Yeni bir Müslüman burjuvazi: Süslüman

~ 15.11.2013, Nilgün CERRAHOĞLU ~

?‘Türban konusunda fikrimi değiştirdim’ diyen hocaların hocası Prof. Dr. Nermin Abadan Unat: Demokrasi, ne kılık kıyafet tespitiyle başlar ne biter.  
?Geçmişte, bu politik simgenin yasaklanması düşüncesi taraftarıydım. Zamanla dinin güçlü bir birleştirici unsur olduğunu anladım. Dünya küreselleşti ve küreselleşen düzende insanlar birbirlerine daha yakın olmak için ortak değer arıyor. 

Görmüş geçirmiş…
Hocaların hocası bir siyaset bilimci ve birkaç insanın yaşamına sığacak denli büyük bir kişisel serüven sahibi bir kadın olarak Nermin Abadan Unat “Geri gitmeye inanmıyorum” diyerek ekliyor:
“Türkiye’nin bugüne dek kat ettiği mesafeyi kaybedeceğine inanasım gelmiyor. Değişim engellenemez. Mehter yürüyüşü gibi ileri geri olsa da bu değişim geri gitmez, ileri gider. 92 yıllık yaşamımda ben Türkiye’nin hep ileri gittiğini gördüm!”
“Avrupa’ya Türk kadın göçü” çalışmalarını onurlandıran Paris’teki önemli bir toplantının ardından Prof. Nermin Abadan Unat’la yaptığımız görüşmenin özeti bu.
Nermin Hanım “iyimserliğini” yaşının verdiği tecrübe, yumuşama ve hoşgörüyle açıklıyor.
Türban konusunda kendisiyle aynı iyimser bakışı paylaşmakta güçlük çeksem de 92 yaşında teredütsüz “Fikir değiştirdim!” diyebilmesine hayranlık duyduğumu söylemem lazım.
Dünyadaki değişimleri yakından izleyen ve yadsımak yerine “değişimi” her daim kavramaya çalışan Unat’la konuşmak, son kertede bir hayat dersi ve insanda her halükârda büyük bir “enerji dopingi” etkisi yaratıyor.

‘Türban simge ve mesajdır’
- Türbanın Meclis’e girmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Kılık kıyafet daima bir politik simgedir. Dünyanın her yerinde bir kimlik ifadesidir. Bunu bütün sosyal bilimciler kabul ediyor. Dış görünüş bir mesajdır. Mesaj değişik biçimlerde olabilir. Konformizm yani bir temel uyum olarak alınabilir yahut da bireysel tercih olarak. Hitler zamanında tüm gençlik, bir gençlik teşkilatına teşvik ediliyordu ve hepsinin kıyafeti tekti. Aynı şey Sovyet ‘komsomol’da vardı. Komsomol’a alınan genç aynı zamanda partiye üye adayıydı. Onun da bir kıyafeti vardı. İzci kıyafetine benzer bir şey. İzci kıyafeti de bir ifadedir.
- Türban da bir üniforma mı?
Dış görünüş bir mesajdır. Dolayısıyla kıyafetin bir siyasi iletisi olabilir, olmayabilir de. Bunun üzerinde çok duruldu. Ben aslında kişisel olarak bu çok sert kurallardan oldum olası rahatsızım. 78-80 arası kontenjan senatörüydüm ve Meclis’in içtüzüğüne uymak zorundaydım. İçtüzükte, erkekler kravat takım elbise, kadınlar tayyör giyer, diyor. Bu kısıtlayıcı bir tariftir. İnsan kapalı bir elbise de giyebilir. Avrupa Konseyi’nin Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu’nda, 78-92 arasında 18 yıl görev yaptım. Komisyonda (İngiliz Lordlar Kamerası’ndan) bir leydi ile tanıştım. Londra’ya gittiğimde beni parlamentoya davet etti. Leydilerin hepsinin ayağında pantolon. Dikkatimi çekti, sorduğumda “Gayet normal” dediler; “Bizde ne avam, ne lordlar kamerasında kısıtlama yok. Herkes istediği gibi giyiniyor.” Bu benim böyle kafamda kaldı. Konu Türkiye’de tartışıldığında hep bunu hatırladım. Demokrasi, ne kılık kıyafet tespitiyle başlar ne biter.

