Siyasal İkdidarın Denetimi ve Anayasa Yargısı

~ 10.04.2014, Av.Feyzi Çelik ~
II.Dünya Savaşından sonra başta Avrupa olmak üzere yeni bir Anayasacılık hareketi başlamıştır. Totaliter ve otoriter rejimlerin önünü kapatmayı esas alan bu Anayasacılık hareketinin temel ilkesi "Anayasanın üstünlüğü-Bağlayıcılığı ve güçler ayrılığı ile yargısal denetim"dir. 
"Anayasanın üstünlüğü" ilkesinin anlamı, normlar hiyerarşisinde anayasanın en üstte yer alması, diğer mevzuatın Anayasaya uygun olmak zorunda olmasıdır. 
Güçler ayrılığı ayrılığı ilkesinin yargı bakımından en önemli sonucu budur. Güçler ayrılığı, güçler arası mutlak bir ayrılık anlamına gelmez. Devletin üç temel gücü olan yasama, yürütme ve yargı organları arasında dengeli bir işbirliği kaçınılmazdır. Güçler ayrılığı da bu dengeli işbirliği üzerinden işler. 
Yasama ve yürütme/idare organlarının yargısal denetimi ön görülmüştür. Yasaların denetiminde genel olarak Anayasa Mahkemesi(AYM) yahut Yüksek Mahkeme(YM) kurulmuştur. 
Yeni anayasaların kurucuları ve teorisyenleri tarihi tecrübelerden(faşizm,nazizm) gerekli sonuçlar çıkararak, temel yasalara 'çoğunluk kuralını' sınırlayıcı prosedüral ve kurumsal düzenlemeler koymuşlardır. (Prof.Dr. Mehmet Semih Gemalmaz, 'Devlet, birey, özgürlük' s. 286, 2.Baskı, Legal Yayıncılık 2012)
AYM, Türkiye Anayasasına yukarıdaki gelişmelerin etkisiyle 1961 Anayasası ile Türk hukuk sistemine girmiştir.  1924 Anayasası da kanunların anayasaya aykırı olamayacaklarını bildirmekle, anayasanın üstünlüğü ilkesini dolaylı olarak kabul etmişti. Ancak bunu pratik anlamda hayata geçirecek yargısal kurumlar yoktu. Sistem TBMM'nin üstünlüğü şeklinde işliyordu. 
1961 Anayasası, anayasayı, TBMM dahil bütün organ ve kuruluşların üstüne çıkarmış, "üstün ve bağlayıcı" ilan etmiştir: "Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır."(m.8/2) Bu üstünlük ve bağlayıcılığın gerçek bir anlam ifade edebilmesini sağlamak için yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. 
1924 Anayasası hazırlandığı sırada gündemdeki kilit sorun ulusal devletin kurulması, toplumun yeniden biçimlendirilmesi, çağdaşlaştırma ve radikal reformlar, vb idi. 1960'da ise esas sorun siyasal demokrasinin kurulması ve korunmasıdır. 1924 Anayasasını yapan güç, iktidarda kalıcılığını bilen ve kalan güçtür. 1961 Anayasasını kotaran güç ise iktidarda kalmayacağını bilen, genel oy koşullarında iktidarın gene eski sahiplerine teveccüh edeceğini hesaba katmak zorunda olan bir güçtü. (Bülent Tanör, İki Anayasa)
Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun amacı bu olunca Avrupa ve batı demokrasilerinin tersine Türkiye'de Anayasa mahkemesi bireyden çok devleti koruyan bir konumda yer almıştır. Örneğin Avrupa'da Faşist partilerin yasaklanması için getirilen düzenlemeler Türkiye'de iktidara gelme şansı çok az olan Komünist/Sosyalist/Sol partiler ile Kürt sorunu odaklı partilerin kapatılması esas alınmıştır. Sistemin temel niteliği olan laikliği korumak adına islami referanslı partiler de kapatılmıştır. Bazı konularda olumlu kararlara imza atsa genel karekteri devlet vesayetini korumak olmuştur. 
Siyasal iktidar, yargı ilişkisi en sancılı ve çatışmalı dönemini AKP hükümeti döneminde yaşanmıştır. AKP'nin iktidara geldiği 2002'de AYM başkanlığı yapmış biri olan Ahmet Necdet Sezer'in bulunması sancı ve çatışmaya yeni bir boyut getirmiştir. Cumhurbaşkanının devletin başı oluşu, yargı, yürütme ve yasama ile ilgili yetkileri nedeniyle hükümet ile cumhurbaşkanı ve AYM arasında sürekli bir tartışma yaşanmıştır. Buna cumhurbaşkanının AYM ve Yüksek yargı kurumlarındaki atama yetkisi de dikkate alındığında bunun yürütme ve yasamanın işlemeyeceği sorununa neden olabileceğinin çeşitli örnekleri görüldü. Bunun yetersiz kaldığı dönemlerde TSK'nin müdahaleleri de kendisini gösteriyordu. Bunun giderek iktidarda tek başına bulunan bir partiye kapatılma davası açılması ile devam edilmesi işin içinden çıkılmaz bir duruma gelinmiştir. AKP, iktidarını sürdürmek için bir yandan gizli polis/istihbaratı devreye koyuyor öte yandan gerçek iktidarı kendisine sağlayacak kurumlara yerleşmeyi amaçladı. Bunun ilk adımı süresi dolan yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesiydi. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi bunun ilk adımı oldu. 
