NATO’nun, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta toplanan ve 2 gün süren zirvesi çarşamba günü sona erdi.
Ukrayna’da, Rusya ve Batılı emperyalistler arasında bir savaşın sürdüğü koşullarda sıcak savaş alanına en yakın noktada toplanan zirve, bırakalım savaşın seyrini, seçilen mekan itibariyle bile, tabiri caizse katılımcıların kamuflaj elbiseleri ile katıldıkları bir zirve oldu.
Elbette ki bu zirve Rusya’nın burnunun ucunda yapılması gibi sembolik özelliğinin ötesinde NATO tarihi açısından önemliydi. Çünkü Vilnius, Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya katılmasının önündeki en büyük engel olan “vetosu”nu kaldırdığı zirve oldu. Türkiye’nin geri adımı ile Baltık Denizi tamamen bir “NATO gölü”ne dönüşmüş oldu. Bu yüzden de Türkiye’nin adının en çok geçtiği zirve olmasına karşın zirvenin gerçek galibi ABD Başkanı Biden ve elbette AB, dolayısıyla da Batılı emperyalistler oldu.
Türkiye’nin öne sürdüğü “İsveç’in terör örgütleri karşısında Türkiye’nin istekleri” konusunda, her anlama gelecek kimi sözlü vaatler ötesinde somut bir adım atılmazken “AB’ye girişin önünün açılması”, “AB içinde vize serbestisi” gibi konular ise “NATO ile ne ilgisi var” denilerek gündeme bile alınmadı.
Çünkü böylece Batılı emperyalistler, Moldovya ve Bosna Hersek gibi birkaç küçük ülke dışında Portekiz’den Ukrayna sınırına kadar Avrupa’yı en büyük savaş örgütleri olan NATO’nun çatısı altında Rusya ve Çin’e karşı birleştirmiş oldu!
Erdoğan U ya da V dönüşleriyle herkesi şaşırtsa da bazı erken ötenler hariç yandaş medya erbabı hiç yanılmamakta. Çünkü bunların olup biteni değerlendirerek oluşturdukları bir öngörüleri yoktur. Tersine onlar için dün ne derlerse desinler; bugün Erdoğan ne diyorsa gerçek odur, ondan ibarettir! Aslında zirveden hangi karar çıkarsa çıksın yandaş medya için “Erdoğan’ın zaferi” olacaktı! Öyle de oldu.
Nitekim böyle durumlarda en ideolojik yandaş gazete olan Türkiye, çarşamba günü daha zirve bitmeden Erdoğan’ın İsveç “veto”sunu kaldıracağını açıklamasının hemen arkasından kararı manşetinden duyurdu. “İstediğimizi Aldık Vizeyi Verdik” manşetiyle çıkan Türkiye gazetesi, manşetinin altını “Masanın kazananı Türkiye. Savunma yaptırımlarının kalkmasından AB üyeliği ve vize serbestisine kadar bütün taleplerimiz karşılanınca İsveç’in yolunu açtık” diye doldururken manşetini yandan da “Biden Erdoğan’a teşekkür etti?” diye desteklemişti! Ki, diğer yandaş gazete ve TV’ler de Türkiye ile benzer manşet ve haberlerle çıktılar.
Bütün bu hamasetle şişirilen laf kalabalığı içinde tek doğru olan “Biden Erdoğan’a teşekkür etti” haberiydi! Ki bu, aslında masa başında düzülüp konuşulmuş, “Erdoğan’ın zaferi” diye ilan edilen sözde haberlerin tümünü yalanlıyordu!
Burada basitçe soralım: İki kişi arasındaki ilişkide kim kime teşekkür eder; taviz alan taviz verene mi yoksa taviz veren taviz alana mı?
Bu sorunu karşılığı her dilde taviz alan taviz verene. “Zahmet ettiniz, fedakarlık ettiniz teşekkür ederim” der. Taviz veren muhatabının teşekkürüne en fazla “Bir şey değil” der!
Kısacası Biden Erdoğan’dan bir şey aldığı için ona teşekkür etmektedir. Hele de teşekkür eden Biden’sa teşekkürle ne verildiği üstünde daha çok düşünmek gerekmektedir.
Erdoğan da yaptığı basın toplantısında birilerine teşekkür etti: Kendirine iyi ev sahipliği yapan Stoltenberg ve Litvanyalı yetkililere!
