Obama'nın Küresel Seçenekleri

~ 10.11.2012, Ali ER ~

26 Ekim 2009 ‘da Cumhuriyet Strateji ekinde çıkan yazım; “Yeni ABD Başkanı Barack Obama 44. ABD Başkanı olarak, 56. kez yapılan yemin töreni ile göreve başlarken; küresel güvenlik beklentileri de ABD’nin iç politika ve ekonomik sorunları kadar önem ve öncelik almış durumdadır. Belki ABD’nin unutulmayan demokrat başkanı John F. Kennedy’nin 20 Ocak 1961’de 35. Başkan olarak yemin ettiği 44. yemin töreni, Demir Perde ülkelerinin istihbarat örgütleri dışında dünya kamuoyunun özellikle sokakların böylesine ilgi odağı olmamıştı.” diye özetlenmişti. Düşündüm de yazı hala güncelliğini koruyor…

Küresel lider algılaması

ABD Başkanı Obama ise, masasına otururken daha önce hiçbir ABD Başkanına nasip olamayan özel bir güçle göreve başlıyor. Bu gücü; son yirmi yılda oluşan ağ merkezli küresel düzenin sağladığı sanal da olsa, küresel lider algılamasıdır.
İrlandalı ünlü grup U2’nin solisti Bono "Bu sadece bir Amerikan rüyası değil, bu aynı zamanda bir İrlanda rüyası, Avrupa rüyası, Afrika rüyası, İsrail rüyası ve aynı zamanda bir Filistin rüyası" sözleri ile bitirdiği “Pride-In The Name Of Love” şarkısı ile Obama’yı bir küresel lider olarak karşılamıştır.
“Hüseyin” adını da kullanarak yemin eden yeni ABD Başkanı ise yemin töreninde yaptığı konuşmada; ” Bugün dünyanın en büyük başkentlerinden, babamın da doğduğu en küçük köylerden bizleri seyreden herkese sesleniyorum” sözleri ile bunun farkında olduğunu göstermiştir.
Gerçekten de son yirmi yılın ağ merkezli küresel düzeni insanlar arasındaki mesafeyi sadece ekran uzaklığına indirmiştir. Dayanılmaz çekiciliğe sahip “değişim ve değişiklik” sözleri her alanda umutların kaynağı olmuştur. Umut; gelecektir, sönünceye kadar yaşamın kaynağıdır. Toplumun da afyonu olmaya adaydır; eğer yaratılan umut dünyası somut projelerle gerçeğe dönüştürülemezse…
İşte yeni ABD Başkanı bu umutları ne kadar canlı tutabilecektir veya umutları yaşanabilir kılacaktır. Aslında daha koltuğuna oturmadan şekillenmeye başlayan yeni yönetimin ileri gelenlerinin politik geçmişleri ve kimlikleri “değişim ve değişikliğin” Beyaz Saray’da sadece yeni sakinlerin ten rengine odaklı şekilden öteye gidemeyeceği korkularını da gündeme getirmiştir.
Bu değişim, belki 1990’ların başında böylesine umut ve beklentilere yol açmayabilirdi. Ancak ABD Başkanı Obama, 1990’lardan bu yana tek kutuplu küresel düzenin merkezinde rakipsiz küresel güç olarak ortaya çıkan ve son yıllarda tartışılmaya başlayan bir mirası devralmaktadır.
Stratejide hedeflerin güçle orantılı olarak belirlenmesi ve ele geçirilebilir olması her koşulda ve sistemde tarih boyunca geçerliliğini korumuştur. Nasıl Hitler’in sonunu Rusya steplerinde kaybolup giden hedef güç orantısı dışında çatılmış stratejik hatalar hazırlamışsa; acaba yeni Başkan göreve başlarken, ABD de 1990’lardan başlayan tek kutuplu dünyada sahneyi yeni oyuncularla paylaşmaya mı zorlanmaktadır veya hazırlanmaktadır.
Çünkü yirmi yıla yaklaşan ABD merkezli tek kutuplu Küresel Düzen’de insanlık adına yaşanan tecrübeler, iki Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş’ta tarih sayfalarında yerini alan acı ve felaketleri aratır olmuştur. Bunların ardından doğaldır ki; modern çağda eşi görülmemiş tek kutuplu hâkimiyet düzenine karşı potansiyel rakipleri hareke geçirmiştir.
Aslında 199O’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan gelişmeler, ABD’nin tek kutuplu düzende 21. yüzyılın jeo-politik şekillendirilmesi için ilk adımları olarak ortaya çıkmıştır ve ardından gelen adımların sonucunda;
• En azından Ortadoğu’daki ABD varlığının sorgulanmasına son verilmiş ve Irak’taki askerlerinin varlığı da şimdilik bir anlaşmaya bağlanmıştır.
• Ortadoğu’da Arap Dünyası içinde Arap olmayan İsrail ile doğal müttefik olabilecek bir Kürt Devletinin fiilen temelleri atılmıştır.
• Kafkaslarda da Gürcistan kendisine biçilen görevler için uluslararası güvenlik ortamında tecrübe kazanmaktadır.
• Ukrayna’yı da bu oyunda hem Avrupa hem de Kafkaslarda görevler beklemektedir.
• İran başlı başına ABD ve Batı dünyası için en yakın potansiyel risk olmaktan öte, nükleer tehdit uyarıları vermektedir.
• BM şemsiyesi altında Afganistan’da küresel tehdit durumundaki Taliban ve El-Kaide’ye kaşı mücadele yedi yıldır somut bir başarıya ulaşılamamıştır.
• Afrika’da Somali’den Nijerya’ya kadar kriz bölgeleri çözüm beklemektedir.
Ancak gelinen noktada ABD’nin başarısız olduğu iddia edilebilirse de; büyük oyunun yeni hamlelerini görmeden acele etmek yanıltabilir. Çünkü başarı kıstası sorunların çözümünden çok, kontrol edilebilir krizlerin varlığı ve devamında da olabilir.
 
