 
                            AKP İktidarı'nın Cemaat işbirliğiyle gerçekleştirdiği darbe sürecinde  hazırladığı tertiplerden biri olan 'Devrimci Karargâh Davası'  sonuçlandı. Bu dava; hazırlanışı, sürdürülüşü ve sonuçlandırılış yöntemi  ile tam bir hukuk skandalı niteliğinde. İstanbul 9. Ağır Ceza  Mahkemesi'nde görülen davada verilen mahkûmiyet kararları adalet adına  yüz kızartıcı. Dahası, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bir  saldırı diye yorumlanacak yaklaşıma sahip.
Bilindiği gibi davada, 24 kişi beraat etti. 15 kişi ise örgüt  üyeliğinden ceza aldı. Ceza alanlar arasında Sosyalist Demokrasi Partisi  Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu'ndan Tuncay  Yılmaz, Bilim ve Gelecek Dergisi editörlerinden Baha Okar da bulunuyor.
Bu davanın en önemli sanıklarından biri kuşkusuz Birinci Sınıf Emniyet  Müdürü, İstihbarat Daire Başkanlığı ve Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü  yapan Hanefi Avcı oldu. Uzun süre Siyasi Şube'de görev yapan, Emniyet  İstihbaratı'nı yeniden yapılandıran kıdemli bir polis olan Hanefi  Avcı'ya da bu davada ceza verilmesi bile tek başına hiçbir zekâ  pırıltısı ve incelik taşımayan kaba bir komployla karşı karşıya  olduğumuzu kanıtlamaya yeter.
Öyle ki, davada kararın açıklanması gerçek bir skandal oldu; yargıçlar,  Usul Hukuku'nu bile çiğneyerek kararı sanıkların yüzüne karşı okumadan  avukatlara verip adeta kaçtı.
Çünkü Avcı, “Yasa dışı Devrimci Karargâh Terör Örgütü mensuplarına  yardım etmek” suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün; ruhsatsız ve vahim nitelikte  tam otomatik ve yarı otomatik silah taşıdığı sabit olduğundan 5 yıl  hapis ve 10 bin TL para cezasına; yazdığı “Haliç'te Yaşayan Simonlar,  Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabında “terör örgütleri ve bu amaçla yapılan  soruşturma ve yargılama yargı görevi yapanları etkileme” suçundan 2 yıl  6 ay hapis cezasına; kitabında Devrimci Karargâh soruşturmasında  gizliliği ihlal ettiği gerekçesiyle 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasına  çarptırıldı.
Bütün hayatı sol ve sosyalist örgütlere karşı operasyon yapmakla geçen,  kendisini “milliyetçi ve muhafazakâr bir polis” olarak tanımlayan Hanefi  Avcı'nın değil ceza alması, bu davada sanık olması bile yaşamın olağan  akışına, akla, mantığa, bilime, hukuka ve polislik mesleğinin niteliğine  aykırıdır.
Bu nedenle Avcı'ya, silahlı mücadeleyi savunduğu belirtilen “Devrimci  Karargâh örgütüne yardım ve yataklık yapmak” suçundan verilen ceza tam  anlamıyla bir hukuk skandalıdır. Siyasi Şube'de staj yapan bir polise bu  senaryoyu anlatsanız, bu saçmalığa gülüp geçer. Ancak daha da önemlisi,  Cemaatin Emniyet ve adliyedeki ilişkilerini deşifre eden bir kitap  yazdığı için Avcı'ya ceza verilmesidir. Çünkü diğer tüm cezaların bu  kitabı yazdığı için verildiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle vurgulanmalı ki, bu davada bir kişiye kitap yazdı diye ceza  verildi. O halde yeni rejimi, iktidarı, Emniyet ve Adliye örgütlerini bu  kadar tedirgin eden, dolayısıyla hukuku, yasaları, aklı ve mantığı bir  yana bırakarak Avcı'nın üzerine çullanmalarına neden olan bu kitabın  önemi büyük. Ben solun, basının, entelektüellerin, sosyalist çevrelerin  bu olguyu atladıklarını düşünüyorum.
