TÜRKİYE'MİZİN HALLERİ

~ 18.10.2012, Aydın CINGI ~

Şu Türkiye’de olan biteni etkileyemiyor; gidişi değiştiremiyor, zorbalığın ve zırvalığın egemenliğini engelleyemiyorsanız; siz de, benim gibi, mizaha sığının. Ben, son zamanlarda böyle yapıyor; kendimi “dalgaya” vuruyor, özellikle “twitter” denen mecrada zorbaya ve zırvaya zırvayla yanıt veriyorum.

Geçtiğimiz ay beni öncelikle inciten olayların başında, görüş açıklayan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’i, başta Erdoğan, iktidar sorumlularının “sen kendi işine bak, bizim işimize karışma” yolunda hoyratça paylamaları geldi. Kendi yaşantımdan bir sahneyi anımsadım. Birkaç yıl önce bir taksiye binmiş gidiyordum. Şoför sürekli trafik kuralı ihlal ediyor, bu arada ışıklara da riayet etmiyordu. Kendisine arabayı dikkatli ve kuralına göre kullanmasını ihtar ettiğimde “abi otur oturduğun yerde, götürüyoruz işte gideceğin yere” diye kendince net(!) bir yanıt vermişti. İri yarı da bir adamdı; üstelik direksiyon ondaydı ve de gideceğim yere sağ salim varayım istiyordum. Ülkedeki direksiyon sahiplerinin Ümit Boyner’e verdikleri yanıtı duyunca, o gün şoföre açıklamaktan kaçınmak zorunda kaldığım duyguları, içten içe yüreğimde hissettim.

Yine geçen ay, Silivri’de suçluluğu kanıtlanamamış insanlar, uydurma deliller bahane edilerek mahkum edildi. Bilenleriniz kuşkusuz ki vardır: 19. yüzyılın son yıllarında Dreyfus adında bir Fransız subayı, vatana ihanet gerekçesiyle yetersiz delillere dayanılarak haksız yere mahkum edilmişti. Devlet’e bir suçlu gerekiyordu ve bu Yahudi kökenli subay egemenlerce istenen profile uygun kişiydi. Tanınmış edebiyatçı Emile Zola, bunun üzerine, meşhur “itham ediyorum” adlı yazısını yayımlamış ve bu haksızlığın giderilmesine önayak olmuştu.

Balyoz Davası kararı ile benzer bir durum ortaya çıktı. AKP iktidarı ve yandaşlarına “suçlu” lazımdı ve onlar yüksek rütbeli subaylar arasından bulundu. Ön kararlı bir yargı heyeti ince eleyip sık dokumadan mahkumiyet kararları verdi. Esasen herkes de durumu biliyor. Ancak iktidar ve yandaşları “bu ülkede çok darbe yapıldı; mahkum edilenlerin darbeye gerçekten teşebbüs etmiş olup olmamaları önemli değil” demeye getiriyor. Darbeli geçmişimiz bu kişilerin şahsında mahkum ediliyor ve bu çerçevede tek tek bireylere haksızlık yapılmış olması vicdanları rahatsız etmiyor. Yandaşlarla, kanıtlar ve usul konusunda tartışmak da anlamsız. Bu, olsa olsa kurşuna dizilmek üzere olan mahkumun infaz mangasına “durun ben suçsuzum” demesi kadar bir hüküm ifade ediyor. Bile bile adaletsizlik yapılıyor. Ne var ki ülkemizde bir Emile Zola çıkmıyor.