Afganistan’daki amaç
Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar bir bölgeyi Ortadoğu gören ABD’nin, bu bölgedeki stratejik adımlardan en fazla sorunlu görülen Afganistan’a bağlı gelişmelerdir. Diğer bölgelerde de sorunlar çözülememiştir. Ancak ABD’nin kontrolündedir. Afganistan’da ise görüntü farklıdır. Ülke içinde sınırlı da olsa kontrol sağlanamamıştır. Ayrıca komşu Pakistan’ın bir taraftan Hindistan ile çatışan çıkarları bir taraftan teröre karşı sınırlı mücadele kabiliyeti bu ülkeyi de sorgulanır hale getirmektedir.
Bu coğrafyada ABD’nin asıl hedefi söylendiği gibi Afganistan’ın birlik ve beraberliğinin sağlanması mıdır? Yoksa Sovyetler Birliği’nin yapamadığı Orta Asya’dan Hint Okyanusuna Afganistan üzerinden emniyetli bir geçiş koridorunun oluşturulması mıdır? Eğer enerji geçiş koridoru gerçekleşirse; hem İran’a karşı stratejik üstünlük sağlanacak, hem de diğer enerji koridorlarına alternatifler artacaktır.
İşte bu noktada ABD’nin Afganistan’da alacağı tedbirler, sonunda Pakistan’ın geleceğine de yön verecektir. Çünkü Orta Asya’dan Hint Okyanusu’na Afganistan üzerinden emniyetli bir geçiş koridoru sonunda Belucistan’da bitmektedir. İtalyan artist Monica Bellucci’nin atalarının da buradan geldiği iddialarına ilave olarak; bölge halkının aynı zamanda Kürtlerle aynı kökten geldiği savları, bu bölge için Dünya kamuoyundan destek sağlamaya yeter gibi görünmektedir. Özetle Obama’nın Afganistan’daki adımları Pakistan’ı da İran’la birlikte ABD’nin ortak hedefi durumuna getirebilir.
 
Yeni rakipler
Diğer taraftan; Ortadoğu’daki stratejik yapılanma İsrail-ABD stratejik ortaklığında devam etmektedir. Ancak Ortadoğu coğrafi kavramını, Afrika’dan Orta Asya’ya kadar bir bölgeyi kapsayan stratejik bir kavrama yükselten ABD’nin karşısında yeni rakipler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Küresel ekonomik krize kadar ABD’ye göre sürekli birkaç kat fazla büyüyen Çin ekonomisi, ABD üzerinde büyük baskı unsuru yaratmaktadır. Çin doğaldır ki; ABD’nin1990’lardan sonra oldukça alışmaya başladığı tek kutuplu küresel dünya düzeninin devam ettirilmesinde engel görülmektedir ve ABD’nin öncelikli stratejik hedeflerinden biri olma olasılığı yüksektir.
Ancak Çin de; bu mücadelenin kısa soluklu olmayacağını gösteren ilk emareleri vermeye başlamıştır. ABD, Afrika’da Mısır hariç 53 ülkede askeri harekât ve faaliyetlerden sorumlu ABD Afrika Komutanlığını(AFRICOM) sessiz sedasız 2007 Ekim ayında teşkil etmiş ve 12 ay sonra ise; tam olarak göreve hazır seviyeye getirmiştir. Çin ise ABD’yi bu bölgede yalnız bırakmayacağını, bu ay içinde Somali açıklarına gönderdiği donanması ile en somut şekilde göstermiştir.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminden çok iyi tanıdığı Rusya ise; Gürcistan krizinde neleri göze alabileceğini ortaya koymuştur. Son olarak ise; ABD’ye rağmen 50. yılını kutlayan Küba Devrimi’ne destek için Rus Donanması, Sovyetler Birliği’nin yıkılışından bu yana ilk kez, Rusya Federasyonu bayrağı altında Havana’da ABD’nin arka bahçesinde boy göstermiştir.
Latin Amerika’daki Sosyalist cephe ise; kendi öncelikleri veya ortak çıkarları için ABD’nin küresel düzen içindeki hareket sahasını daraltabileceklerine dair emareler vermektedir.
Ayrıca; İkinci Körfez Savaşı’ndan itibaren uluslararası güvenlik sisteminde BM bizzat ABD tarafından dışlanmış ve artık sorgulanmaya başlanmıştır. AB ise bırakın küresel stratejik güç olmayı, birlik içinde dahi Atlantik ötesine yüzünü dönmüş üyelerini kontrol etmekte zorlanmaktadır. NATO ise ABD’nin ardından taşeron kuruluşu görüntüsü vermeye başlamıştır.
İşte bu ortamda Çin ve Rusya gibi yükselen yeni güç odaklarının da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve son yıllarda tartışılmaya başlayan uluslararası güvenlik sistemine alternatif yeni modeller arayışına girmeleri doğal karşılanmalıdır.
Sonuç olarak artık yaşlanmaya başlayan Sam Amca için Dünya’nın her tarafında düdüğünü çaldıramayacağı günler kapıdadır. Özellikle kapitalizmin sorgulanmaya başladığı son küresel kriz sürecinde, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede ABD, küresel düzenin efendisinden çok haddi bildirilmesi gereken belalı kabadayı olarak algılanmaya başlanmıştır.
 
