Muhafazakarlık üzerine notlar

~ 13.07.2012, Merdan YANARDAĞ ~

Dünyada muhafazakârlık özü itibarıyla, Fransız devrimini yaratan, onun düşünsel arka planını oluşturan aydınlanma ve moderniteye karşı bir tepkidir. Toplumu radikal bir biçimde değiştirmenin, geri dönüşü imkansız etkiler yaratacağını ve yıkımlara yol açacağını ileri sürerek kendini kuran bir akımdır.

Kavramsal isimlendirmeden de anlaşılacağı üzere muhafazakârlık; “muhafaza etmek” yani “korumak” kökünden gelir. Bütünüyle eski düzen savunusu değildir. Radikal dönüşüme karşıdır. Eski düzenin kurumlarının yeni düzende de var olması gerektiğini ve bu kurumların zaman içinde kendiliğinden dönüşüme uğrayacağı görüşünü savunur. Son çözümlemede bir burjuva akım olan muhafazakârlık, tarihin akışına, toplumlara ve siyasal düzene devrimci müdahalelere karşı çıkar. Onun yerine evrimci bir değişimden yanadır.

Yaklaşık 200 yıldır siyasal yaşamın içinde olan muhafazakâr hareket, önemli bazı teorisyenleri olsa da kendi düşünsel çizgisini belli bir bütünlük içinde ortaya koyamamıştır. İdeolojik bir iç tutarlılığı yoktur. Kökleri antik çağa kadar uzatılmaya çalışılsa bile, gerçek anlamda temelleri 18. Yüzyıl sonlarında atılan muhafazakârlık, genelde kendisinin ideolojik bir akım olarak tanımlanmasına karşı çıkar.

Klasik muhafazakârlık, eski toplumsal kurumlara karşı yürütülen burjuva devrimci müdahaleler ile her türden politik radikalizm karşısında, aydınlanma ve modernleşmeye kuşkuyla bakan tutucu taşranın politik eğilimi olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla, muhafazakârlık aynı zamanda değişimin kaçınılmazlığı karşısında duyulan bir çaresizlik halidir.

Başka bir açıdan bakıldığında, değişimin kaçınılmazlığını görmek ve fakat onun hızına ve kapsamına itiraz etmektir. Bu anlamda muhafazakârlığı, devrimci ve radikal değişime ya da sadece değişime yönelttiği itiraz yoluyla değişimin kendisini denetim altına alma çabası olarak da tanımlamak mümkündür. Eğer değişim kaçınılmaz ise, muhafazakarlık bu değişimin kontrol altına alınmasından yanadır.

***

Muhafazakarlık Aydınlanma felsefesine ve akla karşıdır. Bu yanıyla muhafazakarlar hiçbir zaman tarihi ve toplumları değiştiremezler. Gerçek anlamda hiçbir değişime öncülük edemezler. Onlar ancak, geçici bir tarihsel kesit içinde bazen eski düzenin kurumları ve kültürünün restorasyonu gerçekleştirebilirler ki, bu da değişim ya da ilerle değildir.

Muhafazakarlar sadece değişim ve ilerlemenin arkasından giderler. Muhafazakarlık konusunda ülkemizde ender akademik çalışmalardan birini gerçekleştiren Bekir Berat Özipek, şunları yazıyor:

“Muhafazakırlığın ortaya çıkışı bakımından Fransız Devrimi ne ölçüde önemli bir siyasal kopuşu ifade ediyorsa, Aydınlanma da o ölçüde önemli bir felsefi kopuşu ifade etmektedir. (...)

“Muhafazakarlık açısından Aydınlanmayı bu denli önemli kılan ve Aydınlanmanın odağında yeralan temel değer ise, akıl, daha doğrusu Aydınlanma aklıdır. Muhafazakarlık, siyasal ideolojisinin felsefi omurgasını inşa ederken, topluma ve siyasete ilişkin temel tezlerini, işte bu Aydınlanma aklından farklı ve ona karşıt olan bir akıl anlayışına dayandırmıştır.” (Bekir Berat Özipek, Muhafazakarlık / Akıl Toplum Siyaset, Liberte Yayınları, Ocak 2004, Ankara, Syf. 15-16-17)

Özipek’in tutumu tipiktir; bu yaklaşım muhafazakar literatürün adeta bir klişesi haline gelmiştir. Burada sözü edilen ve karşı çıkılan “Aydınlanma aklı” gerçekte insanlığa ortaçağdan çıkışı sağlayan akıldır. Diğer bir ifadeyle özgür akıldır. Kutsal metinlerden bağımsızlaşan, teolojik literatür yerine bilimi temel alan, kendi kaderine ve insanlığın geleceğine yön veren akıldır bu. Modern çağı açan, gezegenin tarihindeki en görkemli insanlık eylemidir.

