Türkiye'de dönüşüm, bölgede yıkım

~ 20.01.2013, Merdan YANARDAĞ ~

Türkiye tarihsel bir dönemeçten geçiyor. Bu dönemeçte olan bitenleri anlamak, doğru bir çözümleme yapmak ve sağlıklı bir siyasal, hatta felsefi tutum belirlemek için iki olguya dikkatle bakmak gerekiyor. Birincisi ABD’nin artık fantastik bir hikâye olmadığı net şekilde ortaya çıkan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) son etabında Suriye’ye yönelik saldırıdır. İkincisi de Ergenekon ve benzer soruşturmalarının tarihsel anlamıdır.O bakımdan bu pazar günü bir kez daha bu iki olguyu ana hatlarıyla ele alacağım.

Ergenekon operasyonu ve soruşturmasının Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal ve toplumsal kırılma noktalarından biri olduğu açık. Bu siyasal hamle ve saldırı üzerinden Birinci Cumhuriyeti tasfiye edip düşük yoğunluklu bir İslamizasyon projesinin (ılımlı İslam) hayata geçirilmek istendiği, artık tartışılmayacak şekilde ortaya çıkan bir gerçeklik. Çünkü bu gerici siyasal proje hayata geçirilmiş durumda.

Dolayısıyla Ergenekon operasyonunun Türkiye’de rejimi daha İslami temellerde dönüştürmeye yönelik örtülü bir darbe olduğu, çok sayıda kanıtla desteklenen kesin bir bilgi niteliğinde artık. Bu operasyon, Birinci Cumhuriyeti tasfiye projesiydi ve büyük ölçüde hedeflerine ulaştı.

Özetle Ergenekon operasyonu, ABD’nin desteğiyle AKP ve Gülen Örgütü’nün devleti ele geçirme, toplumu teslim alma ve gerici-faşizan bir polis rejimi kurma eylemidir.

Ergenekon operasyonunun demokratikleşme ve derin devletin tasfiyesiyle ilgisinin bulunmadığı; karşı devrimci bir dönüşüm projesinin hayata geçirilmesinden başka bir anlam taşımadığı toplumun çok önemli kesimlerince anlaşılmış durumda.

Ancak, tablo ne kadar net olursa olsun, 1980 ve 1990 kırılmalarını yaşayan, büyük ölçüde liberalizmle lekelenen solun kimi kesimleri, “ideolojik” önyargıları nedeniyle durumu anlamamakta ısrar ediyor.

***

ABD’nin, dünyanın kalbi olarak bilinen ve yeryüzünün en zengin enerji havzalarının bulunduğu Merkezi Avrasya’yı denetim altına almak için geliştirdiği Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en önemli boyutunu, hiç kuşkusuz “Ilımlı İslam” stratejisi oluşturuyordu. Ilımlı İslam, Batılı değerlerle uyumlu, siyasal olarak ABD’nin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, sınırların yeniden çizildiği ve rejimlerin bu amaca uygun olarak değiştirilmesinin öngörüldüğü BOP’un taşıyıcı kavramıydı.

Bu kavramın politik arka planı irdelendiğinde, bizi hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde getirip Fethullah Gülen örgütlenmesinin kapısına koyuyor. Öyle anlaşılıyor ki, bölgede “Ilımlı İslam” projesinin en önemli aktörlerinden biri Fethullah Gülen ve onun kurduğu örgütlenmedir.

Bir ara BOP’un başarısızlığa uğradığı yönünde bazı değerlendirmeler yapıldı. ABD’nin 21. Yüzyıl’da yürüttüğü imparatorluk projesinin köşe taşlarından birini oluşturan bu stratejik planlamanın gündemden kaldırıldığını da ima eden bu değerlendirme gerçeği yansıtmıyor.
Fas’tan Çin Seddi’ne kadar uzanan ve genel olarak Müslüman toplumların yaşadığı geniş coğrafyada rejimleri değiştirerek, ABD ve Batılı değerlerle uyumlu yönetimler kurmak anlamına gelen BOP; bölge halklarının, özellikle Iraklı yoksulların şiddetli direnişi nedeniyle başarısızlığa uğramış görünüyordu.