‘Ertuğrul Günay gibi düşünüyorum’
- Ama şimdi farklı bir durum var. Türban aynı zamanda politik simgedir, dediniz. Politik simgenin hodri meydan dayatmayla Meclis’e girmesi söz konusu.
Belki yadırganacak ama eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın bir açıklaması var. Bana çok makul geldi. “Bunu böyle inanç gereği yapıyorum diyeceğine; bu milletvekili arkadaşlar ‘kişisel tercih’ deseydi daha güzel olurdu” dedi Günay. Bunu tamamen benimsiyorum.
-Ne fark ederdi?
“İnancın gereği” olunca tartışılmayan bir inanca atıftır. Üzerinde fikir birliği yok. Örtünme zorunluluğu Kuran da var ama “ne şekilde yorumlanacağı” hususunda anlaşma yok.
 
En kötüsü ihbar Mekanizması
- Arap aydınlar dahil Kuran’da böyle bir emir yok diyenler var…
Teolojik tartışmaya girmek istemiyorum ama temel hak ve hürriyetler var. BM’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilan ettiği insan hakları bildirisi var. Bunların içinde Atlantik şartta yer alan 4 temel hürriyet var: hayat hakkı, vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve bedenin dokunulmazlığı. BM İnsan Hakları Bildirgesi bugün bütün anayasaların temel belgesi. Orada sade o 4 özgürlük değil, başka özgürlükler de sayılıyor. İnsan Hakları Bildirgesi’nde sıralanan özgürlükler. Hepsi eşdeğer midir; yoksa temel özgürlüklerden birini öne çıkarıp üstünlük mü tanımak gerekiyor? İnanç özgürlüğü eğer özel yer işgal ediyor ve bir şemsiye vazifesi görüyorsa o zaman diğer özgürlükleri ancak o inanç özgürlüğü çerçevesinde kullanmak mümkün olabilir. Bu, laiklikle bağdaşan bir durum değil. Laiklik tarafsızlığı öngörüyor. İnanç özgürlüğü şemsiye olmayacaksa o zaman neye benzeteceğiz öteki özgürlükleri? Eşdeğer sütunlara. Özgürlüklerin hepsini aynı büyüklükte sütunlar saydığımızda; üstlerinde ayrıca bir dam olmuyor. Hepsi yan yana duruyor!
- Ama başbakan bu söylediğinizle tam ters bir yaklaşımda.Vaktiyle bir röportajında bana “Referansımız İslamdır. Referansımıza ters hiçbir şey yapmak, yaşamak istemiyoruz!” demişti. Bugün de “dinin gereği” diye inancı en tepeye yerleştiriyor ve skalayı bildiği gibi kendi kriterlerince yerleştiriyor.
Bu söyledikleriniz doğru. Ben de bir vatandaş olarak bunu izliyorum. Bunun karşısında ancak şu söylenebilir: İnanç bir kutsal haktır. Yani benim içimde, yüreğimde, kafamda olan neye inanıyorsam o tamamen bana aittir.
- Başbakan gerçekte “ümmet” diyor…
Efendim şimdi ben kendimi yurttaş olarak tanımlıyorum. Yurttaş demek ulusun bir parçası olmak demektir. Vatandaşım, seçmenim. Benim sıfatım bunlar.