Muhafazakar yazıcıların Aydınlanmanın karşısına koydukları “akıl” ise, son çözümlemede teolojik literatürün, kutsal metinlerin içinde hareket eden, sınırlandırılmış ve dogmalar tarafından teslim alınmış bir akıldır. Dünyevi işlerde, insan hayatında, toplumsal ve siyasal olaylarda, aklı değil nakli (kutsal vahiy) esas alma tutumudur. İnsan ve toplum hayatını değiştiren her önemli bilimsel gelişme ve devrim karşısında direnme eğilimidir. Zaten, Özipek’in dilinde devrim de bir “terör” eyleminden başka birşey değildir. Bir muhafazakar hiçbir zaman devrimi anlayamayacaktır. Bu nedenle tarihte değişim ve ilerlemenin öncüleri de muhafazakårlar değil, devrimciler olmuştur.

***

Muhafazakar akım kendi içinde bütünlüğe sahip değildir. Dinciliğe yaklaşan tutucu kanatları olduğu gibi, liberalizme yaklaşan eğilimleri de vardır. Değişim ve toplumsal ilerlemenin kaçınılmazlığını gören bazı muhafazakar hareketler Aydınlanma aklına ve Fransız devrimine yönelttikleri eleştirileri sınırlama yolunu seçtiler. Çünkü Fransız devriminin ve aydınlanmanın felsefi temellerine yönelttikleri eleştiriler nedeniyle ağır yenilgiler almışlardı.

Bu nedenle muhafazakar akımı günümüze taşıyan ve daha gerçekçi olan bu temsilciler, esas olarak ampirik gerekçelerden hareket ettiler. Örneğin kendi tezlerini, Fransız devrimine bütünüyle itiraz etmek yerine, “olumsuzluk” diye değerlendirdikleri kimi sonuçlarından yola çıkarak savundular. Feslefi ve tarihselci bir tartışmaya girmekten çok, Fransız Devrimi’nin en saf ve ilkelerine en bağlı kanadını oluşturan Jakobenlere ve Jakoben tavra, yani devrimciliğe saldırdılar.

Türkiye’de de gerici tarihsel bloku oluşturan muhafazakarların, islamcıların ve liberallerin tutumu farklı değildir. Bu koalisyonu oluşturan güçler, Türk burjuva devrimine ve aydınlanma girişimine saldırırken, gerçekte devrim fikrine karşı savaşırlar. Bu kesimleri buluşturan ortak zemini, ‘yeni muhafazakarlık’ olarak tanımlamak mümkündür.

***

Liberalizm, muhafazakârlık ve marksizm olmak üzere 19. Yüzyıl’da üç “dünya-sistemik” ideolojinin geliştirildiğini söyleyen Immanuel Wallerstein, bu üç akımın hem modernitenin ürünü hem de modernizmle sınırlı olduğunu iddia ediyor. Bu yanıyla toptancı ve post-modern (bilim dışı da diyebiliriz) bir değerlendirme yapan Wallerstein, diğer taraftan yukarıda değinilen “değişimin denetlenmesi” olgusunu ise isabetle saptıyor:

“Değişimin normalliğinin bu yeni kabulünün, muhafazakâr bir eğilime sahip olanlar açısından acil ikilemleri gündeme getirdiği açıktır. Edmund Burke ve Joseph de Maistre bunu açıkça ve hemen gördüler. Mümkün olan en yavaş değişim temposunu sağlamak için entelektüel bir argüman oluşturmaya ihtiyaçları olduğunu farkettiler. Ancak daha önemlisi, bazı değişimlerin diğerlerine göre daha ciddi olduğunu kavradılar. Bu durumda önceliği, bütün aceleci reformcular ve devrimciler için bir fren işlevi görebilecek yapıların muhafaza edilmesine verdiler. “ (Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, Çev: Taylan Doğan, Avesta Yay. İstanbul 1999, Syf. 27-28)

Bu anlamda muhafazakârlık; her şeyden önce modern çağın bir duyuş ve düşünüş biçimi, aydınlanma sonrasının bir siyasal ve ideolojik akımı, daha çok da tavrıdır. Dolayısıyla onun kaynaklarını, modernleşmenin ilk evrelerinde ortaya çıkan ve Fransız Devrimi’ne karşı gelişen, bir önceki dönemin hakim fikir ve kurumlarından güç alan Restorasyon hareketinde görmek doğru bir yaklaşım olacaktır.