Ancak, Tunus ayaklanmasıyla başlayan, Mısır, Yemen ve Libya karşı devrimleriyle devam eden ve nihayet Suriye sınırlarına dayanan emperyalist ve gerici saldırı dalgası, BOP’un makas değiştirerek ikinci etabının hayata geçirildiğini gösteriyor. Bu ayaklanma ve müdahale süreçlerine samimi sol ve demokratik gerekçelerle katılan kitlelerin aldatılmış olması da durumu değiştirmiyor.

BOP, bir yanıyla İslam coğrafyasında ABD işgaline ve yeni sömürgeciliğe yerel onay üretmek için geliştirilen stratejiden başka şey değil. Yerel/bölgesel onay üretmenin en önemli aracı ise Batı yanlısı İslamcılıktı.

Çünkü siyasal İslamcılar bu operasyona uygun bir geleneğe ve anlayışa sahipti. İslamcı örgüt ve çevreler küçük bir “şeriat rüşveti” ve elde edecekleri bir mevzi için bu topraklara ait bütün değerleri satmaya hazırdı. Emperyalistler bu durumu Soğuk Savaş döneminde test etmişti. Biz böyle olduğunu Türkiye’den biliyoruz.

Bu nedenle Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele, liberallerin ileri sürdüğü gibi suni bir çatışma değil, yaşamsal bir sorumluluktur. Bu, ülkenin ve insanlığın geleceğini temelden etkileyecek bir mücadele alanıdır. Dahası gericiliğe karşı bu mücadele, bütün bölge halklarının kaderini de yakından etkileyecektir.

Çünkü bu kavga, aydınlanmacı bir romantik tutum değil, Müslümanların acılar ve sefalet içinde kıvrandığı İslam’ın uzayan Ortaçağını aşma mücadelesidir.

SURİYE DİRENİŞİNİN TARİHSEL DEĞERİ

Bu yazının ilk bölümünde de belirttiğim gibi “Arap Baharı” denilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci etabı, Doğunun bütün “Birinci Cumhuriyetlerini” yıkarak ilerledi. ÖnceTürkiye’de (zaten bir kabuk haline gelen) Doğu’nun ilk ve öncü cumhuriyetini yıkarak bir model yarattılar, ardından da diğerleri geldi.

Cumhuriyetin kurucu güçleri, köksüz ve korkak burjuva sınıfı kendi devrimine, geleneklerine ve değerlerine ihanet etti. Türkiye’yi çok daha zayıf geleneklere sahip yarı laik diğer Müslüman ülkeler izledi.

Tunus, Libya, Mısır, Yemen sert dönüşümlerle bir önceki çağın değerlerine iade ediliyor. Demokrasi, etnik ve dinsel kimliklerin serbestisi olarak yeniden tanımlanıyor. Şeriat düzenleri inşa ediliyor. Sönümlenmeye başlayan etnik ve dinsel kimlikler bile canlandırılıp ihya ediliyor.

Bölge halkları/ulusları ilkel ve kanlı bir boğazlaşmanın içine itiliyor. Dünyanın Güneyi dinsel ve etnik bakımdan homojen, küçük, güçsüz ve denetlenebilir birimlere bölünerek yeniden düzenlenmek isteniyor.

İnsanlık teknolojik bakımdan ileri; bilimsel, felsefi ve ideolojik bakımdan ise ilkel yeni bir Ortaçağın kapısından içeri itiliyor.

Ancak BOP’un ikinci dalgası ilkine göre daha başarılı olsa da, Suriye duvarına çarpmış görünüyor.

Çünkü Suriye, dünyanın içinden geçtiği bu tarihsel dönemeçte emperyalizme ve gericiliğe karşı büyük bir özveriyle direniyor. Suriye’nin direnişi insanlığın içinden geçtiği bu dönemde özel anlam ve tarihsel bir değer kazanıyor. Dolayısıyla “model ülke” olarak konumlandırılan Türkiye de, dünyanın kaderinin tayin edileceği bu bölgede özel bir önem kazanıyor.

Karamsarlığa yer yok. İnsanlığın kaybettiği yer onun ayağa kalktığı yer de olabilir.

(Yurt Gazetesi)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 1540