Türbana evet, vekil suskunluğuna hayır!
- Seçmen/yurttaş demiyor, “millet” diyor ona da! “Millet iradesi” diye mistik bir şeyden bahsediyor. Millet iradesi de Rousseau’ya göre yurttaşların ortak iradesidir.
- Onu da tanımıyor! Geçende “Bizim partimiz ne Rousseau, ne Montesquieu’den çıktı!” dedi.
Montesquieu, kuvvetler ayrılığından bahsediyor. Yürütmeyle, yasama, yargıyı birbirinden ayırıyor. Millet iradesi teorisinin mucidi de Rousseau’dur. Volonté générale... Ama bu volonté générale herkesi silip süpüren bir kavram değil. Oradaki kavram, millet tarafından özümlenmiş herkesi tatmin eden bir çözüm ise o zaman “volonté générale/ genel irade” oluyor. Şimdi Sayın Başbakan düşüncelerine ben ancak saygı gösterebiliyorum. Meclis’e (türbanla) gelen kadın vekillerin tercihlerini de hoşgörü içinde kabul etmek zorundayım çünkü onlar gibi düşünen erkek milletvekilleri var. O erkek milletvekilleri kendilerini belli etmiyor. Bu ayrımcılık olmuş oluyor. Bu konuda fikrimi değiştirdim. Geçmişte, bu politik simgenin yasaklanması düşüncesi taraftarıydım fakat zaman içinde anladım ki bugün din çok güçlü bir birleştirici unsurdur. Dünya küreselleşti ve bu küreselleşen dünya düzeninin içinde insanlar birbirlerine daha yakın dayanışma halinde olabilmek için ortak değerler arıyor. Ortak değerlerden biri de elbette dinlerdir. Din toplumsal, büyük bir pekiştirici unsur, zamktır. Bunun için bunu gayet normal buluyorum. Bazı insanlar böyle bir eğilim, arzu taşıyabilir. Buna saygı gösterebilirim ama şuna pek saygı gösteremiyorum: TBMM’deki 58-59 kadın AKP’li vekilden yalnız 4’ü kürsüde görüş ifade etmiş. Bir siyaset bilimcisi olarak ben kadının parlamentoda sesinin daha fazla yankılanmasını isterim. Bunu hoşgörüyle karşılayamıyorum. Aksi takdirde bütün bu mücadele ne ifade eder? Kadın ya da erkek vekil kürsüye çıkmayacaksa ne işi var orada?
- Fikir değiştirdim ama bu adımın dini gerekçe yerine kişisel tercihle atılmasını yeğlerdim diyorsunuz.
Evet saygıyla karşılıyorum bunu. Varsın olsunlar ama milletvekilliğinin de gereğini yapsınlar.
- Türban toplumsal cinsiyet uçurumunu derinleştiriyor. Cinsler arası duvar örüyor. Meclis’e türbanın girmesinin ardından Başbakan’ın cinsiyet ayrımı üzerine giriştiği son atakları tesadüf olarak görmüyorum. Bu bir bütün. Toplumda etkisini hemen görüyoruz. Üsküdar’da 2 bekâr kız öğrencinin kapısına “Uygunsuz yaşam tarzını polise ihbar edin” ilanı astılar. İş türbanla kalmıyor. Çok tehlikeli yerlere gidiyor…
Çok haklısınız. İnanç sistemi şemsiye olursa ve kamusal hayat bu şemsiyenin icabına göre düzenlenecekse o zaman zaten kadın erkek eşitliği ortadan kalkar.
- Başbakan eşitliğe inanmıyorum diyor. Bunu söylüyor.
Anayasanın, demokrasinin hepsi o zaman çok büyük bir sarsıntı geçiriyor… En kötüsü de ihbara dayalı tahrik edici bir mekanizmanın tetiklenmesi…
- Bunu Başbakan özel talep ediyor. Gezi’den beri şu bu gerekçeyle “ihbar”ı yukarıdan teşvik ediyor.
Efendim bunlar son derece ürkütücü, korkutucu olaylar, insanı üzüyor ama bereket versin şimdiye kadar aykırı sesler de çıkıyor; aynı partinin içinde. Aynı partiden Bülent Arınç ara sıra, Sayın Cumhurbaşkanı böyle farklı sesler de çıkarıyor.

