 
                            “III. Mustafa, astrolojiye duyduğu güven  nedeniyle Avrupalıların başarılarını yanlış bir biçimde değerlendirmiş  ve bunu yıldızların etkisine bağlamıştı. Avrupa’da Fransa, İngiltere,  Avusturya, Rusya ve Prusya arasında geçen Yedi Yıl savaşları (1756-1763)  sırasında en küçük devlet olan Prusya’nın kazandığı zaferlerden hayrete  düşmüş ve II. Frederich’in başarılarında, olacakları önceden görüp kendisine bildiren müneccimlerin önemli bir yer tuttuğunu düşünmüştü. 
Bu düşüncenin yönlendirmesiyle Ahmed Resmi Efendi’yi  (1700-1783), elçi olarak Prusya Kralı’na yollamış ve ondan üç müneccim  istemişti. II. Frederich’in Ahmed Resmi Efendi’ye verdiği yanıt çok  düşündürücüdür:
‘İyi bir orduya sahip olmak, barış  zamanında harbe hemen girebilecek bir şekilde onu talim ettirmek,  hazineyi dolu tutmak; işte benim üç müneccimim. Bunlardan başka müneccim  yoktur. Dostumuz Padişah’a böylece bildirmenizi rica ederim.’
Bu olay Voltaire’in de kulağına gitmiş olmalı ki; ünlü matematikçi J.E. Montuclo, Matematik Tarihi adlı yapıtında, Voltaire’in hakaretlerine karşı III. Mustafa’yı savunmuştur:
‘Mösyö  de Voltaire’in hakaretini o kadar hak etmeyen III. Mustafa, Bilimler  Akademisi’nden Avrupa astronomisine dair en yeni ve mükemmel kitapları  istetmiştir.’ 
Dönemin en önemli siyasi olaylarından 1789  Fransız İhtilali, Osmanlılar’ı önce fazla alakadar etmemiş, bir  Hıristiyan devletin iç sorunu olarak algılanmıştı. Ancak ihtilal sonrası  Batı’daki siyasi durum ve müttefiklerin Babıâli’ye yaptıkları Fransa’ya  karşı bir (savaş) koalisyona katılma çağrısı üzerine; Reisü’l-Küttab Ahmed Atıf Efendi’den Divan’a bir layiha, yani rapor hazırlaması istendi. 
Ahmed Atıf Efendi, Fransız İhtilali’nin neden ve amaçlarından söz ettiği bu raporda, Voltaire’e de değiniyordu: 
‘Voltaire ve Rousseau  adıyla tanınan ve ün kazanan dinsizlerin ve benzeri materyalistlerin  -üzerimizden eksik olsunlar- tertemiz Peygamber hazretlerine küfredici,  hükümdarları yerici ve bütün dinleri yıkıcı, eşitlik ve cumhuriyeti  övücü, kolay anlaşılır söz ve deyişleri içeren birtakım yapıtları alaycı  bir biçem ve basit halk diliyle bastırıp yaymışlar. Çocuk ve kadınlara  varıncaya dek halkın çoğu, her yeni şey tatlıdır diyerek bunları beğenip  okumuşlardır. Bunun sonucunda dinsizlik, kuşkuculuk, beyin damarlarına  frengi hastalığı gibi bulaşarak imanları bozduğu için, devrim  sertleştiği zaman kiliselerin kapatılmasından kimse tedirgin olmadı. 
Ortalığı  karıştıran birtakım iğrenç kişilerce sürekli propagandası yapıldığı  üzere, güya dünyada bütün mutlulukları elde etmek amacıyla, boş  sözlerden ibaret olan bu eşitlik ve özgürlüğe halk can attı. 
Fransa’da  ortaya çıkan karıştırıcılar, dinsizliği hiç vakit geçirmeden  yaygınlaştırarak halkta Allah korkusunu ve ötedünya kaygısını yok edip,  nice iğrenç eylemleri mübah kılarak, utanma ve namus duygusunu hepten  kaldırdılar. Böylece Fransız halkını hayvan düzeyine indirmenin yolunu  açtılar’… ” R.D.*
Çıkarın 2013’ten 1789’u, aradan 224 yıl geçti; sanır mısınız ki  bu kafa değişti, sevgili okurlar? Elbette hayır. Ne korkulan değişmiş,  ne korkutan, zaten ne de korkutulan... Fransız halkının geçen 224 yılda  indiği hayvan düzeyine bakarak, bize de kalıyor, bu kafanın çıktığı  insan düzeyine hayıflanmak! 
*REMZİ DEMİR’in Türk Aydınlanması ve Voltaire (Doruk Yayınları,1999) adlı inceleme kitabından özet alıntıdır.
G NOKTASI
Yiyecekten temizliğe, “Helal Ürünler” sanayi, müjdeler olsun, nihayet ülkemize de avdet etti ve hatta 4’üncüsü açılan fuar, “Helal ve Tayyip Ürünler Fuarı” diye takdim edildi.
Müslüman  olmayan ülkelerde böyle bir sanayi gereğini anlıyorum da, Müslüman  ülkelerde yenilik olarak sunulması, doğrusu beni çok ürkütüyor. Yoksa…  Yoksa Türkiye’de bugüne kadar yediğimiz, içtiğimiz gıdalar, yıkandığımız  sabunlar haram mıydı? 
Bazı yiyeceklerde katkı maddesi olarak kullanılan ve domuzdan elde edilen jelatin olmayacakmış “helal” gıdalarda. İyi, güzel. 
Ama  2006’da çıkarılan yasayla, artık Türk çiftçisine yerli tohum ekmek  yasak; çokuluslu, fakat nedense hepsi gayrımüslim ve Amerikan ağırlıklı  şirketlerden satın aldıkları GDO’lu tohumlar ekmek zorunda.  
Monsanto’nun, Cargill’in GDO’lu ürünleri mi “helal” yoksa? Ya aynı firmaların ürettikleri kimyasal gübreler, hayvan ve bitki hormonları, böcek ilaçları falan, onlar da mı? 
Araştırdım: “Helal” sertifikasında ölçü, ürünün İslami kurallara göre hazırlanmış olması. Organik olması şart değil. Zaten üründe, “Organik Tarım”  sertifikası için gerekli koşullar da aranmıyor. Peki, bu durumda, ağır  çeksin diye etlere basılan kimyasal sular, hazır her yiyeceğe “bozulmasın”  diye katılan nitratlar, fosfatlar, benzoatlar, stabilizatörler,  renklendiriciler, tatlandırıcılar, aromalarla nasıl helalleşiliyor  acaba? 
Domuz günah,  zehir sevap deseler, daha dürüst olmaz mı? 
Cehaletten kazanç sağlamak, Türkiye’nin zaten en eski mesleği. Helal ve Tayyip pazarı, adına yakışıyor!  
“Aptalların zekâsına, hafıza denir.”
HENRY DE MONTHERLANT
8 Eylül 2013 - Cumhuriyet