Matbuat gerillası

~ 07.09.2012, Mustafa Kemal ERDEMOL ~

Şu, dağda çektirdiği, moda dergilerinde de pek iyi duracağına kuşku duymadığım fotoğrafları yüzünden birçok kişi bambaşka nedenlerle kızdı Enis Berberoğlu’na ama benim Hürriyet genel yayın yönetmenine bozuk oluşumun nedeni farklı. O mağrur, (seyrettiği yerden de görebildiği) küçük dağları ben yarattım havası fena canımı sıktı, ne yalan söyleyeyim. Selefi Özkök kadar etkileyici değil yeni trendler yaratmada Berberoğlu. Ancak, sanki ilk kez kendisi, böyle, dağın, tepenin zirvesinde keyif yapıyormuş halini takınması, Özkök’ten, en azından, mağrurluk kaptığının kanıtı. Kendisinden önce de bunu, hem de layıkıyla yapanlar olduğunu unutmasına ya da hatırlamamasına tahammül edemiyorum doğrusu.

egegegegege.jpg

O nasıl bir bakış öyle? Dağın değil de kendi gücünün zirvesinde olduğunun ifadesi olan o sandalyeye oturuş, dağın zirvesinde bile buluşabildiği teknolojinin simgesi o bilgisayara sahip olmanın verdiği keyif, tüm bunlar aslında bir haz adamıyla karşıya karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yüksekliğin, zaten şişkin olan bir egoyla buluşması demek ki böyle bir manzara doğurabiliyor.

Leo Burckhardt’ta okumuştum ben. Doğa manzaralarının insan ruhunda derin etkiler yarattığını söyler, dağa çıkıp dolaşma konusunda da Dante’yi örnek gösterir. Büyük Dante uzak manzaraları doyasıya seyredebilmek amacıyla yüksek dağlara çıkarmış. Burckhardt’ın dediğine göre klasik çağdan beri bu işi ilk yapan kişi Dante’dir. Yani Berberoğlu’nun Dante hiç bunu yapmamış gibi dağlarda ego sergilemesi sinirimi bozduysa, bundandır işte.

Burkchardt’dan daha iyi bilecek halim yok ama “insan ruhunda derin etkiler yaratan” doğa manzarasından çok, hakimiyet duygusunun yaşanmak istenmesine bağlarım ben bu tutumu. Doğa manzarası için de kendini dağa tepeye vurması mümkündür kişinin ama ben, örneğin Enis Berberoğlu’nun yaptığı türden, koca bir alanın her yerinin görülebileceği bir dağın zirvesinde otursam, her şey avucumun içinde hissini yaşarım sadece. Manzara herhalde, ardından gelir.

Bu anlaşılır bir duygudur. Dante’nin de –eğer dağa çıkma alışkanlığım olsaydı- benim de bunu yapmamda bir sakınca olmazdı. Zevk değil mi, dileyen kazığın üstünde de oturur saatlerce.

Ama bu sizin kendinize ait bir istekle yapmanız gereken bir şey. Örneğin, başbakandan ülke medyasında terör haberlerine yer verilmemesi (o rica diyor ama) talimatı geldiğinde, bunu emir kabul edip, işi bir de her şey güllük gülistanlık illüzyonuna dönüştürdünüz mü iş değişir. O dağın tepesine “her şeye hakim olma duygunuzu tatmin için” siz, kendiniz gideceksiniz. Devletin dağda savaşmak için gönderdiği özel timlerden farklı bir amacınız olacak her şeyden önce. Özel Tim Gazeteciliği gibi, gerçek meslek erbabının yüzünü kızartan bir işe soyunmayacaksınız.

Moral elbette önemli. Ama medyanın işi moral vermek değil. Bunu dünyanın en zengin adamı Rockefeller hasta yatağında kötü haberlerle karşılaşmasın diye, muhtereme sadece iyilik, mutluluk haberlerinin verildiği pembe gazete hazırlayanlar yapar. Berberoğlu’nun böyle bir lüksü de, herhalde görevi de yok tabii. Olmamalı da.

Ama o, durumdan vazife çıkaran, kendisine benzeyen diğer meslektaşları gibi, onlarca özel tim mensubunun, askerin koruması altında çıktığı dağda, ordu her şeye hakim haberini vererek hepimizi Rockefeller’leştiriyor. Biz, haberin doğrusunu istiyoruz oysa. Mutlu haber de kötü haber de hiç umulmadık kaynaklardan zaten gelir. Dağda duruma hakimsindir ama düz ovada, Afyon’da cephaneliğin neden patladığını merak eden vatandaşa haberin doğrusunu iletmek zorundasın. Berberoğlu’nun plastik masa ile sandalyesini alıp, bu kez Afyon meydanında, devletin her şeye hakim olduğunu göstermesi için kendini fotoğraflatması işe yaramaz. Dağda, özel timciler ile askerlerden başka kimse görmez saklanan gerçeğin ne olduğunu ama Afyon meydanında durum nettir.

Kaldı ki o yöre insanı, dağda değil, yaşadığı, -her türlü yoksulluğun da bolca olduğu- köyünde, kasabasında kimin “duruma ne kadar hakim” olduğunu görüyor. Hangi tarafın duruma hakim olduğu onun, iki arada bir derede kalmışlığını ortadan kaldırmıyor ayrıca. Devletin duruma ne kadar hakim olduğu, dağın zirvesinde değil, köy kahvesinde daha iyi gözlemlenen bir şey değil midir kaldı ki? Herhalde öyledir.

“Ordu, millet, medya ele ele, göreve” dendi mi, medya nedense başbakana Rockefeller’miş gibi davranıyor. Onun istediği haberlere, yorumlara yer veren bir medya var. Rockefeller öyle miydi bilmem ama Türkiye başbakanı yetinme nedir bilmiyor yine de. Memlekette tüm medya kendisinden yanayken, hala “bir kısım medya” diyerek salvo üstüne salvo yapıyor. Ne anlıyoruz biz bundan? Şunu: Demek ki, muhalif basın başbakana, en azından her şeyin suçunu üzerlerine atmak için şart.

Enis Berberoğlu ile gazetesinin Erdoğan’ı mutlu etme çabaları onları dağa tepeye vurmuş, anladığımız bu. Seviyorlar Erdoğan’ı, aşk derecesinde seviyorlar hem de. Boşuna dememişler “Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca/dağı bile taşır insan, aşık olup inanınca”. Berberoğlu’nun başbakan istedi diye dağı sırtlaması da pek mümkündür yakında. Ha gayret.

Ben zirvesinde çiçekler olan dağı severim, böcekler olan değil. Dolayısıyla Enis’in dağa çıkması beni ırgalamaz. “Dağ ne kadar yüce olsa da yol onun üstünden” aşar diyen büyük Yunus’un izindeyim ben aga.

O kadar.

(SolHaber)

Mustafa Kemal ERDEMOL | Tüm Yazıları
Hits: 1481