Evet, Restorasyon.

~ 21.09.2015, Av. Bilgütay Durna ~

Siyaset küçücük bedenlerin üzerinden yol alıyor. Çocuklarımızın cesetleri kıyıya vuruyor, cenazeleri iki gün buzdolabında bekletiliyor.

İnsanlarsa bu karabasandan kurtulmak için bir umut arıyor.

AKP – CHP koalisyonu toplumun umudu. Abdullah Gül’ün, “bağımsız” davranması şartı ile Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığına itiraz edilemez bir hale gelindi. Hatta ve hatta anayasal sınırlarının içine çekilirse, Tayyip Erdoğan dahi kalabilir. Muhalifler ise CHP ile HDP arasında oy dağılımı hesabı yapıyor. Yeter ki meclis aritmetiği uygun dağılsın.

Çözüm sağlı sollu sandıkta aranıyor. Oysa hatırlayalım, daha bundan iki buçuk yıl önce, 2013 Haziranında siyaset milyonların doğrudan katılımı ile sokaklara inmişti. Bu muazzam halk hareketi siyasetin sokak halini Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde meşru bir hale sokmuştu. Ancak Haziran Direnişinde sokaklara dökülen, “hükümet istifa” sloganını ağızlarından düşürmeyen kitleler ortada kaldı, örgütlü kanallara akamadılar. Sermaye sınıfı ise bu şansı kaçırmadı. Şimdi Haziran’dan çıkarılan derslerle birlikte, “haziran kitlesi” peş peşe yapılan seçimlerin de sayesinde, sandıkta soğurulmaya çalışılıyor. Sokak ise, değil haziranın çıtasını yakalamak, öncesinin dahi çok gerisine düştü.

İşte, bu nokta da, komünist siyasete önemli bir yük ve görev düşüyor. Bağımsız hattının güçlendirilmesi, örgütlenmesi ve topluma yeniden güven veren bir siyasi hattın inşası, kitleleri bu sürecin parçası olmaktan çıkarabilecektir.

Evet, emperyalist odakların ve sermaye sınıfının temel yönelimi hala İkinci Cumhuriyeti restore ederek kuruluşunu tamamlamak, daha doğru bir ifade ile yerleşmesini sağlamak.1923 Cumhuriyetinin yıkım sürecinde kendilerini oldukça iyi bir şekilde kamufle eden bu “özneler” yukarıda değindiğimiz, “karabasan” tablo nedeni ile şimdi daha rahat hareket ediyorlar ve görünür bir hal almış durumdalar.

Hala diye yazıyorum, çünkü ülkemizde maalesef siyasi analizleri küçümseyen, güçlü rüzgarlara göre yönünü belirleyen, bir emekçi mahallesinde üç gün süren bir çatışma neticesinde temel belgesini değiştiren, sonra bir başka gelişme ile tekrar değiştiren sol siyasi yapılar var. Burjuva siyasetindeki günlük her dalgalanma ile politik değerlendirmeler değiştiriliyor. Siyasetin ekranda görünen yüzü onlar için yeterli hale gelmiş durumda. (Neyse ki, şimdilik programlar bu hızla değişmiyor.) Bu nedenle 7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan çatışma ortamı ve artan hukuksuzluklar sonrası, koştura koştura “ne oldu, hani restorasyon oluyordu” sözünü dillendirmeye başladılar.

Keşke her şey bu kadar kolay olabilse. Neyse, konumuz bu değil!

Evet, AKP İkinci Cumhuriyetin temel kurucu aracıdır. Ancak, AKP iktidarının geçen on yıllık süreçte yalnızca bugünkü bileşenlerinden ibaret olmadığını da unutmamak gerekiyor. Başta cemaat ve liberaller olmak üzere, çok fazla yapı ve kişi destek olmaktan öte, bu iktidarın bir bileşeni idiler. Bu anlamı ile de İkinci Cumhuriyetin esas sahibi sermaye sınıfıdır ve sermaye sınıfı rejiminden vazgeçmemiştir. AKP’li veya AKP’siz rejimi yerleştirmek istemektedir. Liberaller ve cemaat de bu yeni dizilimde yerlerini almışlardır. Aslında, “ihanet eden” AKP’dir.

Bununla birlikte, İkinci Cumhuriyetin yerleşememesinin temel nedeni AKP’nin “ihaneti” olmayıp, toplumda karşılaşılan dirençtir. Bir dizi kriz başlığı duvara çarpılmasına neden olmuştur. Laik, seküler kesimlerin direnci, Kürt sorunundaki tıkanmanın aşılamaması, dış politikada “Yeni Osmanlı” hayallerinde mutlak bir başarısızlığa uğranılması, ekonomide kriz çanlarının çalması bunlardan başa yazılacaklardır.

Kısacası, 2. Cumhuriyetin karakteristik özellikleri bir kriz başlığına dönüşmüştür.

Bunun üzerine birde rejimin temel kurucu aracının, AKP’nin kendisinin de bir kriz başlığına dönüştüğünü eklersek tablo tamamlanır. Bu nedenle, evet, restorasyon süreci sermaye sınıfı açısından bir “normalleşme” arayışıdır. Ancak onlar bile bunun hiç kolay olmadığının farkındalar. Şimdi, siyasi krizlere gebe bu sürecin yeni enstrümanlarının arayışındalar.

Bu nedenlerle, önümüzdeki seçimin sonuçlarının sermaye sınıfının yönelimini değiştireceği de düşünülmemelidir. Sonuçlar yalnızca kullanılacak enstrümanların çeşitliliği ile ilgilidir. Birinci Cumhuriyete dönüş artık söz konusu değildir. Sistemin bugünkü “ara” hali ile devam etmesi de kaldırılabilecek bir durum değildir.

Hal böyle iken, restorasyona dair vurguların sosyalist hareketi korunaklı alana çağırmak olduğu saptaması ciddi yanılgılar içermektedir. Sonuçta bir öngörünün her zaman yanılma olasılığı vardır. Ancak, ülkenin geleceği ve buradan hareketle solun görevlerine ilişkin tartışmaları ısrarla “ya faşizm ya restorasyon” gibi bir ikilem üzerinden yürütenler doğrudan “faşizme karşı” “demokrasi (barış) cephesine” koşmaktalar. İşin dramatik yanı ise liberallerle özgürlük ve barış mücadelesi yürütülürken, kendini birden restorasyonun bir parçası olarak bulmak olacaktır.

Önümüzdeki döneme,  düzen güçlerinin, Türkiye’deki sermaye  düzeninin  yeniden yapılandırılması konusundaki  mücadeleleri  damga vuracaktır. Bu nedenle tartışmalar yukarıda bahsedilen ikilemden çıkarılmalı, sermaye iktidarının doğrudan karşıya alındığı bir mücadele hattı örülmelidir. AKP’yi hatta yalnızca sarayı karşıya alan stratejinin kendisi başka ve bütünlüklü bir politik hattın içerisine yerleştirilmelidir. “AKP gidiyor, bende ne olursa olsun onu gönderen güçlerin arasında olayım” beklentisi ile yol alınması mümkün değildir.

Hattın sermaye iktidarını karşıya alarak kurulması örneğin önümüzdeki dönem açılacak anayasa tartışmalarında veya bununla bağlantılı Türkiye’nin idari yapısı başlıklarında kendini çok daha net gösterecektir.

Sanırım, bunlara da “o zaman bakarız” denmez!

 

http://yolumuzadevamediyoruz.org/2015/09/evet-restorasyon/

Av. Bilgütay Durna | Tüm Yazıları
Hits: 1160