İlmiye sınıfı ve cehalet

~ 16.06.2014, Av. Sabri KUŞKONMAZ ~

Başlığı içeriğini “Türk-İslam” devlet geleneğinde bulabiliriz. Bu gelenekte devlet aygıtı hiyerarşisinde “ilmiye sınıfı” da yer alır. Açıkça anlaşılacağı gibi, bilim insanlarından oluşan bir kesim, devletin organik yapısı içindedir.

Bu saptamadan bir sonuç; devlet için yapılan bir “ilmî” çalışmadır temel olan.
Şimdi, kamu kurumu dahil, kimi medya kuruluşundan damlayan ilmî incilere bir bakalım: Osmanlı’ya karşı kışkırtılan Araplar. Osmanlı’ya karşı kışkırtılan Balkan halkları, kışkırtılan Kürtler, Ermeniler, Süryaniler… Oyuna gelen Rumlar…

Hepsinde de bir kışkırtma “milli” söylemi ile açıklanıveriyor. Adının önünde akademik ünvanlar yazan koca koca insanlar. Gözlerini aça devire, aça devire anlatıyor ve ilim deviriyorlar.

Biz, kışkırtmalar sonucu Ortadoğu’yu kaybettik, Balkanları kaybettik, Ege adaları elimizden kaydı gitti. Sanki bir kalıp sabundur sözü edilen. Sanki misket oyununda ütülen misketler söz konusu.

Bu tabloyu ne Weber ile ne Foucault ile ne de Baudrillard ile açıklamaya kalkışmamalı. Nuray Mert’in söz ile “Bırak Foucault‘u, koyver gitsin.”
Hadi, biz de sonuna kadar indirgemeci bir yaklaşımda olalım; bütün bu ilmî olmayan ilmiye görünümlerinin nedeni İslam devlet geleneğinin başlından buyana, Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı’da yaşamış olan ilmiye sınıfının iktidara kapılanması gerçeğinde yatmaktadır. İlmiye sınıfı iktidara kapılandı mı, iktidar himayesi altına girdi mi, artık orada özgür bilim ve özgür düşünce olamaz. İlmiye, ilmi bırakıp, resmi tarih/resmi söylem dolaylarında kalır. Öyle olmuştur.
Ondan sonra, gelsin biz yenilmedik, ama dostlar yenilince yenilmiş sayıldık, masada kaybettik. Gelsin, istihbarat savaşında kaybettik…

İlmiye, aklî tarzı bin yıl önce devlet duvarına astı. Şimdiki zamanda siyasilere yön vermesi, siyasilerin de bu kesimden akıl alması olanaksız... Şimdilerde yaşadığımız akıl ve bilim dışılığı –ve de hukuk dışılığı- görüp, buna çözüm üretecek bir “kültürel” gövdenin olmaması bundandır. Bir başkanın her gün ülkesine, halkına ve dünyaya karşı sayısız ağır suç işlemesine karşın, hala o koltukta durabilmesi de bundandır. En azından nedenlerden biri budur. Bunca yanlışa karşın orada durabilmesi, hukukun, Anayasa’nın yetersizliğinden değil, bu cehaletle yaralı toplumsal yapının sonucudur. Tarihsel süreç içinde, iktidardan ayrı bir akıl gövdesinin oluşmaması, sivil toplumun yeşermemesi temel etkenlerdendir. Çünkü sivil toplumu oluşturacak olan “sivil düşünce” özgür düşünce, iktidardan mansıp ve himaye derdine düşen ilmiye sınıfınca asla yaratılamaz. Tarihe geriye gitmeye gerek yok; bilimlerin “evrenselliği, bütünselliği” kavramına dayanan üniversite kurumu bile, bizim ülkede bilindiği üzere devlet kapısına memur olmak için bir araçtır. Ve bu nedenledir ki, Sümerbank’a memur olmak için üniversitenin Sümeroloji bölümünü tercih edenler görülmüştür.

İşte bu tabloda, IŞİD onca silahına, külahına karşın, “sivil toplumdur.” Çünkü bu tarihsel kültürel arka plandan çıkacak sivil toplum ve sivil toplum örgütü bu kadar sivil olur!

Bu arada biz de Yeni Osmanlı düşleri içinde, kışkırtacak bir Bavyeralı Alman veya Oxfordlu İngiliz bulsak. Olmadı, Utahlı bir Amerikan. Başkaları kışkırtmayı başardığına göre, bizler niye başarmayalım!
Haftaya dize; “taşıdım durdum acıyı küçültüp” ( Oya Uysal, uzak olan sendin, YKY)

Av. Sabri KUŞKONMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 1405