Muhafazakârlık, kapitalist modernleşme süreci karşısında, bu sürecin çözdüğü siyasal, toplumsal ve kültürel yapıların gösterdikleri tepkiye dayanır. Temel kaygısı ve talebi, bu kurumların toplumsal yaşamdaki yerlerinin ve etkilerinin sürdürülmesidir.

Muhafazakarlık bir akım ya da ideoloji olmaktan çok bir “tavır”dır. Ancak, bir tepki ve koruma/savunma hareketi olarak gelişen muhafazakarlığın durağan ve edilgen olduğunu sanmak yanlıştır. Bu kanı olgularla çelişmektedir. Amerikan yeni muhafazakarlığının, klasik muhafazakırlıkla karşılaştırıldığında daha dinamik, müdahaleci ve saldırgan olduğu açıktır. Fakat, klasik İngiliz muhafazakarlarının, “üzerinde güneş batmayan” küresel bir sömürgeler imparatorluğu kurduklarını da unutmamak gereklidir. Bu nedenle muhafazakarlık, siyasal düzeyde bir içe kapanma ve savunmada kalma hali değildir.

***

Muhafazakârlığı iki dönem halinde ele almakta yarar vardır. Çünkü, 18. Yüzyıl muhafazakârlığı ile 19 ve 20. yüzyılın muhafazakârlığı arasında önemli farklar bulunmaktadır. Birinci dönemin muhafazakârlığı esas olarak karşı devrimcidir ve görece kısa bir dönemi kapsar. Öze itibarıyla Fransız devrimi ve (başka toplumlarda gelişen) bütün burjuva devrimlerine karşı gerici ve gelenekçi bir tepkidir. Feodal bir karaktere sahip reaksiyoner bir harekettir. Kendisini, Restorasyon hareketiyle (krallığın, sultanlığın ya da monarşinin geri getirilmesi girişimi) politik ve toplumsal planda eylemli olarak dışa vurmuştur.

Bu yanıyla ‘ön’ ya da ‘erken’ muhafazakarlık da diyebileceğimiz sözkonusu hareket, yeni olanın mutlak reddine dayanır. Günümüze kadar gelen ikinci dönemin tavrına (muhafazakårlığına) ise deyim uygunsa “modern muhafazakârlık” diyebiliriz.

Restorasyon hamlesinin kısa dönemli ve geçici başarılarından –ki Fransa’da devrimci burjuva iktidarlar iki kez yıkılarak kısa süreli de olsa aristokrasi iktidarı ele geçirmiştir- sonra kralcıların yenilgiye uğramasıyla muhafazakârlığın karakterinde de bir dönüşüm yaşanmıştır. Dolayısıyla modern muhafazakârlık, gerek kavramsal düzeyde, gerekse siyasal ve felsefi planda salt eski olana özlem ve yeni olan her şeye reddiye yaklaşımıyla açıklanamaz.

Bu anlamda muhafazakârlık, “eski ve yerleşik olanın, geleneksel ve kutsalın modern koşullarda sürekliliğini sağlamaya çalışmanın” belirlediği siyasal ve kültürel akımın ve hareketin adıdır. Bu yanıyla ikinci dönem muhafazakarlığı, karşı devrimci, gerici ve Restorasyoncu birinci dönemin akımından ayrılır. Muhafazakarlığı günümüze taşıyan da bu dönüşüm ve farklılaşmadır.

Dolayısıyla, modern muhafazakarlığa, “rasyonelleşmiş gelenekçilik” ya da akılcı tutuculuk da denilebilir. Aydınlanmanın dönüştürdüğü ve modernizmin terbiye ettiği bir gelenekselciliktir bu. Deyim uygunsa, aydınlanmış bir tutuculuktur! Bu anlamda günümüzde modern muhafazakârlık, bütünüyle aydınlanmaya değil, onun radikalizmine ve ‘aşırılıklarına’ karşıdır.

Bu nedenle dincilik ve köktencilikten ayrılan modern muhafazakarlık, aydınlanma ve modernizmin tam olarak zıddı ve bütünsel bir inkarı değil, onun içinde tutucu ve geriye çekici rol oynayan sağcı bir akımdır. Bütünlüklü bir ideolojik yapısı olmadığı için bu ikili karakteri sorun da yaratmaz. Bu anlamda muhafazakârlık, zaman içinde devrimci ve/veya ilerici niteliğini kaybeden ve tutuculaşan burjuvazinin ideolojisi ya da siyasal tavırlarından biri haline gelmiştir.

Yeni muhafazakårlık ise yeni gericiliktir, bir tür ortaçağa geri dönüş ideolojisidir.

(SolHaber)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 2032