Dikkat Bir Aydınlanma Erdemi

Erkut Sezgin’e, son yapıtının verdiği coşkuyla…
Soğuk savaş yıllarıydı. Kondüktör, biletimi dikkatle inceledikten sonra, “Siz nereye gidiyorsunuz” diye sordu. Şaşırdım. Orada yazıyordu. “Varşova’ya”, dedim. Fizik bilimcisi bir arkadaşımı, Bogdan’ı ziyaret edecektim. Kondüktör, “ama biz Frankfurt’a gidiyoruz. Sizin bineceğiniz tren bizden iki dakika sonra perona girecekti” deyiverdi.
Bundan birkaç yıl sonra tanıştığım arkadaşım Türkolog Wolfram da, henüz Türkçe öğrendiği yıllarda bir gün Haydarpaşa’dan trene binmişti. Tam saatiydi, ama tren kalkmıyordu. Aşağıya inip, kondüktöre sorduğunda, “Hemen kalkıyor” yanıtını almıştı. Telaşla vagona binip, beklemeye başlamıştı. Ama tren bir türlü kalkmıyordu. Yeniden aşağıya inip, sorduğunda yine, “Hemen kalkıyor” demişlerdi. Oysa sözlükte “hemen”in karşısında “gleich” yazıyordu. Sizin “hemen”in bizim “gleich” olmadığını oracıkta anlayıvermiştim, demişti bana.
Leipzig’e (zamanın Doğu Almanya’sına) kitap fuarına gelmiştim. Bizimkilerinin de bir stant açtığını gördüm. Sevinçle yaklaştım. Pamukkale’yi, Hitit Güneşi’ni, Kommagene heykellerini vs.yi gösteren posterlerle, hediyelik eşyayla bezenmişti. Elçilikten olduğunu söyleyen bir bey, tanıştıktan sonra imalı bir biçimde orada ne aradığımı sormuştu. Gittiğime bin pişman, bursumu keseceklerinden korkmuştum. Sonuçta bir şey olmadı. Arkadaşım Michael de buna benzeyen (aslında benzemeyen) bir olayı anlattı sonraları. Ülkesinin bir yurtdışı bursuna başvurduğunda bir jüri üyesi iki yıl önce gittiği Leipzig’de ne aradığını sormuştu. Sonuçta bursu alamamıştı. Yalnızca sorular aynıydı.
Die Zeit’ta geçen ay “Aufmerksamkeit” (attentio, intentio) üzerine üç tam sayfayı dolduran bir takım yazılar çıktı. Dikkat, dakiklik, titizlik, özen, duyarlılık, yoğunlaşma gibi kişisel özelliklerimizin günümüz toplumundaki durumunu konu edinen bu yazılarda, buradaki bağlamda hemen akla yatan bazı çözümlemelere rastladım. Kendisiyle yapılan söyleşide bilim tarihçisi M. Hagner, bu dikkatin ve dakikliğin Aydınlanma’nın, sekülerleşmenin ana erdemlerinden olduğunu söylüyor. Descartes’a da dayanarak; bu çağın araştırmacısının konuya yoğunlaşırken, hemen her şeyi unutturan, yani transa benzeyen, esrimeli hallerden uzak, dışa açık bir tutumla çalıştığını; yoğunlaştığı konuyu dua ya da meditasyonla bilmeye çalışmadığını, ona kutsallık atfetmediğini; bu sürecin, durağanlık yerine, yeniye ve bilinmeyene nesnel bir odaklanma olduğunu söylüyor.
Buna göre bu dikkat ve dakiklik, hristiyanlığın içe gömülme’sinden, derine dalış’ından farklı bir şey oluyor. İnsanı ve dünyayı araştırmak, incelemek isteyen bu dikkatlilik Burjuva Aydınlanması’nın temel erdemi konumuna yükseliyor. Disiplinli, özenli, sabırlı, sapmayan, dağılmayan ve aynı zamanda özgür bir dikkatlilik…
Bireyin bu yeni özelliği, burjuva toplumunun işlerliğini ve devletinin idamesini olanaklı kılan bir önkoşula dönüşüyor. Aydınlanma insana, bir konuya dikkatlice yoğunlaşmak, bu yoğunlaşmayı öğrenmek, alıştırmasını yapmak, daha da yetkinleştirmek görevini bir erdem olarak yüklüyor.
Bu erdemle kapitalizmin biçimsel rasyonelliğinin ve bu yöntemle tasarlanan biçimsel hukuk devletinde yasaya koşulsuz itaatin bireysel temeli atılmış oluyor. İnsan Aydınlanmayla özgürleşirken, kendi öz-erkine kavuşurken; böyle bir erdemle doğayı ve kendini özgürce tanıma yolunu bulmuşken, aklını ve onu kullanma cesaretini rafa kaldırdığı ya da buna zorlandığı bir tüketim toplumunda, emsalsiz bir siyasal - iktisadi işleve dönüşüyor. Öncekinden daha çok tutsak alınıyor, köleleşiyor, nesneleşiyor.
Wolfram, Aydınlanma’nın henüz gereğince saramadığı bir loş peronda gecikmeli treninin kalkmasını bekliyordu. Benim binemediğim tren modern Batı’nın baş döndüren dakik hızını bir kez daha göstermişti. Jüri üyesinin Michael’e o soruyu soruşu bu erdemin, içi boşaltıldığında, insanı nasıl kör bir uyruğa dönüştüreceğinin göstergesiydi. Bizim elçilik elemanının hal ve tavrı, yabancılaştırıldığında bu erdemin dönüşebileceği o barbarlığın çok uzağında kalan, “dakik ve dikkatli” olmayan, iyi ki miskin ve dağınık bir işlev ögesinin veya insaflı bir Anadolu çocuğunun alışılmış durumuydu.
Çıktı:Ümit Sarıaslan, Çerçevesinden Taşan Tarih (Yaşım ve Başımla Ben / Kemal Samancıoğlu), Ankara 2011;Erkut Sezgin, Esrarıengin Arkeolog. Tarihin Derin Kazısı Olarak Sanat ve Duyarlılığın Kesişen Ufku, İstanbul 2011

(Cumhuriyet Bilim Teknik 21.05.2011)

Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ | Tüm Yazıları
Hits: 2066