'Barış sürecinde' siyaset ve hukuk

“Barış süreci”   ile  “insan yaşamı” arasındaki sıkı ilişki üzerine vurgu ile başlamakta yarar var.  Anadolu topraklarında silâhların susması ve barışın sağlanması, öncelikle, insan yaşamının değerini yükseltecek.   Bu  nedenle, eğer yaşam hakkı  ve insan eksen alınırsa,  birbiri ile çelişen yaklaşımlar, göreceli hale getirilebilir.

Konuyla ilgili söylem, işlem ve eylemlerin merkezine  yaşam hakkının  yerleştirilmesiyle barış inşa edilebilir. Bunun kalıcı olması, sürecin hukukîleşmesi ölçüsünde mümkün. Hukukîleşme, hem  “geçiş dönemi” için, hem de kurulması tasarlanan yeni dönem için gerekli.

Bu saptama, siyaseti ikinci plana atmıyor. Hiç kuşku yok ki, siyaset belirleyici. Ama sorun, siyasetin hukuku işletmesinde, yapmasında ve kullanmasında düğümleniyor.  Siyasal aktörlerin iradesi, hukuk kalıbına dökülebildiği  ölçüde  Türkiye barışı” sağlanabilir.

Bu nedenle, öncelikle, söylem (ve eylemde) çelişkileri aşma gereği var.

Eylem: silah bırakma/bıraktırma.  “Âkil adamlar” yoluyla bunu izleme, bir süreci ifade ediyor.

             Silah bırakma, sadece fiilî bir durum değil, hukukî düzenlemeleri de beraberinde getirmesi gereken bir süreç. Hukukî düzenleme ise, yasama organında olur.

Çelişki nedir? Hükümet,  bir yandan, TBMM’yi devre dışı tutup, bu süreci  kendi başına yürüteceğini beyan ediyor. Öte yandan,  siyasal  partilerden  destek bekliyor.

             Parlamento zemini konusunda, ana muhalefet CHP ile BDP, benzer görüşlere sahip. “Âkil adamlar” konusunda da, Hükûmet ve muhalefet yaklaşımı farklı. Bu konuda Hükûmet,  TBMM’nin devre dışı tutulmasından yana.  Çelişki şurada: Silâh bıraktırma, herhangi bir hukukî düzenleme yapılmadan yasalara ve anayasaya uygun addolunuyor; ama  konuyla ilgili bir  heyetin  kurulması, İçtüzük engeline takılabiliyor…

Bir heyet oluşturma konusunda,  hemen kişiler  öne çıkarıldı; oysa önce  görev  ve statü tanımı yapılmalıydı.  “Âkil adamlar” yerine bir “gözlem grubu” oluşturulması ve bunun TBMM tarafından belirlenmesi, hem Kurulun saygınlığı, hem de işlevselliği bakımından önem taşımakta.

TBMM, bunu gerekirse, önce İçtüzük değişikliği yaparak kotarabilir. Yoksa,  “İçtüzük buna müsait değil” mazeretini öne sürmenin hiçbir inandırıcı yanı yok. (Yeni Anayasa yapımı için  “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”, hangi İçtüzük kuralına göre oluşturuldu? ).

Bu süreçte, CHP’nin  15 maddelik “demokratikleşme” önerileri de anlamlı, özellikle  Hükûmet ve AKP kurmaylarının “hiçbir şey” yapmadan süreci yürütmek isteyişi bakımından. Ayrıca,  kendi tutarlılığı bakımından da: CHP, yurttaşlığa etnik yaklaşımda direndiği halde, böyle bir açılım adımı, kendi çelişkilerini gözden geçirme fırsatı yaratabilir.

MHP’nin en büyük çelişkisi,  1999-2002 döneminde Hükûmet ortağı bir Parti olarak o zamanın kazanımlarını göz ardı edebilmesi…

TBMM düzenlemelerinin BDP tarafından da talep edilmesi,  sürecin güvenli yürümesi açısından önemli olduğu gibi, olası bir statü talebi için de hukukî  bir sürecin zorlanmasıdır.

Hukuk o denli önemli ki, bu süreç, genel affa kadar gidebilir, eğer gerçekten Türkiye barışı kurulmak isteniyorsa. Kuşkusuz, hukuki düzenlemeler, eşitlik ilkesi göz ardı edilmez ise ancak işlevsel olabilir.

TBMM açısından bir başka çelişki şu:  İki yıl önce, Anayasa yapım yetkisi tartışılırken,  kurulu Meclis, kendi yetki sınırlarını zorlamak suretiyle “Kurucu İktidar” görevini üstlendi. Ne var ki, Hükûmet’in güdümünden kurtulamadı…

Bu kez, ipi Hükûmet bizzat göğüslemeye çalışıyor olmakla birlikte, süreç Hükûmet’in çapını aşmakta. Bu uzun soluklu  yolda, Hükûmet hukuktan kaçmamalı. Tam tersine,  Hükûmet’in bu süreci “hukuk yoluyla” yönetmesi ölçüsünde, başarı olasılığı artar.

Demokrasi ve insan haklarına ilişkin genel sorun şu: izlenen yol ve yönteme ilişkin yapıcı eleştiride bulunanların görüşlerinden yararlanmak yerine, onları barışı istememekle suçlamak.  Oysa, “haklar toplumu” ekseninde  kalıcı barış, -hukuki düzeltimler eşliğinde-, tartışma yollarının açık tutulması ve  tartışmacı  kültürün özendirilmesi ile kurulabilir ancak.   Silahları susturmak, -devlet terörü dahil- muhalefeti bastırma bahanesi olarak kullanılırsa, demokrasiden uzaklaşma ivme kazanır; “yeşil şal”, -İzmir dahil- misak-ı milli sınırları içindeki alanı kaplamaya devam eder…

(Birgün)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1902