Son zamanlarda Suriye ile yatıp Suriye ile kalkıyoruz. Ben değerli Bakanımız Davutoğlu’nu bir nebze olsun oyalamak için acaba toplumca hep birlikte bir savaş oyunu, örneğin “dekman” ya da “amiral battı” oynayabilir miyiz diye bir öneri getirmeyi düşünüyorum. Davutoğlu’nun dikkatini, takıldığı yerden daha az maraza potansiyeli taşıyan bir başka konuya çeviremezsek iş sarpa saracak. Zira zarif milletvekilimiz Şamil Tayyar, ordumuzun en fazla yarım günde Şam’a girebileceğini açıkladı. Çocukluğumuzda da kafamız kızınca karşımızdakine “şimdi sana bi patlatırsam kafan karşı duvara vurur” türünden sürrealist tehditler savururduk ya! Değerli Genelkurmay Başkanımızın, bir başka vesileyle Suriye sınırında fotoğraflanan kol hareketi de esasen bu ulusal özgüveni teyit eder nitelikteydi. Ortadoğu’da barış güvercini sayılmayan bir Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız var. Korkmamak elde değil!

Bu arada bir de uçak indirme hobisi edinildi. İlk indirilenden savaş malzemesi çıkmış. Erdoğan öyle söylüyor, ama tam olarak nedir bilmiyoruz. Belki ileride “aziz milletiyle” paylaşır. Aslında gerek var mı bilmem. Zaten Uludere’yi, Afyon’u vb biliyor muyuz? İşin aslını büyüklerimiz bilsinler yeter. Esasen Milliyet’te gazeteci Mehmet Yılmaz her hafta soruyor: “KPSS kopyalarının, Bülent Arınç’a hazırlandığı ileri sürülen suikastın, Suudi Kralı’nın Cumhurbaşkanı’nın eşine sunduğu değerli armağanların akıbeti ne oldu?” Yanıt yok! Olmasın da! Bize hesap mı verecekler? Çoğunluk kimdeyse kese ve hesap onlardadır. Bu arada aklıma bir tweet daha geldi: “Dağdaki çobanın da tabii ki benim kadar oy hakkı olmalı, ama koyunların…” Neyse; indirilen ikinci uçaktan gıda malzemesi çıktı. Şimdi üçüncü olur mu; olursa ondan ne çıkar? Aslında benim sorunum şu; kış gelmeden bir uçurtma şenliği düzenleyecektik. Ben “yine de yapalım” diyorum, ama arkadaşlar kaçınıyorlar; uçan cisimlere karşı son günlerde gösterilen resmi allerjiden çekinen göçmen kuşların bile rota değiştirdiğini ileri sürüyorlar. Teyakkuz halindeki Hükümetimizin uçurtmaları da indirtip şenliğin tadını kaçırmasından korkuyorlar.

Zaten sıkıntıda olan iktidarın keyfini bir de AB İlerleme Raporu kaçırdı. Hepimiz okuduk; raporda demokrasi, yargı, ifade özgürlüğü gibi temel konularda eleştiriler var. İktidarımız AB’den destek görmeye alışık ve bu türden eleştirilere tahammül eşiği düşük. Nitekim ince sesli anayasacı milletvekilimiz Burhan Kuzu söz konusu raporu cart diye yırtarak çöpe attı. Başmüzakereci bakanımız ise, her zamanki zarif üslubuyla AB’ye ağzının payını verdi. Hızını alamayıp Kuzey Kıbrıs’ın bazı bölgelerini pazarlık konusu yapmaya kalkan Hristofyas’ı da akşam hazmı zor yemekler yiyerek rüya görmemesi konusunda uyardı. Anlat anlat bitmez! Fazla vaktinizi almayayım. Özetle hepimiz çok kaliteli bir kadroya emanetiz. Bu kadroda Burhan Kuzu, Egemen Bağış gibi şakacılar da var; Ömer Çelik, Bekir Bozdağ gibi gözünü devire devire ahkam kesenler de! Tayyip Bey gibi haykıranlar da var, Bülent Arınç gibi suret-i Hak’tan görünüp alçak sesle giydiren ve Hüseyin Çelik gibi sürekli laf sokanlar da! Özetle çıldırmaktansa, twitter mwitter mizaha sığının dostlarım!

Aydın CINGI

Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 1855