Bir 'Aylak Adam' Yusuf Atılgan!

~ 23.08.2015, Enver AYSEVER ~

İnsanın en onulmaz yaralarını anlatan öyküler, eğer umuda dair bir çift söz etmezse ölüdür. Yusuf Atılgan. Az yazmıştı, evet. Ama yumruk gibiydi yapıtları

Kan ter içinde kıvrandığım, kâbus dolu bir gecenin ardından; hiç uyanmayacağımı sandığım tertemiz bir sabaha gözlerimi açınca derin bir soluk almıştım. Oksijeni bol, ağaçların serinliğiyle meşhur, uzak denizin tuzlu rüzgârını eli açık biçimde paylaşan bir kıyı kasabasındaydım. Uykusuzluğun yorgunluğu, çaresizlik içinde çırpındığım gecenin korkusu yüreğimde, meydana doğru ilerledim. Yan yana duran, küçük odalar biçiminde dizilmiş köhne terminalde ilk bulduğum İstanbul otobüsüne bilet aldım. Henüz vakit vardı. Sahile doğru ağırdan ilerledim. Üç beş kitabı yere sermiş kitapçıyı fark edince bir tanıdık görmüş biçimde sevindim, hemen en önde duran, kirli kapaklı ‘Aylak Adam’ beni çağırdı sanki. Aldım. Birazdan yola koyulacaktım ve sayrılı biten gecelerin ardından ‘kaçış’ başlayacaktı.

Sıcaktı otobüs. Yirmi altı, yirmi yedi sene önceden söz ediyorum. Ağzına kadar dolu, ter kokusu ve gürültünün yolculuğu iyice güçleştirdiği bir günün erken saatlerinde okumaya başladım romanı. C.’nin öyküsüydü bu. Bir solukta bitti yolculuk, kitap! Sarsılmıştım. Yusuf Atılgan adını şöyle bir işitmiştim sanki… Şu an uyduruyor da olabilirim bunu… Bazı kitaplarla buluşmamız rastlantı gibi görülebilir; hayatın kendi dengesi içinde bunun tersi olduğunu zamanla anlarız. Düş kuran, hatta gündüz vakti bu hülyalar içinde kıvranan, aydınlanma telaşına düşmüş, kavgacı ve elbette yaratı şehvetiyle tutuşmuş her genç; ilkin kendine sonra çevreye ve nihayetinde topyekûn tüm hayata ‘Yabancı’dır.

bir-aylak-adam-yusuf-atilgan-65086-1.İstanbul’da bir C.

Camus romanı elden ele dolaşmaktaydı gençler arasında. Ne tuhaf, nedense Albert Camus ve ‘Yabancı’ salt erken yaş bunalımları içerir sanılır. Derinlikli okumayla, her zaman yeni, sarsıcı bir romandır ‘Yabancı’. Mersault’u tanıyordum. Bir an C. ile aynı soydan geldiklerini fark ettim. İstanbul sokaklarında, amaçsız biçimde salınan C. tam da bir yabancı, yaşamın anlamını yitirmiş, ‘saçma’nın kendisi olan kahramandı işte. Bizim edebiyatımızda bu tür kahramanların az olduğunu düşünüyordum. Üstelik çoğu derinleşmeyi başaramamış, tip olarak kalmış sanıyordum…

Bu türden ayrıksı, kendisiyle fazla meşgul, marazlı kahramanları yazmayı beceremeyen bir edebiyatımız var, diye kanaatim tamdı. Yanılmışım. Bir bilgiye bizim sahip olmamamız, buradan hareketle kolay hüküm vererek, büyük yanılgılara düşmemize neden oluyor. Genç yaşta bunu fark etmek önemliymiş meğer. Bizim yetersizliğimiz/cehaletimiz hakikati yansıtmaz. Zamanla Bilge Karasu, Oğuz Atay, Leyla Erbil, Sevim Burak, Vüsat O’Bener gibi birçok yazarın bu işi hakkıyla yaptığını gördüm. Tutkunu oldum bu isimlerin. Düşüncemin, ruhumun izini gördüm yazdıklarında…

