 
                            İmralı süreciyle bir kez daha gördük ki; Türkiye’de siyasi alanın iki  belirleyici aktörü var: Biri AKP, diğeri de PKK.  Hoşumuza gitse de,  gitmese de işin gerçeği CHP, MHP, ulusalcı eğilimler ve sosyalist sol  önemli ölçüde sürecin seyircisi pozisyonundalar…
AKP, dün de siyasi İslamcıydı, bugün de. Yaşananlara ve söylemlere  baktığımızda “gömlek değiştirdik” söyleminin günlük hayatta hiçbir  karşılığının olmadığını görüyoruz. “İslam milleti” söyleminde gördüğümüz  gibi AKP’de İslami söylem, “yeraltından yerüstüne” çıkmış durumda.   Rakipsiz AKP, bütün kurumları ele geçirilmesinin ötesinde asıl olarak,  toplumsal dokuyu değiştirdi. Artık takiyeye bile ihtiyaç duymuyorlar.  Başkanlık ve yeni Anayasa isteğindeki ısrar ise, yaşanan bu  değişiklikleri bir üst aşamaya taşıma ihtiyacından kaynaklanıyor. Çok  açık; Artık Ortadoğu’dan başlayarak İslam coğrafyasında etkin  olabilmenin yolu, İslam kimliği etrafında “millet” olmaktan, dini ve  siyasi kararları tek elde toplamaktan, yani başkanlıktan geçiyor. Fiili  olarak hilafeti ve siyaseti tek elde toplayacak başkanlık sistemini  besleyecek, onun hukuki zemini olacak şey ise yeni bir Anayasa…
Bu anlamıyla Kürt meselesinin çözümü de dahil, AKP’nin mevcut tercihinde  bir sürpriz yok! Siyasal İslam’ın bu özlemi Cumhuriyet’in kuruluşundan  bu yana hep vardı. Sünnilik “resmi devlet dinine”  dönüştürülmüş  olmasına rağmen, Osmanlı’nın ve Sünni ulemanın önemli bir bölümünün  tasfiye edildiği 1924-1945 dönemine yönelik ağır ve sınırsız  eleştirilerin nedeni de bu özlemin yarattığı intikam duygusundan  kaynaklanıyor! Yani, Erdoğan’ın Menderes’le başlayıp kendisin de içinde  yer aldığı 63 yıllık sağcı, muhafazakâr, İslamcı iktidar dönemlerine  güzellemeler yapması ve bütün hırsını Cumhuriyetin ilk 15-20 yıllık  döneminden çıkarmaya çalışması tesadüf değil! Cumhuriyetten intikam  özlemi içindeki bir siyasi tercihten, yani İslamdan asla demokrasi  çıkmaz! Kendimizi kandırmaya gerek yok; Şeri hükümler varken, demokrasi  olmaz!
                                                                         * * *
Bu gerekten dolayı üçüncü bir güce ihtiyaç var. Çünkü, Siyasal İslam ve  Kürt Hareketi dışında soldan üçüncü bir güç siyasal sürece müdahil  olmadığı sürece bu ülkede, Kürt sorunu dahil hiçbir sorun çözülmez.  Bu  nedenle öncelikle “AKP-PKK anlaştı, Amerika da bunları destekliyor ve  biz bölünüyoruz” evhamından kurtulmak gerekiyor. Söylenenler ortada; Şu  anda da yakın gelecekte de en azından orta yerde “bölünmeyi” savunan bir  güç yok. Erdoğan’ın ve Öcalan’ın Atatürk’ten bile alıntı yaparak “İslam  milleti”ni öne çıkartmalarını lütfen unutmayalım!
İkincisi, “trafik polisi” rolü oynamaktan, yalnızca tarafları eleştiren  bir yaklaşımdan hızla vazgeçmek gerekiyor. Bütün varlığını Kürt ve  komünizm düşmanlığı üzerine oturtmuş olan MHP’yi anlamak mümkün. MHP, bu  tezlerinden vazgeçerse, hayat hakkı kalmaz, tasfiye olur!  AKP ve PKK  dışındaki sol, sosyal demokrat, cumhuriyetçi siyasi aktörlerin MHP’nin  siyasi çizgisiyle (tabanıyla değil)  arasında mesafe koyarak kendi  çözümünü tartıştırması gerekir. Nerde başlayıp nerede bittiği belli  olmayan bir milliyetçilik üzerine kurgulanmış, duygusal, hayatın  gerçekliğinden uzak ve çözüm önermek yerine, yalnızca karşısındakini  dövmeyi hedefleyen eleştiriler, sorunun çözülmesine katkı sunmuyor.  Açıkça görüyoruz ki, bu yaklaşım Kürt muhalefetini her gün biraz daha  AKP’nin kucağına itmekten başka bir işe yaramıyor…
                                                                        * * *
Bu ülkede sorun esas itibariye bir sistem sorunudur. Dün de bugün de bu  ülkede demokrasi olmadı. AKP’nin kendi politikalarını desteklemeyen  bütün çevrelere yönelik operasyonlarını, Ergenekon ve KCK gibi davaları,  12 Eylül ya da 12 Mart dönemleriyle kıyaslamak ve “insan geçmişi  arıyor” demek son derece hatalı bir yaklaşımdır. Bu ülkede, Cumhuriyetin  ilk çeyreğinde de, sonrasındaki 60-70 yılda da demokrasi olmadı.
Bu sürece demokratik bir çözüm önerilemediği ve müdahil olunmadığı  sürece, mevcut gelişmelerin bütün “muhalif” güçlerin önüne yeni bir  “yetmez ama evet” açmazı getireceği kesin gözüküyor.
Demokrasi olmadan hiçbir sorun çözülemez. Soruna üçüncü bir güç olarak  müdahil olmanın yolu ise, hem etnik hem de dinsel kimlikleri devletin  kurumsal yapısının ve doğal olarak da yazılı kaynaklarının dışına  taşımakla başlıyor. Şurası kesin; Devlet “Türk ve Sünni”  olduğu sürece  bu ülkede demokrasi de eşitlik de, adalet de olmaz. Kızsak da küfür de  etsek gerçek bu! Ancak artık şu da kesin: “Türk-İslam Sentezi”ni  değiştirip “Türk-Kürt İslam Sentezi” yaparak da demokrasi getiremeyiz!  21. yüzyıl devleti etnik ve dinsel temelde olamaz!
(Yurt Gazetesi)