Yargının adaleti!

~ 06.07.2012, Rıfat OKÇABOL ~

AKP’nin ileri demokrasisi ilerledikçe, yargı süreciyle ilgili olarak Türkiye’de 2007’den bu yana yaşanan suçlama, gözaltına alma, soruşturma, tutuklama, yargılama ve ceza verme konularındaki uygulamalar şirazesinden çıkıyor. Giderek ve artan oranlarda insanların vicdanını sızlatıyor, çaresizliğe sürüklüyor, böylesi bir dünyaya kahrettiriyor. Bu duygu ve düşünceleri tetikleyen Ergenekon, Balyoz, Odatv, KCK, Zirve ve Şike gibi davalara hemen her gün bir yenisi ekleniyor.

Kimilerinin vicdan sızlaması, çaresizliği ve böylesi bir dünyaya kahretmesi, nedense, davadan davaya değişiyor. Kimi, sözgelimi Şike davasında çok duyarlı ve tepkili oluyor da, diğer davalardaki haksızlıkları ve eşitsizlikleri görmüyor, düşünmüyor ve hiç algılamıyor. Yargı bile, AKP muhalifleriyle yandaşlarına farklı davranıyor. Deniz Feneri davasında Alman mahkemesi tarafından açıkça suçlanan Türkiyeli ortaklar, Türkiye’de örgüt kurmuş sayılmıyorlar da, Şike davası sanıkları örgüt kurmuş sayılıp verilen cezalar katlanıyor! Deniz Feneri sanıklarına yıllarca dokunulmuyor. Onlara dokunup tutuklanmasını isteyen savcılar hakkında soruşturma açılıyor ve tutuklanmış olan sanıklar derhal serbest bırakılıyor. Yargı bir yanlışlık (!) yapıp MİT Müsteşarı’na dokunmaya kalkınca, bu kez de AKP grubu devreye giriyor, hemen ilgiliyi koruyucak bir yasa çıkarılıyor.

Yargı, muhaliflerle ilgili davalarda ise sanık olarak lanse edilenlerin çoğunu anında tutukluyor. Aylarca yargılamıyor. Yargılama başladığında ise sanıklara somut olarak neyle suçlandıklarını bir türlü açıklamadığı gibi savunma hakkını bile engelliyor. Muhalif sanıklara karşı adil davrananları da anında değiştirip bir yerlere sürüyor. Pek çok davayı yapay bir biçimde terörle ilişkilendirip verilecek cezaları birkaç misli artırıyor.

Yargı, özellikle muhalif öğrencilere dayanamıyor! Öğrencinin ne yaptığı farketmiyor; gözünü kırpmadan “Parasız eğitim” pankartı açana 14, bakanı protesto edene 10 ve bakana yumurta atana 6 yıl gibi cezalar veriyor. Öte yandan aynı yargı, tecavüz ve namus cinayeti gibi davalarda ise, “Töre” deyip, ceza indirimine gidiyor! Vicdanların paramparça olması, yargıyı etkilemiyor.

Bakıyorsunuz, kızdığı, hoşlanmadığı ya da kinlendiği kişiler sanık olduğunda AKP’li yetkililer hemen onlara, “Suçlu” yaftasını yapıştırıyor. Örneğin 28 Şubat davasından tutuklanan o zamanın YÖK başkanı için, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Gürüz’ün tutuklanması hakkın yerini bulmasıdır” (gazeteler, 29 Haziran 2012) diyebiliyor.

Her dava, AKP’nin muhaliflerine göz açtırmama kararlılığını artırıyor. Muhaliflere saldırmakta deneyim kazanan AKP, yurt içindeki muhaliflerle yetinmeyip yurtdışından da muhalif arıyor ve önce İsrail’i buluyor. Bir muhalif ülke AKP’nin hızını kesmeyince, ABD kendisine yardımcı oluyor. Hem de muhalif yaratmak için önce eski dostlara el atılıyor. Libya, Tunus ve Mısır’dan sonra bugün Suriye’nin muhalifliği öne çıkarılıyor. Ancak Suriye’nin bir Türk uçağını düşürmesi, günlerdir atıp tutan AKP’nin apışıp kalmasına yol açıyor.