Sol, rejimin üzerindeki perdeyi kaldıran ve komployu açığa çıkaran  Hanefi Avcı olayını ıskaladı. Rejimin, devlet içindeki yapılanmanın  pilot kabininden gelen bir polis müdürünün daha çok siciliyle uğraşıldı.  Geçmişte sol örgütlere karşı yaptığı operasyonlar, yürüttüğü mücadele,  işkenceci olması gibi özellikleri öne çıkarıldı. Hatta duruşmalar  sırasında Avcı'nın ne söylediğiyle, neyi ifşa ettiğiyle değil bu yanıyla  uğraşıldı, üzerine ayakkabı atıldı, hakaret edildi, yan yana  oturulmadı.
Davada yargılanan diğer sanıklar, Avcı ile birlikte yargılanmalarını,  kendilerine yönelik bir itibarsızlaştırma ve lekeleme operasyonu gibi  okudular. Bu tutum ve yaklaşım nedeniyle Hanefi Avcı olayının sistemde  gedik açması ve komployu çökertecek bir olanağa dönüşmesi de büyük  ölçüde kaçırıldı. Oysa bütünüyle gereksiz bir kompleksti.
Çünkü Avcı, zaten kendi geçmişini açıklıkla anlatıyor, devletin 2000  yılına kadar temel sorgulama yönteminin işkence olduğunu söylüyor,  özeleştiri yapıyordu. Daha önce sorguladığı ya da operasyon yaptığı bazı  devrimcilerle bir araya gelip onlardan özür dilediği de sonradan ortaya  çıkıyordu. Ortada farklı bir durum vardı.
Devrimci Karargâh davasına bu örgütle ilgisi olmayan kişilerin dahil  edilmesinin nedeni sanılanın tam tersiydi; amaç bazı sosyalistleri  itibarsızlaştırmak değil, bu yöntemle Hanefi Avcı'yı imha etmek ve  arkasından gelebilecek başkaları için bir “ibreti âlem” örneği  yaratmaktı.
Bu durum görülemedi. Hanefi Avcı, kendi örgütünü, gerici-faşizan  yapılanmayı terk etmiş ve bu yapıyı açığa çıkarmak için harekete  geçmişti. Bir tür “kendi sınıfına pozitif ihanet” durumu söz konusuydu.  Bu anlaşılamadı.
Dolayısıyla bu yazımda 'Hanefi Avcı olayı'ndan hareketle AKP iktidarının  devleti ele geçirme araçlarından bir haline gelen Cemaat destekli hukuk  komplosuna bir kez daha yakından bakmaya ve analiz etmeye çalışacağım.  Dahası, çok önemli bulduğum “Neden Hanefi Avcı?” sorusuna yanıt vermeyi  deneyeceğim.
Hanefi Avcı'nın “Haliç'te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat”  isimli kitabını yeniden ele almakta yarar var. Çünkü “Neden Hanefi  Avcı?” sorusunun yanıtı bu kitabın içinde yatıyor. Bu amaçla kitap  hakkında 27 Ağustos 2010 tarihinde Sol Portal'da yazdığım yazıdan da  bazı bölümleri alarak konuyu yeniden tartışacağım.
                                      ***
Dalga dalga gelişen Ergenekon operasyonlarıyla ortalığın toz duman  olduğu, solun bir kesiminin bile darbecilerin yargılanacağına ve derin  devletin tasfiye edileceğine inandığı o karanlık günlerde bekliyordum...  Bir gün Emniyet Örgütü’nden bir polis şefinin çıkacağını ve her şeyi  açıklayabileceğini düşünüyordum. Başka türlü olamazdı çünkü.
