne olsun! Bolu’da bir boğa…

ben-olunce-yazarsin-92657-1.Hasan Pulur “Aman yoksa o haberi kullandınız mı?” diye atılıyor. Abdi İpekçi de haber öğelerini sıralayıp birinci sayfadan kullandıklarını söylüyor. O tarihlerde “meyhane kalıbı” denilen erken baskı vardı. Milliyet’in erken bakısı da bitirilip dağıtıma verilmişti.

Hasan Pulur, bunun bir şaka olduğunu anlatana kadar epeyce uğraşıyor. Telefonlar açılıyor. Gazetenin dağıtım kamyonları aranıyor. Gebze, geçilmiş. İzmit geride kalmış. Adapazarı’nda kamyon yakalanıyor. Geri çevriliyor. Dağıttığı gazeteler de toplanıyor. Baskı duruyor. Birinci sayfada büyük biçimde yer alan “Bolu’da bir boğa katliam yaptı” haberi çıkartılıyor.

Böylece Hasan Pulur’un ne yaman bir şakacı olduğu bir kez daha kanıtlanıyor!!!

51. DÖNEM SUBAYLAR GEÇİYOR

Refah Partisi 27 Mart 1994 Yerel Seçimlerinde büyük bir oy patlaması yapmıştı. İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan Belediye Başkanı olmuştu. Birdenbire laik bir ruh huzura gelmişti. Otomobillerin arka camlarına “Atam İzindeyiz” bantları yapıştırılıyordu. Hatta o yılların popüler haftalık dergilerinden biri (Tempo veya Aktüel olabilir) bu gelişmeyi mizahi başlıkla kapak haberi yapmıştı:

“Atam belki inanmayacaksın ama…”

Ülkede hava böyleydi… Hasan Pulur da ortama göre bir plan yapıyordu. Oltasına en yakın duran balık da bendim! Odasına girdiğimde telefonla konuşmasının son bölümüne tanık olmuştum. Haliyle merakla sordum:

-Hayrola abi?

Sıkıntılıymış gibi bir yüz ifadesiyle “Bu Şarık Tara var ya” diyerek anlatmaya başladı:

-ENKA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Şarık Tara… Adam zengin ya, biz 51. Dönem Yedek Subaylara askeri elbise diktirdi. Cumhuriyet Bayramı’nda geçit töreninde biz de geçeceğiz!

Gözlerim yerinden fırlamıştı:

-Abi bu haber!..

-Aman aman kimseye bir şey söyleme… Biliyorsun sevmem böyle şeyleri.

Gerçekten de Hasan Abi kitap imza günlerinin bile gazete haber olmasını istemezdi.

Zaten bir de Taksim Meydanı’nda sanatçıların düzenlediği sivil Cumhuriyet Bayramı kutlaması falan var. Bu ilk sivil töreni de ben izleyeceğim. Ancak yazı işlerinden Aksaray Vatan Caddesi’ndeki resmi töreni de izlemem istenmişti. Eh Hasan Pulur, Şarık Tara gibi popüler isimlerin geçit törenine katılacağı bir kutlama acayip haber olurdu!

ben-olunce-yazarsin-92659-1.Ben böyle düşünürken Milliyet’in fotoğraf servis şefi Yalçın Çınar yanımdan geçerken elini omzuma dokundurarak “Hocam yarın, birlikte gidelim Hasan Abiler de geçecekmiş” dedi.

29 Ekim 1994 günü ben Yalçın Çınar ile Vatan Caddesi’nde yerimizi aldık. Televizyon muhabiri gençleri de uyarıyorum:

-İçlerinde Hasan Pulur, Şarık Tara gibi isimlerin olduğu 51. Dönem Yedek Subaylar da geçit töreninde yer alacaklar, aman kaçırmayın!..

Tören başladı. Askeri birlikler geçti. Okullar geçti. Esnaf ve sanatkarlar geçti. 51. Dönem Yedek Subaylar yok. Yalçın bana soruyor:

-Ne yapıyoruz hocam?

-Şu Hasan Abiler de geçsin iki kare onları çekip gideriz…

Hava da çok sıcak… Yalçın Çınar sırtında koca fotoğraf makineleri dolu ağır çantasıyla kan ter içinde kalmış. Ben ona “dayan kardeşim” diye moral veriyorum. Bir süre yürüdük… Ortalarda kimseler yok…

Yalçın bir ara durdu ve bana dönüp acı gerçeği açıkladı:

-Hocam Hasan Abi seni yedi!!!

-……. …….. ………?

Ben Yalçın’a acırken o Hasan Pulur ile bana kurulan kumpasın bir parçasıymış meğerse…

Gazeteye döndük. Yazı işlerinden “hemen haberi yaz” dediler. Ben de “gidin işinize…” diye kibar bir yanıt verip, kendi masama yöneldim. O sırada karikatürist Ercan Akyol geldi:

-Hasan Abi telefon etti, fotoğraflardan bir iki kare de bana ayırsın dedi!

Anladım ki, Hasan Abi Ercan’ı da sarıyor. Onun da benim gibi hiçbir şeyden haberi yok. Biraz sonra Hasan Pulur beni aradı. Fotoğraf falan dedi. Ben kırık ses tonuyla “helal olsun abi” dedim:

-İyi numaraydı!

-Ne numarası oğlum?

-Abi geçit yapacaktınız ya?

-Yaptık. Sen nereye gittin?

-Aksaray’a…

-Hangi Aksaray’a?