İsveç’in NATO’ya üyeliğinin gündeme gelmesinden beri Erdoğan İsveç’in üyeliğine itiraz ediyordu. “Ben bu görevde kaldığım sürece” diye başlayan koşullar öne sürerek İsveç’in bu koşulları yerine getirmesini istiyor, aksi halde “veto”yu kaldırmayacağını çok sert sözlerle ifade ediyordu. Erdoğan İsveç’i teröristlere, İslam düşmanlarına yardım ve yataklık etmek, FETÖ ve PKK’ye destek vermekle suçluyor, birtakım listeler vererek “Bu teröristlerin teslim edilmesini” istemekle de kalmıyor, İsveç’in yasaları ve anayasasını değiştirmeyi gerektirecek istekler öne sürüyordu. Bu yüzden de gelişmeleri yorumlayan ciddi yorumcular, Erdoğan’ın İsveç’e “veto”yu en azından şimdilik kaldırmayacağını söylüyorlardı. Elbette ki Sisi, BAE, Suudi Arabistan, Brunson vakaları da “Ben bu görevde oldukça” güvencesine bağlandığı halde söylenilenin tam tersi yapılmıştı. Ama “İsveç vetosu” daha sürdürülebilirdi.
Ama Vilnius’a gitmek için Esenboğa Havalimanına gelen Erdoğan, burada yaptığı basın toplatısında İsveç’e değil ABD ve AB’ye mesaj verdi. Özetle; “Siz bizim AB’ye girmemizin önünü açın, vize serbestisini sağlayın biz de İsveç’in önün açalım” diyerek herkesi şaşırttı! Ama bu açıklamayı yaptığı aynı gün Vilnius’ta Stoltenberg, Erdoğan’ın İsveç vetosunu kaldırdığını, anlaşmanın TBMM’ye sevk edileceğini açıkladı.
Erdoğan’ın bu dönüşüne “U dönüşü” demek yetmezdi. Bu sefer dönüş “U dönüşüne eklenmiş bir V (U’dan da sert bir dönüş) dönüşü”ydü!
Erdoğan’ın AB’ye girmesiyle ilgili talebi karşısında ise Almanya başbakanından Lüksemburg başbakanına AB ülkelerinin yetkilileri, NATO ve AB’nin ayrı mekanizmalar olduğunu, dolayısıyla NATO’da AB ile ilgili bir karar alınamayacağını belirttiler.
Sadece Biden ve Stoltenberg Türkiye’nin AB’ye girmesine destekten söz ederken İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, AB içinde Türkiye’nin taleplerine destek veren bir çizgi izleyeceğini belirtti.
Biden Türkiye’nin ABD’den F-16 vb. konularındaki taleplerini “Türkiye ile birlikte çalışacağız” biçimindeki ABD’nin bir tür “komisyona havale” anlamına gelen klişe formülasyonuyla yanıtladı!
Tabii söz konusu olan NATO zirvesi olunca “Rusya tepkisi olamadan olmaz” görünse de bu köşede Rusya’nın tepkisine özel bir yer açmayacağız. Ama Rusya, haberi olmadan Türkiye’nin Azov Taburunun 5 komutanını Ukrayna’ya göndermesinden, Erdoğan’ın zirvede “Ukrayna’nın NATO üyeliğini hak ettiği”ni söylemesi, İsveç’in “veto”sunu kaldırması gibi son haftalardaki Türkiye’nin girişimlerinden çok rahatsız olsa da bunları “Anlayışla karşılayacak” kadar zordadır. Öte yandan Batılı finans merkezlerinin kesenin ağzını açmak için Şimşek’in ekonominin başına getirilmiş olmasını yeterli bulmadıklarını gören Erdoğan; NATO’cuların en NATO’cusu olmak, AB ile ilişkileri yeniden ve hızlı biçimde geliştirmek istemektedir.Kısacası Erdoğan, kimilerinin iddia ettiği gibi Kopenhag kriterlerine dönerek, demokratikleşme girişimleri yaparak, TMY ile yönetmekten vazgeçerek değil. Rusya gibi Batılıların da kendisini “anlayışla (sığınmacılar, ucuz emek ve özelleştirme…) karşılayacağı” koşulları zorlayarak!
Ancak tek adam ekonomik bakımdan öylesi biri mecraya sürüklenmiştir ki Erdoğan’ın Biden’dan daha çok “teşekkür alması” gerekecektir!