Yumuşak mı, sert mi?
İşte bu güvenlik ortamında; ABD Başkanı Obama koltuğuna oturduğunda yayımlayacağı milli güvenlik stratejisi özel önem taşımaktadır. Eğer iç dinamikler ve güç odaklarının yönlendirmesi ile uluslararası stratejik hedefler belirler ve bu hedefler için ezber bozmadan ABD’nin askeri gücüne öncelik verirse; sadece Amerikan halkı için değil, son yılların moda deyimi ile “küresel köyümüz sakinleri” için de uzun süre ışığın arandığı çıkmaz bir yolun tüneline girilmiş olacaktır.
Çünkü ABD’nin karşısına çıkmaya başlayan yeni rakiplerin hazırlıkları da bu seçeneğin öngörüldüğünü göstermektedir. Ancak ABD’nin sahip olduğu ve rakiplerinin henüz geliştiremedikleri en büyük güç; ağ merkezli sistemi de bir güç çarpanı olarak kullanabilen ABD’nin yumuşak gücüdür.
Aslında insanca yaşama olanaklarının yaygınlaştırılması, bireysel ve toplumsal kimliklere saygı ile barış ve istikrardan başka beklediği nedir ki insanlığın önümüzdeki yüzyılda?
ABD Başkanı Obama da “Müslüman dünyasına seslenmek istiyorum,
Yeni bir çağı başlatmak istiyoruz. Karşılıklı çıkarmalarımız ve beklentilerimiz doğrultusunda işbirliği yapacağımız bir barış çağı… Artık savaş ve şiddetle bir şeyler elde edeceğini sananların bizi kandırmasına izin vermemeliyiz. Yumruğunuzu açın. Elinizi sıkmak istiyoruz….” sözleri ile ibrenin “yumuşak güçte” olacağının emarelerini vermiştir.
ABD’nin yumuşak gücünün bu beklentileri, ABD hesabına stratejik kazanıma dönüştürme potansiyeli çok yüksektir. Yeni ABD Başkanı Obama da bu gücü kullanmada ne denli etkin ve ehil olduğunu seçim sürecinde göstermiştir. Eğer bu kanıtlanmış becerisini kullanırsa ABD’nin karşısındaki rakiplerin yeni anti tez oluşturmaları oldukça zor görünmektedir. Kendisi de “Barış ve Özgürlükler Çağı”nın kurucu lideri olarak İnsanlık Tarihinde kuşaklar boyu yaşayacaktır.
Eğer ezber bozulmazsa; artık Washington’da hazırlanan New York, Brüksel, Londra’dan dikte edilenlerle rekabet edebilecek yeni merkezler, ortaya çıkan yeni oyuncularca anti tez olarak ileri sürülebilir. Askeri gücün ağırlıkla kullanılacağı bu çatışma ortamı, ABD’nin tek kutuplu düzeninden kurtuluş için arayıştaki birçok ülkeye de umut ve çekim merkezi olabilir.
Bu durumda ise; ABD Başkanı Obama, ABD kapitalizminin dönemsel dalgalanmalarının ortaya çıkardığı ve giderken geldiği günleri mumla aratan selefi George W. Bush gibi ABD Başkanlık kronolojisinde yerini alacaktır.
 
Ali ER 26.01.2009 (Cumhuriyet Strateji)
Hits: 2331