Düğüm

~ 07.08.2012, Aydemir GÜLER ~

Özrümü yazının sonuna not olarak değil, başına giriş olarak yazmalıyım!

İnternet ortamı yazı aksatmanın, geciktirmenin, atlamanın daha fazla tolere edilmesine olanak veriyor. Sanal alemde “yazı uçuyor” ve pek az kişi eksikliği fark ediyor. Ama buna sığınmayıp son aylarda yazılarımı hayli aksattığım için okurlardan ve editör arkadaşlarımdan özür dilemek istiyorum. Son iki aksamanın mazeretleri Dünya Barış Konseyi Asamblesi için yaptığım uzun yolculukla Munzur festivali oldu. Önümüzdeki iki hafta ise bütünüyle kişisel nedenler yazamama olasılığımı hissettiriyor...

* * *

Ama bu arada, ben yazamazken, AKP iktidarının sertlik politikası dizginlerinden boşandı.

Hangisini örnek vermeli? Suriye'de kan döken şeriatçı çetelere verilen desteğin gururla sergilenmesini mi, Kürtlere ve Alevilere yönelik aşağılamaları ve şiddet gösterilerini mi? İmam hatip çılgınlığını mı...

Burjuva, liberal ve sol liberal kesimler AKP'nin bir biçimde uzlaşmaya eğilim göstereceğine inanırlar. O günün gelmesini rejimin oturma sorunu gibi algılıyorlar sanki. “İkinci Cumhuriyet kendine özgü bir toplumsal denge ve hatta barış getirecek eninde sonunda.” Böyle düşünüyorlar anlaşılan. Yani 12 Eylül 2010 akşamına, balkon konuşmasına takılıp kalmış görünüyorlar.

Oysa mekanizma farklı işliyor.

Ekonomik kriz AKP'yi sertliğe itiyor. Türkiye kapitalizminin krize direnme gücü büyük ölçüde dışardan devşirilir. Dolayısıyla AKP alternatifsiz olduğunu cümle aleme kanıtlamalıdır. Önemli bir işareti olmamakla birlikte emekçi potansiyeli zaptürapt altına alınmalıdır.

Rejim inşası yine sertlik demektir. İmam Hatip salgınının, kadınları görünmez kılmanın, içkiyi baskılamanın yolu sertlikten geçer. İçinde bulunduğumuz dönemde Alevilerin evleri işaretlenmek zorunda; bu kadar basit. Yoksa toplumun dinselleştirilmesi operasyonu kolaylıkla sekteye uğrayabilir. Tereddütü olan Ramazan ayını gözlemlesin. Her zaman dinselleşme atağına sahne olan oruç ayı, en azından büyük kentlerde son zamanların belki de en az hissedilen Ramazan'ı olarak yaşanıyor.

Bölgesel gelişmeler, iktidarı sertleştiriyor. Kürt faktörü sertleştiriyor... İkinci Cumhuriyet güçlendikçe doğrultusu faşizmi işaret ediyor.

Ancak bu ortamdan faşizm de çıkmıyor. Bana sorarsanız, çıkmayacak da. AKP ne liberallerin arzuladığı gibi zaferini bir büyük toplumsal uzlaşmayla taçlandırma olanağına sahip, ne de yine aynı zaferi mantıksal sonuçlarına kadar götürebilme gücüne.

Haziran ortasından sonra bir ay, Kürt sorununda bir yandan kan dökülürken diğer yandan Zana baharı yaşandı. Öcalan'ın ev hapsine geçirilmesinin eli kulağındaydı, zaten Zana'nın açılımının arkasında Apo vardı; yeni Anayasa sonbaharda bağlanacak ve işler yoluna girecekti...

Ağustos başından bakıldığında bu ortam yıllar öncesindeymiş gibi görünmüyor mu?

İkinci Cumhuriyet uzlaşmasının çok kesim tarafından beklendiğini biliyoruz. Liberal yorumcular Suriye Kürdistanı'nın özerkliği karşısında Özal'ın “Türkiye himayesindeki Kürdistan” fantezisine geri döndüler, Türk-Kürt ittifakına yaklaştığımızı söylemeye başladılar. Bir model olarak, Washington'dan Ankara'ya, İstanbul'dan Erbil'e, Diyarbakır'dan Kamışlı'ya ve elbette her birinden Tel-Aviv'e çekilen çizgilerle sıkı sıkıya dokunmuş bir “Amerikan barışı” anlamına geliyor bu. Hakkında ne çok düşünce ve strateji kuruluşu rapor düzmüştür kim bilir!

Yanlış anlamayın. Böyle bir formülün liberal-emperyalist ütopyayı temsil ettiğine ben de inanıyorum. Ancak sorun gerçek dinamiklerin bizi bu ütopyaya yaklaştırmıyor, yaklaştıramıyor olmasında.

Teşbihte hata olmaz; Lenin emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin zamanla bir tekleşmeye, dünya entegrasyonuna, ultra-emperyalizme götüreceğini ve barışın böyle gerçekleşeceğini iddia edenlere itiraz ederken, soyutlanmış doğrultu tarifine itiraz etmiyordu. Onun söylediği, tarihi kendi başına rekabetin değil sınıflar arasındaki mücadelelerin belirlediğiydi.

Mücadele sürüyor.

Alevi örgütleri işaretlenen evlere, eğitimin dinselleştirilmesine, başbakanın cami ve oruç baskısına karşı bir kez daha sokağa çıkma kararı alıyor.

BDP Suriye Kürtlerinin “küresel aktörlerin özgür piyasasına eklemlenmediğinin” altını çiziyor.

Halep olağanüstü bir basınca rağmen düşmüyor.

Türkiye solunun da eli armut toplamıyor!

Bu tablo son derece karmaşık bir düğümlenmedir. AKP'nin bu düğümü çözme yeteneğine sahip olduğuna, bu düğümün çözülebileceğine inanmıyorum. Türkiye'nin geleceğinde bir toplumsal istikrar, denge konumu, İkinci Cumhuriyet veya Amerikan “barış”ı görünmüyor.

Denebilir ki, tablo o kadar içinden çıkılmaz haldeyse, İskender'in örneğinde olduğu gibi biri çıkıp düğüme kılıcı vurabilir... AKP şiddeti artırarak aslında bunu yapmaya çalışıyor. Nafile...

(SolHaber)

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1542