Roman onca etkili olunca üzerimde hem yazarını daha iyi tanımak istedim, hem de aynı elden çıkma başka yapıtlar aramaya koyuldum. Bu kez Yusuf Atılgan’ın peşindeydim işte. Sadece iki tam, bir de bitememiş romanı vardı Atılgan’ın. Birkaç öykü, dergilerde kalmış yazılar ve çevirileri vardı. Her yazarın olduğu gibi üstü toz tutmuş şiirleri de ekleyince tüm yapıtlarını görmüş oluyorduk Yusuf Atılgan’ın. Az yazmıştı, evet. Ama yumruk gibiydi yapıtları. Uzun yıllar ara vererek üretmesine karşın; ortaya koyduğuyla edebiyat dünyasını silkelemiş, büyük tartışmaların tarafı olmuş bir usta yazar…

bir-aylak-adam-yusuf-atilgan-65087-1.Bunalımlı, kayıp Zebercet

Doğrusu uzun süre edebiyatı tutsak almış siyasal/toplumcu romanlardan gına gelmişti bana. “Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış” adlı üç cilt, değerli çalışması o günlerde yayımlanmıştı Berna Moran’ın. Bir yandan yazarlığın ilk adımlarını atmak için çırpınıyor, öte taraftan bilgi eksiğimi kapamaya çalışıyordum demek. Akademik verilerin, değerli ve disiplinli tahlillerin önemini biliyordum. Romanları bir bir okuyor, notlar alıyor ve uzak, yakın olduğum yazarları seçiyordum. Eleştirmecinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum şu an. İnsanların üzerine boca edilen onca romanın ayıklamasını yapmak kolay iş değil. (Bir başka zaman bunu da uzun tartışmak gerek. Kendime not olsun.)

‘Anayurt Oteli’ni okuyunca esasen fotoğraf tamamen belirdi gözümde. Karanlık, karamsar, yaşamın kıyısında dolaşan, her tür ayrıksı deneyimi edinmiş bir yazarla karşı karşıyaydım. Cinselliği bu denli derinlemesine; insanın suç, günah ve hakikat çelişkisini bunca yalınlıkla anlatan birinin başka tür yaşam sürmesi olanaksızdı. Edebiyatımızın köy romanlarıyla dolup taştığı günlerde; sesi, soluğu tamamen farklı, kentli bir roman kurmuştu Yusuf Atılgan. Kahramanı Zebercet, bir kasabada otelde çalışıyordu, doğru. Ama burası dünyanın tüm otelleriydi ve Zebercet her an içimizden taşacak bir insandı. Şeytansı dürtüler, günahlarla dolu bir yazgı ve bitmez tükenmez bunalımlar içinde kayıp bir adam: Zebercet!

Kütüphanesi olmadı

Yusuf Atılgan İstanbul’da çıkmadı karşıma. Manisa’nın Hacırahmanlar Köyü’nde bir çiftçi olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Günlük yaşamını sessiz, hatta gizli sürdüren bir adam! Annesiyle yaşıyor, köy kahvesinde taş oynuyor. Köylüler kuşkucu biri olduğunu düşünüyor. Kimi elinin sıkı olduğunu söylüyor, bazısı sevimsiz buluyor Atılgan’ı. Tüm bunların gerekçesi bir gençlik deneyimi. Pek siyasi bir kişiliği olmamasına karşın, üniversite yıllarında solculuğa bulaşıyor yazar ve tevkif ediliyor. Belli ki bir kez daha o günlere dönmek istemiyor. Sanki köyüne ve ana kucağına sığınıyor… İnsanları iyi tanıdığı, bildiğinden olsa gerek, köylünün güçlüden yana olacağını hemen seziyor. Yazmaktan çok, okumaya düşkün… Hep okuyor…

Geçende Atılgan’ın köyüne, onun yüreklendirmesiyle, öğretmen gelmiş Halil Şahan’ın biraz anı içeren ve mektuplardan oluşan “Sevgili Halil Kardeş” kitabını okudum. Doğrusu Yusuf Atılgan evlenip İstanbul’a gittikten sonra yazdığı mektuplarda pek bir şey bulamadım. Ama öğretmen Halil Şahan’ın giriş metni çok açıklayıcı. Günlük yaşantısında bir yazara dair ayrıntılı bilgi veriyor. Esasen; iyi bir okur, söylenenden fazlasını anlıyor ve boşlukları kendi dolduruyor. Mektuplardan aklımda kalan yazarın anasının çok kaygılandığı… Bir de oğluna olan düşkünlüğü. Geç baba olmanın payı büyük.