Bu kadar haksızlık, adaletsizlik, kıyıcılık, sahtekârlık, imzasız ihbar  mektuplarına dayalı gözaltı ve tutuklamalar, sahte belge üretimi,  Emniyet ve Adliye'de yuvalanan illegal bir İslamcı örgütün hazırladığı  yüzlerce hukuksuz operasyon karşısında mutlaka biri çıkacak ve büyük  komployu açıklayacaktı. Ve o gün bazı solcu arkadaşlarımız daha önce  yaptıkları Ergenekon değerlendirmeleri nedeniyle utanacaklardı.
Nitekim öyle de oldu. O solcu arkadaşlarımız utandı mı bilmiyorum ama  muhafazakâr, milliyetçi ve Cemaate yakın bir Emniyet Müdürü olarak  tanınan Hanefi Avcı çıktı ve “Kral çıplak” dedi.
Polis Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarında ışık evlerinde kalan,  çocukları Samanyolu Koleji’nde okuyan, Cemaat’in gazeteleri tarafından  hakkında övgüler dizilen, 28 Şubat döneminde tutuklanan, Susurluk  Çetesi’nin deşifre edilmesinde önemli rol oynayan ve Fethullah Gülen'e  yakın bir polis şefi olarak tanınan Avcı’nın kitabı ve yaptığı  açıklamalar çok önemliydi. Arkası da gelecek gibi görünüyordu.
“Haliç’te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitap, 12  Eylül 2010 referandumu öncesinde kelimenin tam anlamıyla Türkiye  gündemini altüst etti. İslamcı ve yandaş medyanın bütün çürütme,  önemsizleştirme, yazılanlar hakkında kuşku yaratma ve görmezden gelme  tutumuna karşın Hanefi Avcı’nın yazdıkları devleti yönetenlerde derin  bir endişe yaratmıştı.
Ergenekon soruşturması, Balyoz Darbe Planı, Hrant Dink cinayeti,  Danıştay saldırısı gibi bir dizi gelişmenin gerçekte bir İktidar-Cemaat  operasyonu olduğunu ve bu gücün devleti bütünüyle ele geçirmeyi  amaçladığını yazanları, Hanefi Avcı birinci dereceden tanık olarak  doğruluyordu. Yarattığı sarsıcı etkinin nedeni buydu.
Avcı’nın sadece tanıklık yaparak değil, kanıtlar sunarak ve kimi  kanıtlara nasıl ulaşılacağını da göstererek yazdığı bu kitap, öyle  görünüyor ki, AKP-Cemaat koalisyonunun Türkiye’yi dönüştürme projesinde  büyük bir kırılma yaratacaktı.
Örneğin Avcı kitabında, Ergenekon iddianamesinde PKK’nin, Devrimci  Sol’un (DHKP-C), MLKP’nin, İBDA-C'nin ve Hizbullah’ın Ergenekon örgütü  tarafından yönetildiği şeklindeki değerlendirmenin ciddiyetsiz ve hiçbir  kanıta dayanmadığını, poliste de bu yönde bir kayıt ve bilginin  olmadığını belirtiyordu.
Tertibi hazırlayanların Ergenekon soruşturmaları üzerinden Türkiye’yi  yeniden formatlamaya çalıştığını belirten Avcı, iktidar sahiplerinin  yeni bir resmi tarih yazmayı amaçladıklarını ve bu nedenle Cumhuriyetin  kurucu değerlerini tasfiye ettiklerini söyleyenleri de doğruluyordu.
Liberaller bir yana, bazı solcu arkadaşlarımız bile Ergenekon  iddianamesini parçalı şekilde değerlendirmeye çalışır; örneğin, bazı  devrimci örgütlerin “Ergenekon tarafından kurulduğu” şeklindeki  iddialarını görmezden gelirken, Avcı bunların saçma ve kanıtsız olduğunu  ortaya koyuyordu.