-Hangisi olacak ki Abi? Vatan Caddesi tabii…

-Oğlum biz Niğde Aksaray’da yürüdük! Sana söylemediler mi?!!!

68'Lİ BİR DÖNEK: SİPER KIZILKAYA

ben-olunce-yazarsin-92660-1.

Milliyet’in Doğan Medya Center günlerinde de Babıali ruhunun bir süre daha yaşadığını şimdi bu satırları yazarken daha iyi anlıyorum. Gazete çıkarırken haberler, röportajlar, makaleler, dizi yazılar kadar şakalara da zaman ayırdığımızı daha net görebiliyorum.

Yine günlerden bir gün, Hasan Pulur bana bir ayak oyunu yapmıştı. Hasan Abi kendi yazısını yazıp bitirdikten sonra ortaya çıkar, gözüne kimi kestirirse ona bir tuzak kurup heyecan yaratırdı.

O gün bana “Bu hafta benim ilavedeki yazımı oku” demişti. Fiesta adlı Pazar dergisinde Hasan Pulur’un “Kesip Sakladıklarım” başlıklı bir sayfası bulunuyordu. O gün de İsmail Cem’den bir yazıyı kesip saklamıştı. Köşe yazarı olmak isteyen gençlere tavsiyelerde bulunuyordu. Ama ironik bir yazıydı. İşadamlarıyla içli dışlı olun, sabahları onlarla koşu yapın ahbaplık geliştirin falan gibi şeyler yazmıştı…

Pazartesi sabahı Hasan Abi’ye “Yazını okudum yazılı cevap vereceğim” dedim.

Oturup tam bir dönek solcu üslubuyla yazı döşendim:

“Sayın Hasan Pulur,

Pazar yazınızı okudum. Gençlere diyorsunuz ki, ahlaklı olun, dürüst olun. Tamam kabul ama bunlar karın doyuruyor mu?

Biz de zamanında öyle idik. Deniz’dik, Mahir’dik, Ulaş’tık… Kimimiz asıldık kimimiz kurşunlandık. Halkı kurtaracaktık. Ama halka hiç sormadık: Ey halkım sen kurtulmak istiyor musun?

Sorsaydık eğer, belki “hayır” diyeceklerdi.

Madem halk kurtulmak istemiyor, o zaman bırakın da biz kendimizi kurtaralım. Burada da karşımıza siz çıkıyorsunuz!

Artık dünya değişiyor. Küreselleşme çağına giriyoruz. Siz çağın gerisinde kaldınız. Sadece ahlak karın doyurmuyor. Bizi zehirlediniz, bari bugünün gençlerini rahat bırakın. Sizin zamanınız geçti. Bizim zamanımız başladı. Siz göremiyorsunuz!

Size olanca saygımla ‘Artık veda edin’ diyorum.

Şu anda orta ölçekli bir işadamıyım. O yüzden ismimle yazamıyorum. Her zaman gururla taşıdığım gençlik yıllarımdaki kod adımla size saygılarımı sunuyorum.

Siper Kızılkaya”

Bu mektubu faks cihazından geçirip, Hasan Pulur’un faksına bıraktım. Hasan Abi aldı okudu, heyecanlandı. Altına üstüne kısa birer not yazıp dizgiye yolladı. Ertesi gün de köşesinde yayınlandı.

Milliyet’in yazı işleri yazıyı okur okumaz alarma geçti. Mektubun sahibinin Almanya’daki eski devrimci işadamı Yavuz Çizmeci olduğunu saptadı!?? ANAP’lılar telefon açıp DYP’li Turizm Bakanı Bahattin Yücel olduğu konusunda kalıplarını bastılar. DYP’liler ise bu mektubun eski DEV-GENÇ’li Cavit Kavak tarafından yazıldığını ispat edeceklerini Hasan Pulur’a bildirdiler.

Hasan Abi ise gerçeği çoktan öğrenmişti. O hafta gazetede hasta gibi dolaştı. Artık unutuluş gibi olmuştu ki, Cumhuriyet’ten Şükran Soner “Hasan Pulur’un köşesinde bir dönek” başlıklı tahlil yazısını yazmasın mı?

Benim usta işi şakam konusunda Hasan Abi hakkımı teslim etmişti. Ama bir şartla:

-Ben öldükten sonra yazarsın!

Biz o yıllarda şakalardan arta kalan zamanlarda gazete çıkartıyorduk. Promosyonsuz dönemlerde Milliyet 350 bin ile 500 bin tiraja ulaşıyordu. Ansiklopedi gibi kültür ekleri verdiğinde ise 1 milyon 500 bin satışı geçiyordu.

İşini bitiren gazeteye dönüyordu. Eve gitmek de kimsenin aklına gelmiyordu. Bu durum elbette Hasan Pulur gibi ustalarımızın sayesinde gelişiyor, yaşama alanı buluyordu.

Artık o yok. Peki gazetesi var mı?

Pek sanmıyorum!

Hasan Abim seni böyle uğurladığımız için bizi anlayışla karşılayacağını biliyoruz. Çünkü sen de böyle yapılmasını isterdin. Seni hep böyle anacağız. Neşeli, muzır, şakacı… Ama bir o kadar da mesafeli. Kime? Güç odaklarına karşı… Gazete patronlarından iktidar sahiplerine, işadamlarından büyük dernek yöneticilerine kadar…

Seni çok özleyeceğiz ama hiç unutmayacağız Hasan Abi!

ben-olunce-yazarsin-92661-1.

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1291