İstanbul yıkıldıktan sonra!

~ 13.07.2012, Mehmet Y. YILMAZ ~

İSTANBUL’u yaşanmaz hale getiren köprü tamirat çalışmaları 18 Haziran günü başladı. Dün takvimlerdeki tarih 12 Temmuz’u gösteriyordu. Ve İstanbul’da oluşturulması yeni akıl edilen “kriz masası” dün toplanıp bazı kararlar aldı.
 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “kriz masasının aldığı kararların uygulanmasına başlamak için pazartesi gününe kadar beklenmesin, hemen başlansın” diye emir vermiş!

İngilizler buna “good morning after supper” derler, “akşam yemeğinden sonra günaydın” anlamında!

Alınacağı söylenen önlemlerin hepsi, kentini iyi bilen ve düşünen bir yöneticinin ilk aklına gelmesi gereken şeyler.

Gişe girişlerinin düzenlenmesi, otobüslerin belirli saatlerde Boğaziçi Köprüsü’nü kullanmalarına izin verilmesi, hafriyat kamyonlarına geçiş kısıtlamaları konması, yol kenarlarına seyyar tuvaletler yerleştirilmesi, kaza anında hızla müdahale edecek itfaiye ve çekici gibi araçların köprünün iki yakasına konuşlandırılması gibi önlemler bunlar!

İDO da arabalı vapurların 24 saat çalıştırılmasına karar vermiş! Demek ki elde yeterli vapur ve personel var ama bugüne kadar kimsenin aklına gelmemiş!
Oysa bu tamirat başlayınca kentin ne hale geleceğini çocuklar bile tahmin edebilirdi.

Belediye deniz üzerinden ulaşımı teşvik edecek önlemleri alabilir, turist gezdirmek için sadece hafta sonları kullanılan tekneleri iki yaka arasında insan taşımakta kullanabilirdi. Geçici arabalı vapur iskeleleri kurulabilir, köprüler üzerindeki yük hafifletilebilirdi.

Vatandaşların kendi aralarında birleşerek üç-dört kişi bir otomobil ile trafiğe çıkmamaları da ayrı bir mesele tabii!

Sadece bu da değil. Geçemeyeceği kavşağa girmek, başkasının geçiş hakkına saygı göstermemek, magandalığı uyanıklık zannetmek gibi sürücü alışkanlıkları da bütün bu rezaletin sebepleri arasındadır.

Bu işi çıraklar bile daha iyi yönetirdi

SURİYE’nin füze ile kendi hava sahası dışında vurduğu jetimiz” bir cümle değişikliği ile “Suriye tarafından vurulduğu iddia edilen jetimize” dönüştü.

Genelkurmay, uçağın enkazında yanıcı, parlayıcı ve patlayıcı maddeye rastlanmadığını açıkladı.

Başbakan’ın kafası ise biraz karışık! “Pilotlar bulunana kadar uçak düşürüldü demedik” diyor ama ilk günden beri uçağın düşürüldüğünü, gerekenin yapılacağını, Türkiye ile kimsenin böyle bir iddialaşmaya giremeyeceğini vs. söylüyor.

Genelkurmay’ın “düşürüldüğü iddia edidiğini” söylediği gün yaptığı konuşmada “Uçağımız Suriye hava sahasının dışında vuruldu” demeye devam ediyor.

İlk günlerde “radar kayıtlarından”, “telsiz konuşması kayıtlarından” bahsediliyordu, şimdi bunları konuşan hiç kimse yok.

Suriye ordusunun telsiz kayıtlarında “Uçağı vurduk” sözleri gerçekten varsa neden açıklanmıyor?

Müttefiklerimiz için neredeyse canımızı vereceğiz, ama ne ABD ne de İngiltere elindeki radar kayıtlarını açıklıyor. Acaba bunun nedeni ilk gün heyecanlı açıklamalar yapan Başbakan’ı dünya kamuoyunun önünde zor duruma düşürmemek olabilir mi?

Başbakan geçen seçimde “Artık ustalık dönemindeyim” diye oy istedi, bunu aldı da ama ortada ustalıktan eser yok. Böyle bir kafa karışıklığını çıraklar bile yaratmazdı!

Dava, ilk duruşmada bitti mi?

KAMU İhale Kurumu’ndaki milyarlık yolsuzluk davasının ilk duruşması önceki gün yapıldı.

Sanıkların 150 yıla kadar hapisleri isteniyor.

Bizim yargılama usullerimize göre daha önümüzde uzun bir süreç var.

Sanıkların kimlik tespiti, iddianamenin okunup bitirilmesi, delillerin tartışılması, sanıkların savunmaları, savcının esas hakkındaki mütalaası, sanıkların son savunmaları, mahkeme heyetinin kararı vermesi derken ne kadar süre geçeceğini sadece Allah bilir.

Şike davasındaki gibi hızlı bir yargılama ile bir yılda mı biter, yoksa uzayıp giden Ergenekon davalarındaki gibi yıllar mı sürer, bilemeyiz.

Ama dün bu dava ile ilgili olarak gazetelerdeki haberleri okurken şöyle düşündüm: Dava daha ilk duruşmasında bitti, yargıç kararını çoktan vermiş!

Yargıç daha ilk duruşmada, “sanıklara vermiş veriştirmiş”, gazetelerde böyle yazıyor. Bir sanığa ihaleye katılan şirket temsilcileriyle yemek yediği için kızmış. Bir diğer sanığa çocuğunun düğününü şirkete ödettiği için sinirlenmiş.

Bu davada delillerin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorum, iddianameyi okumadım.

Ama şunu biliyorum: Adil yargılanmak, suç ne olursa olsun, suçlu kim olursa olsun herkesin hakkıdır.

Yargıçların, hem iddia makamını hem de sanıkları dinleyip delilleri değerlendirdikten sonra konuşması gerekir. Böyle “peşin hüküm açıklar gibi” konuşmak kişisel düşünceme göre adil yargılanma hakkını zedeler.

Bu önemli bir dava, milyarlık ihale yolsuzluklarından söz ediliyor. Böyle davalar titizlikle görülmeli ki suç varsa örnek olacak şekilde cezalandırılsın, kararla ilgili peşin hüküm şüphesi yaşanmasın.

(Hürriyet)

Mehmet Y. YILMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 1709