İktidarın kalıcılaşması için yasal ve anayasal düzenlemeleri yeterli görmeyen AKP hükümeti, özellikle polis ve yargı içinde kendi paralel iktidarının tohumlarını 2010 Anayasa değişikliği paketinden önce atmıştı. Geçmişteki derin devleti hedef alan AKP'nin oluşturduğu Beşiktaş polis/ yargı ağıyla Ergenekon, Balyoz ve Kozmik oda operasyonları bu dönemde başlamıştı. Bu yapı dış görünüş itibarıyla homojen görünse de içten içe AKP/Cemaat çekişmesini içinde barındırıyordu. Sistemin o dönem itibarıyla anayasal dayanaktan yoksunluğu, çekişme ve çelişkilerin ikinci planda kalmasını sağlamıştır. 2010 Anayasa referandumu ile yasal dayanağı olmayan yapı yasal dayanak ve organlarlarına kavuşunca eski derin devlet odağının dönüşü zorlaştı. Bu durum AKP ve cemaat arasındaki çekişmeyi iktidar mücadelesine dönüştürdü. Devletin ideolojik ve baskı aygıtlarını devralan yeni aktörler siyasi gücü temsil edenleri geçici, kendilerini kalıcı hale getirmek için ellerindeki tüm araçları kullanmaktan geri kalmadılar. Bu araçlardan en önemlisi demokratikleşmenin olmaması ve Kürt sorununun çözülmeyişiydi. Bu durumda geleneksel derin devletin geriletilmesi yetmiyordu. Daha önceki devlet pratiğinde suç olarak tanımlanmamış legal kürt siyasetini silahlı örgüt sayan görüşlerin hukuksal teorisi yapılarak yasal Kürt siyasetine karşı bir soykırım operasyonu devreye sokuldu. Aslında yapılan bir çeşit anayasayı dikkate almamaktı. 
Başlangıçta başbakan ve hükümetin koordinasyonu ile yapılan bu operasyonun boyutu doğrudan doğruya Genel Kurmay Başkanlığı yapmış birini ve MİT Müsteşarını hedef alınca AKP'nin birlikte kurduğu paralel iktidarın giderek AKP'yi hedefleyen bir paralel yapı haline geldiği görüldü. Başbakanın inadı ve burnunun ucunu görmeyen kibri bunun boyutunu anladığında neredeyse iş işten geçmişti. 
Cemaat, HSYK içinde etkinlik kurarak, Yargıtay'da da etkili olmaya başlamıştı. Hukuksal dayanaktan yoksun, savunma hakkını yok sayan yargılamalar sonucu oluşturulan mahkumiyet kararları bir bir Yargıtay'da onanmaya başladı. İşte tam bu süreç içinde Anayasa Mahkemesinde özgürlük ve demokrasi içerikli açıklama ve kararlar verilmeye başlandı. Bunlardan en önemlisi uzun/farklı tutukluluk süresini uzatan TMK hükmünün iptaliydi. Bireysel başvuru üzerine Balbay ve BDP milletvekilleri kararları AYM konusunda umutları artırdı. En son Twittir kararı ile de bunu perçinledi. Başbakan ve hükümeti bundan memnun olmadı. AYM'nin yetkileri sorgulanarak mahkeme üzerinde siyasi baskılar oluşturuldu. Tarihinde ilk kez özgürlüklerin nefes almasında rol oynayan mahkemenin bu siyasal baskılara ne kadar dayanacağını göreceğiz. AKP mantığının ürünü olan bir cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerden oluşan bir mahkemeye karşı bu kadar öfke ve saygısızlık duyuluyorsa bunun nedeni otoriterleşmeye doğru giden gidişattır. 
Güçler ayrılığı ve Anayasanın üstünlüğü ilkesini içselleştirmemiş bir iktidarın özgürlükler yönünden toplum ve birey için her zaman tehlike olacağı bilinmelidir. Giderek çoğulculuğu bir tarafa bırakıp çoğunlukçu/milli idareyi gerekçe göstermek iktidarları haklı kılmıyor. Seçim hileleri ve seçim sistemini kendinize göre ayarlayıp çoğunluk sağlanabileceği son seçimlerde yaşananlarla yeterince anlaşıldı. Yargının denetiminde yapılması gereken seçimler yürütme tarafından denetlenen bir yargıya teslim edildi. Yargı o kadar etki altına alındı ki siyasi iktidarın haberi olmadan hiç bir şey yapamaz duruma geldi. Yargıyı etkilemenin kapsamı genişledi. Sıradan bir olayda dahi yargı ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Yurttaşın hakkını arayabileceği makamlara güven zedelenmiştir. En üstten en alta kadar bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasının koşulları her zamankinden daha azalmıştır. İktidarın dışında kalan muhalefetin sırf bu ihlal etrafında bir araya gelmeleri zorunludur. İktidarın hedefinin de kendisine yönelik bloklaşmayı önlemek olduğu da bilinmelidir. Oluşturdukları yapıyla toplumun genelini ilgilendiren savaşa dahi girebilirler. I.Dünya savaşında İttihat ve Terakki Partisinin kendi iktidarını sürdürebilmek için yaptıklarıını yapabilirler.
Av.Feyzi Çelik | Tüm Yazıları
Hits: 1423