Vida çok sıkılırsa patlar!
Son Hayrünüsa Gül’ün “Ben özgürlüğüme düşkünüm” demecini okuduk. Bu da galiba mesaj! Elbette. Bizim Türk dilinde hükümet erkânına halk “baştakiler” der. Baştakiler neyi tercih ediyorsa, onların eşleri ne tercih ediyorsa “rol modeli” oluyor. Sosyolojide “rol modeli” çok mühim. Çocuk için okulda rol modeli öğretmen. Öğretmen başını örterse gayet tabii ki kız çocuk da öğretmen gibi olmak ister.
- Öğretmenim başını niye örtmüyorsun, diye soruyor şimdi çocuk.
Birtakım arkadaşlar, kendi meslektaşlarım son derecede üzgündür. Yani bu bizim elde ettiğimiz bütün hakların, kat ettiğimiz bütün mesafeyi kaybettirecek gelişme diyorlar. Ben bir türlü bu karamsar görüşe katılamıyorum. Katılamıyorum çünkü buldozer gibi gelen kuvvetle dayatmanın tutabileceğine inanasım gelmiyor.

‘Mehter yürüyüşüyle de olsa ilerliyoruz’
- İran’da oldu ama…
Şöyle söyleyeyim; 92 yaşına geldim. Yaşadım bu Cumhuriyetin bütün dalgalanmalarını ve neyi görüyorum? Her geçen yıl biraz daha geriye gitmiyoruz. İleri gidiyoruz ama ileri giderken de geriye kayıyoruz. Tam mehter marşı. Mehter ne kadar garipsenecek bir yürüyüş tarzı olsa da yine de ileri gidiyor. Hem geriye kayıyor, hem ileri gidiyor. Yani bu kadar bir birikimin yok olabileceğine inanamıyorum. TÜYAP açıldı. 300 kadar güzel sanat mensubu eserlerini sergiledi. Heykeller, tablolar vs vs. Her sene daha fazla kitap çıkıyor. En yeni kitabın tercümesi 3 ay sonra çıkıyor. Bu yayınevleri, bu kitapları satmasa cebinden ödemez. Yani bunu devlet basmıyor. Demek okuyucusu var ki...
- Sizin gibi iyimserliğini koruyabilen var. Benim gibi karamsar olan da…
Sosyal medya diye bir olay var.
- Cinsiyet ayrımı cihadına karşı son okuduğum bir sosyal medya yorumunu aktarayım: “Giderek bu ülkenin sahibi olmadığımı ve yabancılaştığımı hissediyorum. Bu yabancılaşmada yalnız olmadığımı biliyorum!” Türkiye algısında öyle farklı bir yere gelindi ki çok insan bu yabancılaşmayı hissediyor. Bu çok düşündürücü değil mi?
İnanılmaz hızlı bir kentleşme oldu. Şehirler çağdaş gecekondu oldu. O gecekondulara girip çıkıyorum. Tanıdıklarım var. Hayat tarzlarına bakıyorum: İki banyoları var, mikrodalgaları var. Aile fertlerinden her biri çalıştığı için gelir, memur gelirinden fazla. Çarpık çurpuk imarsız, çamurlu yollardan geçiyorsunuz ama onlar tüketici. Tüketicilik çok önem kazanıyor. Bunun yanında başka şeyler fazla önem taşımıyor…

Halk her şeyi hoşgörmez
- Yine de kötümser değilim, diyorsunuz. Korkmuyorum, kaygı duymuyorum diyorsunuz.
Diyorum ki bu dinamizm, bu heyecan, bu insanlarda ifadesini bulacak.
- Şimdiye dek hayat tarzına saldırı ve düşünce özgürlüğüne baskı vardı. Şimdi başka bir kırmızı çizgiye gelindi. Özel yaşama müdahale ve düzenlemelerden bahsediyor artık Başbakan. Hukuki çerçeveye taşınabilecek bir yere, eşiğe geldi iş! Bu şimdiye dek yaşanan tehdidin çok fevkinde olan bir şey.
Ama öbür taraftan da “süslümanlar” var. Süslüman yeni bir Müslüman burjuvazi…
Sonra bunca suiistimal iddiasından bahsediliyor. Bir noktaya kadar gelir yani. Halk her şeyi hoşgörmez… Seçim sathı mailine girdik. Sonuç bakalım ne olacak? Baştaki kişi vidayı bu kadar sıkıştırdıkça vida bir yerde gevşer ve patlar.

Nilgün CERRAHOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1411