Devrimci Karargâh davası açılınca , daha önce ellerine pankartları alıp  Silivri’ye koşan ve “Ergenekon soruşturması sonuna kadar gitsin” diyen  bazı arkadaşlarımız ise, trajikomik bir duruma düştüler.
Sosyalist hareketin 1960'lardaki ilk göz ağrısı olan Türkiye İşçi  Partisi (TİP) bile Ergenekon iddianamesinde “terörist örgüt” diye  nitelendiriliyordu. Hal böyleyken, Ergenekon iddianamesinin bir bölümüne  sahip çıkıp bir bölümünü reddetmek kadar saçma bir tutum olabilir  miydi? Sol böyle bir keyfilik içinde olaylara, siyasal gelişmelere ve  tarihe bakabilir miydi? Kimsenin böyle bir lüksü var mıydı?
Ama oldu.
Oysa bu arada Avcı, hem kitabında hem de kitabı dolayısıyla kendisiyle  yapılan söyleşilerde Hrant Dink cinayetinin Ergenekon’a yıkılmasının da  hiçbir kanıta dayanmadığını belirtiyor ve bu olayda da bir Cemaat  gölgesi olduğuna işaret ediyordu. Avcı'nın da ortaya koyduğu bir dizi  belge, tanıklık, teftiş kurulu raporları ve resmi istihbarat verileri  Dink cinayetine Emniyet’teki Fethullahçı yapılanmanın bir anlamda "yol  verdiğini" ortaya koyuyordu. Yani, istihbarat ve teknik takip  birimlerini elinde tutan polislerin, Ergenekon operasyonu için uygun bir  atmosfer/kamuoyu yaratacağını hesapladığı –ki böyle de oldu- Hrant Dink  cinayetini önlemediği anlaşılıyordu.
Bu arada liberaller ve bazı solcu arkadaşlarımız Hrant Dink’in ölüm
yıldönümlerinde “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye slogan atmaya  devam ediyordu. Oysa, Hrant Dink böyle bir slogan atılsın diye  öldürülmüştü.
Aynı dönemde, uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaptığı gerekçesiyle  (bir muhbiriyle görüştüğü için) tutuklanan Emniyet Genel Müdür  Yardımcısı Emin Aslan da, Hrant Dink cinayetini araştırdığı için  kendisine tuzak kurulduğunu açıklamıştı. Emin Aslan, daha sonra serbest  bırakılmış ve iddiaların gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Ancak, genel  müdür yardımcılığından alınmış ve kızağa çekilmişti. Zaten amaç da  buydu.
Yine bir başka Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü de Silivri  Mahkemesi'nin sorduğu resmi bir soruya, istihbarat kayıtları ve  arşivindeki bilgilerine dayanarak, “Ergenekon diye bir örgüt Emniyet  kanıtlarına göre yoktur” diye cevap verdiği için, yine imzasız bir ihbar  mektubu ile hakkında soruşturma açılıp görevden alınıyordu.
Cemaatçi olduğu belirtilen Ramazan Akyürek'ten önce Emniyet İstihbarat  Daire Başkanı olan Sabri Uzun da yine Cemaat tarafından tasfiye edilen  emniyet müdürlerinden biriydi. Uzun, Başbakanlık Teftiş Kurulu’na  başvurarak verdiği ifadede, Hrant Dink’in öldürüleceğine dair  istihbaratın ve ihbarın Fethullahçı polisler tarafından kendisinden  saklandığını, böylece Dink’e koruma verilemediğini, oysa cinayetin  önlenebileceğini söylemişti.
Sonuç olarak Avcı’nın kitabı, kolaycı sonuçlar çıkaran ve liberal ezbere  dayanan siyaset ve medya ortamında yapılan değerlendirmelerin ne kadar  sığ ve yanlış olabileceğini ortaya koydu.
Ancak kıymeti bilinemedi. Diğerleri gibi Avcı'ya da verilen akıl ve hukuk dışı cezanın anlamı budur.
(Yurt Gazetesi)