Mesaj ve baskı

~ 19.07.2012, Ali Rıza AYDIN ~

Burjuva/liberal hukuk devletinin evrensel ilkeleri, genel bir yaklaşımla, insan haklarına dayanma, hak ve özgürlükleri güvence altına alma, genellik ve eşitlik, adalet, belirlilik, güvenlik, öngörülebilirlik, ölçülülük, geriye yürümezlik, iyi niyet, kamu yararı, istikrar, kazanılmış haklara saygı, bağımsız yargı denetimi, yargı kararlarına uyma, lâiklik, demokratik toplum düzeni, toplumsal barış ve dayanışma gibi başlıklarla sıralanır. İnsanlık tarihinin “haklar savaşımı”, hukuku ve ilkelerini sürekli zenginleştirmiş, kendisine “demokratik hukuk devleti” diyen toplumlar da bu zenginleştirmeden sürekli yararlanmıştır.

AKP’nin, “kendi hukukunu” yaratırken bu ilkelere katkıları yadsınamaz. Bunların başında, “çok hukukluluk”, “çifte standart”, “keyfilik” ve “bağımlı yargı” gelir. Üçüncü yargı paketinden sonra, yeni bir kavram daha bu ilkeler arasına eklenmiştir. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, tutuklu milletvekillerinin tahliyeleriyle ilgili olarak, “ümit ederim yargı, yasamanın verdiği bu mesajı iyi anlamıştır” diyerek, hukuk devletine “mesaj” kavramını yerleştirmiştir.

Sözcüklerin sahibinin TBMM Başkanı olması, bu katkının ciddiye alınmasını gerektirir. Demek ki, artık yasama organı, yasaların “belirlilik” ilkesine uyması yerine, “gizemli” hükümlere imza atacak, uygulayıcı ve yorumculara mesajlar gönderecektir.

Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesine göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin ve yorumcuların keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesinde, birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk kuralları, hukuksal güvenliği sağlarken, öngörülebilir olmalı, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmalıdır. Yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi asıldır. Öngörülebilirlik koşulu olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Öyle ki, yasa kuralı, farklı ve keyfi uygulamalara neden olmaması için, objektif ölçütleri içermeli ve yargının yorumuna dahi ihtiyaç göstermeyecek şekilde açık ve belirgin olmalı, herkese güven ve güvence vermelidir.

Bu temel ilkeler, o dillerden düşürülmeyen “üstün hukukun” evrensel ilkeleridir. Anayasa Mahkemesi’nin ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin ilkesel içtihatlarıdır. Hangi hukuk sistemi uygulanırsa uygulansın, kural koyucu mesaj göndermez, ilkelere uygun kural koyar; “zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına” demez.

TBMM Başkanı’nın “mesaj” ilkesi ise, açık seçik görüldüğü gibi, bu ilkelerden uzak mı uzaktır. Haydi, Başkan’ın açıklamasını iyi niyetli kabul edelim, eğer mesaj ilkesi kabul görürse, başka mesajların da varlığını görmek gerekir. TBMM Başkanı’nın açıklamasından sonra (11.7.2012 günü) Başbakan Erdoğan da farklı bir mesaj vermiş: "Bile bile tutuklu şahıslar aday gösterilerek milletvekilliği cezaevlerinden adam kaçırma davaları boşa çıkarma girişimine dönüştürülmek istenmiştir. Ya arkadaş siz adam mı bulamadınız milletvekili yapmak için cezaevlerinin içine mi kaldı işiniz, dışarıda hiç mi adayınız yoktu” demiştir.

Başta TİP’li yedi gencin katilleri olmak üzere, barış ve demokrasi sevdalısı insanların katillerinin tahliyesi, buna karşın, devrimci, sendikacı, öğrenci, gazeteci, yazar, çizer, düşünür, hukukçu, aydın ve muhalif savaşım insanlarının tutukluluğunun devamına karar verilmesi, yargı paketinin tahliyeyle ilgili düzenlemesinin, kimilerince anlaşılmazlığı bir yana, kimilerince çok iyi anlaşıldığını, hatta “kişiye özel çıkarıldığını” açıkça kanıtlamaktadır. Bağımsızlık, sosyalizm, hak, adalet, özgürlük ve eşitlik savaşçılarına karşı açılan cepheleri tarih boyunca yaşayanlar bugün AKP-MHP işbirliğinin hafife alınmaması gerektiğini de çok iyi biliyorlar. Her halde, başta “ne yapalım parmak sayısı fazla” diyenler olmak üzere bir hayli geniş kesimin, artık dersini “gerçekten” alması gerekiyor.

Siyaset, işbirliğiyle “gizemli” düzenlemesini yapıyor, uygulamaya yönelik mesajlarını veriyor, yargı da buna uyuyor. Sağduyulu insanlar, “bu kadar da olmaz” derken, onlar yaptıklarını itiraf etmekten ve sözde “denge”den söz etmekten kaçınmıyorlar. Vahşi kapitalizmin baskı aygıtları iyi çalışıyor.

“İnsan”ı yok edenler dışarda, insan ve insanlık için düşünenler ve emek verenler içeride…

“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, bu ne hukuk, bu ne yargı, bu ne adalet” demeye bile dil varmıyor. Onların, “hukuk ve demokrasi” diye diye kaçınmadan yaptıklarına, kaçınmadan yanıt vermek, kaçınmadan savaşmak gerekiyor. “Sol”un hakkının verilmesi gerekiyor.

Son sözü yıllardır aile dostluğumuzu sürdürdüğümüz, siyasal islamın Türkiye’de yaptığı değişimi yakından izlemeye ve gözlemlemeye çalışan Alman arkadaşım Hans’a bırakıyorum. Hans’ın, dışarıdan gördüğü, sözde “demokratik hukuk devleti içinde yapılması gerekenleri yaptıklarını” söyleyenlere yanıt olacak Türkiye gözlemi şöyle: “Erdoğan söyler/Gül dinler/Erdoğan söyler/Herkes dinler”. Hans’ın bu sözlerine, doğal olarak, Türkiye’de siyasetin bağlı olduğu uluslararası otoriter düzeni de eklememiz gerekiyor.

(SolHaber)

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1682