Yusuf Atılgan gibi bir yazarın/okurun kütüphanesi olmaması ne garip! Ödünç kitap alır, okur ve iade edermiş. Neredeyse zamanının tümünü okumakla geçiren birinden söz ediyoruz. Enis Batur’la yakın dost. Doğrusu bu iki isim yan yana hayli ilginç. Sinema tutkunu Atılgan… Kasabanın sinemasındaki filmleri büyük oranda o seçiyor. Yıllar sonra ‘Anayurt Oteli’ filme alınınca pek mutlu oluyor. Doğrusu ben filmi hiç sevmemiştim. Bu tür romanlar bir yönetmen gözünden canlanınca yazarı/okuru yaralıyor. Sinemanın edebiyatla başa çıkması ne mümkün!

bir-aylak-adam-yusuf-atilgan-65088-1.İlk romanı ikinci olur

Şahan’dan öğrendiğimize göre “Zebercet benim” dermiş Yusuf Atılgan. Bunca iç karartan romanı; yaşamla ölüm arasında bir yerde yazdığını, söylemiş. “Sevgiyi yazdım ben orada” demesini düşündüm. Doğrusu bu. En karanlık, insanın en onulmaz yaralarını anlatan öyküler, eğer bize umuda dair bir çift söz etmezse ölüdür. Düşünüyorum; tüm büyük yapıtlar, eninde sonunda bize ipuçları sunar. Sevgi deyince; Hacırahmanlar Spor Kulübü kurucusu. Amatörce, özenli bir sevginin peşinde… Her yıl aynı Çehov öyküsünü okuması, ‘Bozkır’ı; Faulkner sevdası akılda kalan ayrıntılar. Bir de, ‘Anayurt Oteli’ni yazarken bir fare dadanır tavandan, çıtır çıtır sesi gelir… “Ben de romana bir fare koydum” der, romancı…

İlk romanıyla Yunus Nadi Roman Armağanı’nda ikinci olur Yusuf Atılgan. Birinci ‘Yılanı Öldürseler’ romanıyla Fakir Baykurt’tur. Seçici kurul ikiye ayrılır. Orhan Kemal romanı beğenir beğenmesine ama “meselesi yok” der. Patırtı kopar. Feti Naci alabildiğine yanında durur romanın ve elbet yazarının. O zamanlar dergilerde kıyasıya tartışmalar yürütülür. Can Yücel ve Feti Naci arasında Dost Dergisi/Mayıs/1959’da yapılan tartışma çekici ve ibretlik. Ben Yusuf Atılgan’a Armağan kitapta okudum.

Aynı kitapta Yusuf Atılgan için yazılan tüm metinleri bulmak mümkün. Düşün/yazın yaşamımızı nasıl göbekten ayırdığını hemen görüyoruz. Onat Kutlar ve Erdal Öz’ün tanıklıkları önemli; tutumlarını, saptamalarını kendime yakın buldum. Üzerlerinde etkisi olduğunu gördüm Atılgan’ın. Erdal Öz’e 1991 güzünde yazdığı mektup edebi bir başyapıt. Kısa, yalın ve tam da yazarın elinden çıkma büyüde. Hakkında yazılan sert ve acımasız eleştirileri bugün geçerli saymak olası değil. Daha şimdiden kazındı tarihimize büyük romancı…

Yusuf Atılgan’a dönüp bakarken, elbette ben de bir kurgu yaptım. “Ceren’e Masal”ı okumamışım, şimdi karşılaştım, çok sevdim. Çağına tanıklık etmiş, hırslarından arınıp yaralarını, açmazlarını sevmiş bir yazarla karşılaştım. Kahramanlarından daha ileri bir roman kahramanı, desem yeri! Uzun aralıklarla ve az yazmasıysa rastlantı değil. İçinde büyüyen o korkulu yalnızlıkla, yaşama dair sorduğu sorularla başa çıkmak istemiş sanki. Bunu en yalın haliyle ve mükemmel yazmak istediğine eminim. Hep ertelenen romanlarla dolu yaşantısı…

Bugün o kıyı kasabasından kalkan otobüsü bir limana yanaştırmayı başardım mı, emin değilim. Yolculuklarla aram iyi değil. Durmayı sevdiğim yaşlardayım. Geceleri ilk gençliğin terlerini dökmüyorum; ama iyiden karanlığın bastırdığı bugünlerde, içine sıkıştığımız korkulu bir oteldeyiz birlikte. Bugünü nasıl yazardı Yusuf Atılgan? Ya da yazmaya değer bulur muydu?

 

http://www.birgun.net/haber-detay/bir-aylak-adam-yusuf-atilgan-87395.html

Enver AYSEVER | Tüm Yazıları
Hits: 1275