Zordur akıntıya kürek  çekmek. Hatta bazen  imkânsız. 
 Ancak yaşamda, kişinin  akıntıya kürek çekmesi  gereken zamanlar vardır.  Dayanması gereken zamanlar.  En azından, dayanmayı  denemesi. 
 Akıntıya kürek çekenler,  doğru ya da yanlış, kendi  burunlarının dikine giden  özgün insanlardır. Onlar  cesurdurlar. Çünkü özgünlük,  cesaret gerektirir.
  Oysa ne kadar kolaydır,  akıntıyı arkasına alıp pupa  yelken, hızla ve alkışlar  arasında ilerlemek. Cesaret  gerekmez, nereye diye  sorgulamak fuzulidir, çünkü  yalnız değilsinizdir bir; akıntı  nasılsa götürüyordur bir  yerlere, iki. Anca beraber  kanca beraber, sonuçta karaya  varılır nasılsa. O varış, karaya  vurmak olsa da. 
 Akıntı, çoğunluk demektir.  Çoğunluk, genelin istemi, yani  halkın, ailenin, arkadaşların  çoğunluğu olabilir. Tuttuğunuz  takım tarafından çizilen  ve empoze edilmese  de uyanın ödüllendirilip  uymayanın cezalandırıldığı,  cezalandırılmadığı zaman, en  azından görmezden gelinerek  yok sayıldığı “genel” politika ya  da “trend” de olabilir...
***
 Zaten çoğunluk böyle  yaratılır. Birileri bir karar  verir, kararını izleyenleri göğe  çıkarır, uymayanların hakkını  yer ve arkasına aldığı taraftar  topluluğuyla herkes adına  hareket ettiğini ilan eder. Olur  size genel kanı, ana akım,  politika ya da trend. 
 Sizin de fark ettiğiniz gibi, bir  süredir akıntıya kürek  çekiyorum. Çünkü hiçbir işin  yolunda gittiğine, her şeyin  güllük gülistanlık olduğuna  değgin hiçbir işaret  görmediğim gibi, pembeye  boyanıp gösterilen işaretlerin  hayra değil, şer’e alamet  olduğunu sanıyorum.  Yanılabilirim. Umarım yanılırım,  zaten. Ancak haklı çıkarsam,  artık bu kez, empoze edilen  trendlerin tersine giden  düzlerin, kamuoyunu yanıltıcı  akıntı yaratan ve uyanlara  hesap sorması gerekiyor.  Kendilerini halkın sesi sanan,  kendi çıkarlarını toplumun  çıkarıymış gibi sunan bu  medyatik genellikten bıktım  ben. Medyatik genellik de  benim gibilere zor tahammül  ediyor zaten. Ancak dananın  kuyruğu, benim  tahammülümün sonunda  kopacak. Onların değil.
***
 Yukarda okuduğunuz  satırlar, 15 Mart 2003’te  yayımlanan “Bıkkınlık” başlıklı  yazıma aittir, sevgili okurlarım.
  On bir yıl önce bugünlerde,  bir avuç dürüst gazeteci, daha  düzmece darbe tutuklamaları  başlamadan, gazeteciler  yazmaktan ürkmeden, insanlar  telefonda konuşmaktan  korkmadan önce bile Türkiye  Cumhuriyeti’nin başına örülen  çorabı öngörüp umutsuzluğa  kapılıyor, dayatılan “çoğunluk”  masalından benim gibi  bıkkınlık duyuyorlardı. 
 Oysa o çoğunluk, o medya  ve şimdilerde “yetmez ama  evetçi” damgasıyla anılan  güruh, AKP hükümetine alkış  ve demokrasi geldi diye  tempo tutuyor, Türkiye  AB’ye girdi girecek  sanıyorlardı. Medya  patronları, “hele paranın  tadını alsınlar, bunları  da burnuna halka takıp  yönetiriz biz” modunda  pek şendi. Kimi bu  patronların kuryesi,  kimi R.T. Erdoğan’ın  “abisi” olarak köşklerde  ve villalarda komisyon  gazeteciliği yapan  medya yöneticilerinin,  köşe yazarlarının keyfine  diyecek, AKP hükümetine  düzdükleri övgülere sınır  yoktu. TÜSİAD, ekonomi  iyi gidiyor, küreselleşiyoruz  diye çook, çok umutluydu,  gelecekten...
***
 AKP hükümetinden  mutlu, çoğunluktan umutlu  bunların hiçbiri 2007  seçimlerinde ve çoğu  2011’de bile ayılmadıkları  gibi; sabah baskınlarına,  müfteri tutuklamalara,  düzmece davalara itiraz  eden biz bir avuç dürüst  gazeteciyi de faşist,  darbeci vb. ilan ettiler.  Ta ki içlerinden bazıları  ihbar ettikleri darbecilerle  aynı sanık sandalyesine  oturtuluncaya kadar...
  Bizler, çoktan  işlerimizden atılmış,  büyük olmadığımız için  rahatlıkla küçülmüş, başımız  dik durmaya çalışıyorduk.  Ama onlar “abilik”ten, hatta  yalakalıktan atılıp, maliye  kırbacıyla terbiye edilen medya  patronları da beslemelerine  dair “at o tetikçini bakiim...”  emirleri almaya başlayınca,  feryadı bastılar. 
Şimdi hepsi muhalif. İlk  günden beri Türkiye’nin  üstüne kapanan kurşun  kapağı öngörüp mücadele  eden bizlerden daha çok  bağırıyorlar. 
 Bu yazıyı niçin yazdım? 
 Gelecekte, Türkiye’yi bu hale  düşürenlerin geçmiş vebalini  unutmayacağımı ve bu vebalin  takipçisi olacağımı, peşinen  söylemek için.
 G N O K T A S I
  İzmir’den bir kitap  geldi. Avukat Önder  Limoncuoğlu,  “Denemeler” başlığını  taşıyan son kitabını,  “Mine Kırıkkanat kızıma...”  diye imzalamış. İçine iki  yazımı almış, “Ben bu kıza  bayılıyorum, beni İslam  tarihi meraklısı yaptı”  yorumuyla da bizzat  giriştiği araştırmaların, hem  aydınlatıcı, hem de öğretici  sonuçlarını yayımlamış.
  Bir yazar daha ne ister? 
 Doğruya adalı yetkin bir  kalemin ödülü, okur güveni,  sevgisi ve takdirinden  başka ne olabilir? 
 Hele ödülü verenin eli de  kalem tutuyorsa, tadından  yenmez! 
 Sayın Önder  Limoncuoğlu’na teşekkür  ediyor, “kızı” olmaktan  gurur duyduğumu  belirtiyorum.
?“İntikamımız, bağışlamak olacaktır.” TOMAS BORGE
