 
                            Kaçma şüphesi... Saklanma şüphesi... Delilleri karartma şüphesi...
Yargıçların bir insanı tutuklu yargılamak, daha doğrusu tutuklulukla cezalandırmak için türlü çeşit şüpheleri var.
Hizbullahçıların tahliyesinde en ufak şüphe alameti göstermeyen hukuk  vicdanı, tutuklu veya hükümlüler muhalif milletvekilleri olunca birden  derin şüphelere gark oluverdi.
“Yargı reformu”nun faydaları işte...
Haberal ve Balbay için “Deliller tamamen toplanmadı; savunmaları hâlâ alınmadı” deniliyor.
Gerekçe mi bu; itiraf mı?
841 gündür tutuklu olan birinin suçlanmasına dayanak oluşturacak  deliller henüz toplanmadıysa, savunması hâlâ alınmadıysa bu hangi akla,  hangi insafa sığar?
Bu gerekçeye isyan etmez misiniz?
* * *
Aynı gün içinde Balbay ve Haberal’ın tahliye taleplerinin reddedilmesi, Hatip Dicle’nin hapis cezası nedeniyle vekilliğinin düşürülmesi, yargı erkini yasamanın üzerine çıkarıverdi.
Ben, “Millet iradesi her şeyin üzerindedir” diyenlerden değilim. Bir  kurallar rejimi varsa, milletin tamamının oyu bile hukuksuz bir kararı  meşrulaştırmaya yetmemeli... O açıdan Balbay’ın ya da Dicle’nin  haklılığı, çok oy almalarından gelmiyor. Bir oy dahi alsalar, bu  haksızlık karşısında ayağa kalkacaktık.
Buradaki ayıp, ortada bir kurallar rejiminin olmaması...
Başbakan’ından Yargıtay Başkanı’na kadar herkesin görüp itiraf ettiği bir haksızlığın, bir türlü sonlandırılmaması...
Tersine siyaseten kullanılması...
* * *
“Her sanık, mahkûm olmadıkça masumdur” ilkesine rağmen, “Ama onlar şu  suçtan yargılanıyorlar. O halde milletvekili olabilirler, ama tahliye  olamazlar” demenin bir mantığı var mı?
“Terör örgütünün propagandasını yapmak”tan mahkûm olmuş birinin adaylığını onaylayıp vekilliğini reddetmek akla sığar mı?
Bunun, insan vicdanında, evrensel hukukta yeri var mı?
Dünyanın en demokratik bilinen ülkesine gidelim, terörle mücadelede en tavizsiz yönetime bakalım:
30 yıl önce, 1981’de “Demir Lady” Margaret Thatcher bile, “terör örgütünün lideri” saydığı IRA militanı Bobby Sands’in milletvekili adaylığını engellememişti.
27 yaşındaki Sands, hem de bir bombalı saldırıdan mahkûm olduğu halde ve hapiste açlık  grevinde olduğu dönemde milletvekilli adayı olmuş ve 30 bin oyla  İngiliz Parlamentosu’na seçilmişti. Ne var ki seçildikten 25 gün sonra  açlık grevinde ölmüştü.
* * *
İngiltere,  IRA ile kıyasıya mücadele ettiği dönemde, terör eylemi suçundan mahkûm  bir örgüt liderinin adaylığını engellememiş, seçimini kabullenmişti.
Hal böyleyken seçilmiş vekillere “propaganda suçu”, “demokratik düzeni  ortadan kaldırma girişimi” gibi gerekçelerle vize verilmeyişini dünyaya  nasıl anlatacaksınız?
Ne hukuk bunu kabul eder, ne insan vicdanı, ne seçmen aklı...
İktidar bu konuda kılını kıpırdatmazsa, yasaklanan vekiller ve  partileri, Meclis’i boykot etmekte, hatta sine-i millete dönmekte yerden  göğe haklı olurlar.
“Tehdit etmeyin” diyorlar.
Yargının, yürütmenin, yasamanın kapılarını böyle kapatırsanız, insanlara çıkış için sadece o kapıyı bırakırsınız.
Ve hiç “şüphesiz”, vebal altında kalırsınız.
(Milliyet 25.06.2011)