 
                            DEV askeri uçağın arka kapısı tonlarca malzemeyi yutacak, yüzlerce  askeri alacak kadar geniş. Uçağın kuyruğundan piste uzanan kapıdan  askerler sıra sıra uçağa biniyor. Aynı anda bir kaç sıra halinde.
 
Sol  ellerinde dipçikten tuttukları tüfekleri, namlular omuzlarda, sağ  kollarını bir öne, bir arkaya sallarken, uygun adım marş temposunda,  fonda korodan müzik yükseliyor:
“Let the sunshine in”. 
“Güneşi göster”  şarkısı Vietnam’a giden Amerikalı askerler için. Askerlerin o dev  uçağa, arka kapıdan binişlerini gösteren sahnedeki bu müzik kısa sürede  klasikler arasına giriyor.
Tıpkı, o harika müziğin yer aldığı  unutulmaz “Hair” filmi gibi. Filmin son sahnesinde askerler sıra sıra  dev uçağa binerken, hepsi Vietnam yolcusu, “güneşi göster” toplumda yükselen isteğin simgesine dönüşüyor.
DİYARBAKIR
Siirt’te  on yedi askerimizin şehit düştüğü helikopter kazasında, resmi açıklama  öyle, Diyarbakır askeri hava alanındaki töreni izliyorum.
Dev  uçak, arka kapısı açık, kapı perona kadar uzanıyor, askerler arka  kapıdan sıra sıra arkadaşlarının tabutlarını uçağa taşıyor, on yedi  cenaze.
Cenazelerin uçağa taşındığı sahne bana “Hair” filminin o ürkütücü son sahnesini hatırlatıyor. Uçak, kapı, askerler hepsi aynı. Sadece “Let the sunshine in” eksik.
Filmdeki o sahne ile Diyarbakır’daki töreni yan yana getirin, hiç fark yok. İzlerken insanda mecal bırakmıyor.
Bir ülke bu kadar acıyla yoğrulmasına rağmen, yine de iyi dayanıyor. Çünkü, insanlar güneşi beklemekten hala bıkmıyor.
HEP KAZA
Facianın insani boyutundan ayrı olarak, garip bir zincir aylardır hepimizi çarpıyor.
Uludere yolunda bir askeri minibüs hendeğe yuvarlanıyor, resmi açıklama öyle, on asker şehit oluyor.
Afyon’da cephanelikte el bombaları patlıyor, resmi açıklama öyle, yirmi beş asker şehit düşüyor.
Üç  gün önce Skorsky dağa çarpıyor, on yedi şehit. Onar, yirmişer ölümler.  Arada askeri uçak tele takılıyor, iki pilot şehit. Suriye’nin düşürdüğü  söylenen uçakta kaybettiğimiz pilotlar ayrı.
Bu kazalar arka  arkaya nasıl yaşanıyor? Dağa çarptı, tele takıldı, hendeğe yuvarlandı.  Yıllardır bu tür kazalar yok iken, şimdi aniden minibüsten helikoptere  kadar bu kazalar neden artıyor? Her kaza sonrasında “soruşturma başlatıldı” deniyor, bir sonraki kazaya kadar. Nerede o soruşturma sonuçları?
O soruşturma sonuçlarını beklerken, asıl büyük bir sabırla çözüm bekliyoruz, “güneşi göster”.
Rakamların çektiği fotoğraf
HABERİN kaynağı doğrudan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Meclis’te kendisine yöneltilen soruya Davutoğlu şu bilgiyi veriyor:
“1959  ile 2002 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine  (AİHM)Türkiye’den üç bin başvuru yapılmıştır. 2002 ile 2011 arasında  AİHM’e 42 bin başvuru yapılmıştır. 2004 yılından bu yana AİHM Türkiye  aleyhine 2 bin 170 ihlal kararı vermiş, Türkiye 180 milyon 940 bin lira  tazminat ödemiştir”.
1959 ile 2002 arasında, kırk üç  yılda sadece üç bin başvuru. Buna karşılık, dokuz yılda başvuru sayısı  anormal biçimde artıyor, kırk iki bin. İhlaller karşılığında Türkiye  eski parayla 180 trilyon lira tazminat ödüyor. Cebimizden çıkan paraya  bakar mısınız?
Bu kadar yüksek başvuru sayısı ve tazminat miktarı  Türkiye’nin nasıl yönetildiğini gösteriyor. Aynı zamanda yargıda sorun  olduğunu ortaya koyuyor.
2004’ten bu yana, bizim hukukumuz kağıt  üstünde AB hukukuna eşit, yani evrensel. Buna rağmen, yargı kararları,  evrensel hukukla bağdaşmıyor ki, insanlar AİHM’e başvuruyor ve AİHM  Türkiye’yi mahkum ediyor.
Rakamlar Türkiye’deki hayatı sergiliyor.
Raci Tetik’e doktor şart
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonuna ifade veren 12 Eylül’ün Mamak  Askeri Cezaevi Müdürü emekli albay Raci Tetik’in sözleri ibretlik.
Mahkumlarla ilgili konuşurken, “köpekler gibi havlıyorlardı” diyor. Pazar günü Milliyet’te yayınlanan bu sözlerin, komisyon tutanaklarından aktarıldığı belirtiliyor.
İnsanlar  için bu ifadeleri kullanan birinin doktor tarafından muayene edilmesi  şart. Bir insanda bu kadar kin, bu kadar nefret nasıl birikiyor, bunun  analizi gerek.
(Hürriyet)