Dışarıda gardı düşen AKP, içe dönüp muhaliflere yükleniyor.

AKP, geçen yıl peş peşe çıkardığı KHK’lerle eğitim ve bilim kurumlarını gerici ve piyasacı bir yapıya dönüştürmüş ve rekabetçi öğrenci yetiştirmeye soyunmuştu. 4+4+4 yasasıyla da, eğitim-öğretim süreçleriyle öğrencileri hedeflemişti. Şimdi de hedefini gerçekleştirmek için, tüm okulları imam hatipleştirmeye kalkışıyor.

Bu gelişmelere öncelikle karşı koyması gereken ana muhalefet partisi, Allah için iyi bir seyirci olduğunu gösteriyor. Okullar bir bir imam hatibe dönüştürülüyor, muhalefet partisi durumu seyretmeye devam ediyor; toplumu örgütleyecek ve harekete geçirecek bir şey yapmıyor.

KHK’lere ve 4+4+4 yasasına şöyle bir göz atanlar, bu dönüşümlerin genellikle emekçi çocuklarını vuracağını görüyor. Bu durumda, bu gelişmelere öncelikle karşı çıkması gereken işçi sendikaları da, kendilerine ana muhalefet partisini örnek alıp bu dönüşümler Suriye’de oluyormuşçasına, durumu seyretmekle yetiniyorlar.

Gidişat, kardeşlerimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın ve tüm toplumun, üç ay içinde mi, üç yıl içinde mi, en son 2023’te mi desem, imamlaşacağını ve dünyayı inanç üzerinden algılamaya başlayacağını gösteriyor. Tüm toplumun haksızlıklar, eşitsizlikler ve sömürüler karşısında sesini çıkarmayıp “kader”e sığınacağı belli oluyor. Rehavet içinde ve de büyük bir tevekkülle olan biteni izleyenlere karşın duruma karşı çıkanlar da var tabii. EMEP, İP, ÖDP ve TKP gibi sol kulvardaki siyasal partiler, Halkevleri ve Üniversite Konseyleri Derneği gibi bazı demokratik sivil kuruluşları ile bilimsel eğitimden yana olan Eğitim İş ve Eğitim Sen gibi sendikalarla Eğitim Sen’in üye olduğu KESK, eğitim ve bilimin piyasalaşmasına ve gericileşmesine karşı belirli bir mücadele veriyorlar.

KESK geçen Mart ayında 4+4+4 konusunda yaptığı kitlesel eylemi, Eylül ayı içinde daha da yaygınlaştırarak gerçekleştirmeyi planlıyor. Bu planın AKP’nin gardını düşüreceğini görenler hemen harekete geçiyor. Eğitim Sen ve KESK’in yöneticilerinin ve etkin üyelerinin bir bölümü, ipe sapa gelmez suçlamalarla göz altına alınıp ipe sapa gelmez sorularla tutuklanıyor. Sorgulayan hakimlerden biri, “4+4+4’e karşı çıkma emrini İmralı’dan mı, Kandil’den mi aldınız” diye sorabiliyor; sanığa, “Derdini mahkemede anlatırsın” diyebiliyor! Vicdan sahiplerinin vicdanı bir kez daha sızlıyor.

Şimdi bu sözde sanıklar da, diğer davalardaki sanıkların yaşadıklarını yaşayacak; ne de olsa iflah olmaz muhalif bunlar! Aylarca tutuklu kalacaklar, yargılama başladığında da aylarca neyle suçlandıklarını öğrenmeye çalışacaklar. Sonrası? Allah Kerim, kim öle kim kala!

Esas amaç tabii ki, 4+4+4 muhalefetinin en dinamik ve örgütlü kesimlerinden birini yıpratıp Eylül eyleminin önünü kesmek.

Eğitim Sen, KESK ve diğer duyarlı demokratik kitle örgütleri pes mi edecek? Hep birlikte göreceğiz.

(SolHaber)

Rıfat OKÇABOL | Tüm Yazıları
Hits: 1276