Bir devlet iki millet

~ 16.10.2012, Zülfü LİVANELİ ~

Sorun buradan çıkıyor işte, kısa zamanda çözümü de yok; bir devletimiz ama iki milletimiz var.

Milli devlet denilen kavram, adı üstünde bir milletten çıkar. Hani “tasada ve kıvançta beraber“ diye tarif edilen, içinde farklılıklar barındırmasına rağmen ortak idealleri, yaşam biçimi, değerleri olan bir milletten.

Devlet de onun örgütlenmiş hâli.

Yazık ki, bizde devlet var ama böyle bir millet yok. Temel olarak ikiye bölünmüş bir yapıyla karşı karşıyayız.

Türkiye Cumhuriyeti denilen ülkede birbirine taban tabana zıt iki millet yaşıyor.

Bu milletleri; AKP’liler ve CHP’liler diye de tanımlayamazsınız, Türkler Kürtler diye de.

Kadın-erkek, doğulu-batılı, kuzeyli-güneyli, eğitimli-eğitimsiz, köylü- kentli, zengin-fakir, sağcı-solcu, muhafazakâr-modern gibi ayrımlar da bu iki milleti anlatmaya yetmez.

Esas ayrım nerede biliyor musunuz; uygarlarla vahşiler arasında.

Bu ülkede yaşayan halkın bir kısmı uygar, temiz, efendi, dürüst, öteki kısmı ise vahşi ve barbar.

Tekrar vurgulamak istiyorum; uygarlara ve vahşilere her kesimde, her bölgede, her inançta, her yaşam biçiminde rastlanabilir.

Eğitimli kentliler uygar da ötekiler vahşi gibi bir kolaycılığa da kapılmamız mümkün değil.

Çünkü bazı, okul bitirmiş varlıklı aile çocuklarının vahşeti yanında, kırda, köyde, tarlada nice temiz, uygar insan yaşar. Anadolu bilgelerini ve onların şefkatli bakışlarını hatırlamak yeterli zaten.

Uygarlarla vahşileri birbirinden ayırmak için üstünkörü ve nefret suçu kapsamına girecek tahliller yapmak mümkün değil.

Uygar insanlar hâlâ merhamet, temizlik, efendilik, dayanışma, yardım gibi kavramları hatırlıyor. Düzgün insan olmaya gayret ediyor, hiç kimseyi rahatsız etmemeye özen gösteriyor, toplum yaşamının kurallarına uyuyor, olaylara hoşgörülü ve insancıl bir bakışla yaklaşmaya çalışıyor, büyük küçük hatırı biliyor.

Öteki vahşi grup ise sonsuz bir şiddet girdabında yaşamı hem kendisine hem çevresine zehir ediyor. Trafikte kavga çıkarıyor, tabancaya, bıçağa sarılıyor, maçta adam bıçaklıyor, karısını kızını dövüyor, öldürüyor; iğrenç bir müziği sonuna kadar açarak insan ruhundaki temizlik ihtiyacının canına okuyor, aşağılık esprilerden zevk alıyor, her an nefret ve ayrımcılık suçu işliyor, her tarafa pislik bulaştırıyor, rüşvet alıyor, hırsızlık yapıyor, dolandırcılığı ve yalan söylemeyi doğal görüyor.

Birinci kesim sık sık vicdan hesaplaşması yaparken, vahşiler “yakalanmadığı sürece suç olmayan“ eylemlere bayılıyor. Küçük kızların ırzına geçiyor, kafa kesiyor, rastgele ateş açarak çocukları, gelinleri, damatları öldürüyor.

Bu iki toplum kesimini de görüyoruz; her şey apaçık ortada. Bunu anlamak için gazetelere göz gezdirmek bile yeterli.

Bizim, herhangi bir Avrupa ulusu kadar ortak paydamız yok. Aynı millet değiliz. Belki tarihimiz yol açtı buna, belki farklı gelişmişlik seviyelerinden, belki imparatorluğun kılıç artıklarından, yetmiş yedi benzemez unsurun bir araya gelmesinden dolayı böyle olduk. Bunlar zor konular, üstünkörü cevaplar verilemez.

Cumhuriyetin ilk yılları; Köy Enstitüleriyle, Halkevleriye, eğitim çabalarıyla iyi kötü bu keşmekeşe son vermek ve kendi “yeni insanını” yetiştirmek istemişti ama olmadı.

Yüzyıllarca kul olarak yaşamış bir topluma; Fransız İhtilali’nin başardığı gibi bir “yurttaşlık bilinci“ aşılanamadı. Daha doğrusu bu çaba, bir grup insanla sınırlı kaldı.

Şimdi iki kesim arasındaki makas giderek açılıyor. Vahşiler hem daha çok üredikleri, hem de çok ses çıkararak görünür oldukları için, uygar insanlar kendi ülkelerini tanıyamadan umutsuzluk içinde bir köşeye çekiliyorlar.

Yazıyı tamamlarken bir kez daha vurgulamak istiyorum: Lütfen takım tutar gibi, bu ayrımı çeşitli parti, inanç, etnisite vurgularına büründürmeyelim.

Uygarlara her yerde rastlanabilir, ilkellere de öyle.

(GazeteVatan)

Zülfü LİVANELİ | Tüm Yazıları
Hits: 1466