Soru benim değil. ABD dış politikasının “kara kutusu”, Zbigniew Brzezinski’nin...
Başkan Obama’nın önem verdiği dış politika danışmanlarından biri olarak anılan Brzezinski; Washington stratejilerine Kissinger gibi yıllar yılı yön vermiş bir isim.
’77’de Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak dünya sahnesine çıktığından beri hep gündemde kaldı. Aradan geçen 35 yılda, ABD politikalarını şu ya da bu şekilde sürekli etkiledi.
Afganistan’ın Sovyet işgaline karşı “İslam mücahitleriyle” el ele tutuşarak, ’80’lerde Türkiye’yi de içine alan bir “Yeşil Kuşak” projesine can veren ve böylece etkileri bugüne dek süren devasa bir “Pandora Kutusu” açan Brzezinski; bugün U-dönüşle artık “Atatürk”ten ve “laiklikten” dem vuruyor...
Brzezinski Atatürkçü mü oldu?
Gözlerimi oğuşturdum ve Cansu Çamlıbel’in Brzezinski ile yaptığı Hürriyet söyleşisini tekrar tekrar okudum.
Şu laflara bakın:
“Stratejik Vizyon isimli son kitabımda Türkiye’deki Atatürk devrimini Rusya’daki Leninist devrimle kıyasladım. Türkiye Rusya’dan çok daha başarılı olmuş ve daha önde bir model. Türkiye’nin bu başarısının güçlenerek devam etmesini isterim...”
Bitmedi….
“(Önünüzdeki) en büyük zorluk, demokratikleşme, laikleşme istikametinde, modern toplum-İslam dengesini tutturarak yola devam edebilmekte…”
“Türkiye İslami kimliğini reddedemez ama laikleştirebilir... Soru bunun kim tarafından, nasıl yapılacağı; sınırların nerede başlayıp nerede biteceğidir.”
Nasıl yani? RTE varken, bu nasıl sorular böyle?
“(İslami kimliğin laikleştirilmesi!) kim tarafından, nasıl yapılacak?” sorusu da nereden çıkıyor?
RTE’nin 2023 vizyonu ve Başkanlık hazırlıkları varken… “Türkiye’nin İslami kimliğini kim laikleştirecek” sorusu neden soruluyor?
Yılların “Yeşil Kuşakçısı” yoksa “laikçi bir Kemalist” mi olup çıktı?
Keynes’in ünlü bir sözü vardır. Tutarsızlıkla suçlanan iktisatçı, kendisini sıkıştıranlara dönüp; “Kafası çalışan her insan gibi, şartlar değişince benim de fikirlerim değişir. Yoksa sizin değişmez mi?” der…
Onun gibi.
Değişen şartlarla Brzeznski’nin de fikirleri değişmiş. Kendisi de zaten bunu söylüyor.
“Hürriyet” söyleşisi öncesinde yaptığı Atlantic Council konuşmasında, “küreselleşme ile iki yüz yıldır geçerli olan (paylaşım savaşının) hegemonya koşulları değişti” diyor:
19.- 20. yüzyıldaki “güçler arası üstünlük mücadelesine” dayanan “Büyük Oyun”un sonuna gelindiğini beyan eden Brzezinski bunun nedenini; “kitlelerin küresel uyanışıyla” açıklıyor.
ABD’li stratejist ayrıca küresel güçlerin zaaf içinde olduğunu ve hiçbirinin artık bir başına üstünlük sağlayamayacağını belirtiyor. ABD’ nin savaş yorgunluğu ve iç zaafları; AB’nin finans krizi, Çin’in sosyal gerilimleri, Japonya’nın durgunluğu, Rusya’nın stagflasyonu nedeniyle güç mücadelesinde hiçbir gücün sivrilemeyeceğini söylüyor…
Bu durumda Süveyş’ten, Çin’e; Hazar’dan Hint Okyanus’una uzanan ve İran krizi ya da Suriye olaylarının tırmanmasıyla alev alacak yakıcı bir alanda, Türkiye’nin “anahtar bir eksen güç” olarak temayüz ettiğini ileri sürüyor.
Ne var ki bundan böyle, Türkiye’nin de ne yöne gideceğinin kestirilemediğini ima ediyor.
‘Türk usulü RTE laikliği’ yeter mi?
Brzezinski’nin yaptığı fikir jimnastiklerinden; ABD’de bu konunun enine boyuna düşünüldüğünü çıkarıyoruz.
Kısaca “İki kuramsal soru var” diyor Brzezinski; “İran’ın Türkiyeleşmesi” ya da tersi; “Türkiye’nin İranlılaşması!”
“Yayılan etnik, bölgesel, dini şiddet unsurlarıyla Türkiye İran olursa; (yukarda bahsettiğimiz) bölge nice olur?” sorusunu yöneltip, ardından ilave ediyor: “Bunun anlamı; şiddet ve istikrarsızlığın Avrupa’ya sıçramasıdır!”
Brzeznski’yi birdenbire laiklik ve Atatürk meraklısı yapan unsur bu: “Türkiye’nin Avrupa’ya istikrarsızlık ihraç eden sıçrama tahtasına dönüşme ihtimali!”
Bu ihtimal ufukta belirdiği anda, dünün “Yeşil Kuşakçısı” bakıyoruz; “İslam’daki radikal unsurlardan” yakınmaya başlıyor ve “Türkiye İran olur mu?” soruları soruyor.
Bu soruları Washington’da soran tek isim belli ki Brzezinski değil.
Geçen hafta daha; “Middle East Forum” think-tankçisi Daniel Pipes; Wall Street Journal’da; “Türkiye’ nin İslamcı dönemecinden” bahsediyordu...
Erdoğan’ın ‘minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız’ ideolojisi ile iktidara yerleştiğinden yakınan yazı; AKP’nin daha da “İslamcı” ve “otoriter” düzlemlere ilerleyebileceğinden kuşku duyuyor; “Konumu, ekonomisi, boyutları, sofistike İslamcı ideolojisiyle; Türkiye Batı’nın, Ortadoğu’daki en büyük sorunu mu oluyor?” sorusunu soruyordu.
Pipes, Brzezinski derken… bu soruları soranlar çoğalıyor.
Ne dersiniz?
Başbakan’ın Mısır’dan yaptığı “Türk usulü laiklik” çağrıları; bu kaygıları yatıştırmaya yeter mi?
20 Kasım 2012 - Cumhuriyet