İktidarı eleştirmek ya da .

~ 05.07.2012, Ali Rıza AYDIN ~

Başta yasama süreci, yasa değişiklikleri ve yargılama olmak üzere hukukun altüst oluşu ve keyfine göre yönetim tarzının “hukuk örtüsü” altına gizlenmesi, siyasal iktidarın hukuku bir maske gibi kullanarak istediğini kurallaştırması ve yaşama geçirmesi, farklı bakışın, farklı tartışma ve değerlendirmelerin yaygınlaşmasının da yolunu açmaya başladı. Yanlışları ve sapmaları ortaya çıkararak siyasal iktidarı eleştirip, evrensel hukuk ilkelerinin sınırları içine çağırmak ya da “bu iktidar egemen yönetim tarzının gereklerini yerine getiriyor, hukuku baskı aracı olarak kullanıyor, onları sınırlar içine çekmek olanaksız, savaşımın şeklini değiştirmek gerekir” demek arasında gidilip geliniyor. Bu uçlar arasında, niceliksel fazlalığa sahip ilk gruba yöneltilen soru-eleştirilerin başında ise, “evrensel hukuk ilkeleri” derken hangi yapının esas alındığı…

En yeni örneklerden biri, özel yetkili mahkemelerin kaldırılıp kaldırılmadığı, devlet güvenlik mahkemelerinden özel yetkili mahkemelere geçiş gibi, özel yetkili mahkemelerden de özel terör mahkemelerine geçildiği tartışmaları…

Yeni anayasa tartışmaları da, “yeni anayasanın koşulları yoktur”, “bu –kurulu- meclis yeni anayasa yapamaz” ile “yaptıklarına bakılırsa yapar” arasında gidip geliyor. Kimi davalar hızla sonuçlanırken, kimileri yıllarca sürüyor. Masumiyet karinesi, kimileri için var; kimileri için yok. Tutukluluk, hükümlülüğe dönüştürüldü.

Tıpkı, uzlaşmayı “kendi önerilerine uyma” dışında tanımlamayan “tescilli” bir iktidarla yeni anayasa komisyonunda yer alma gerekçelerini ısrarla anlatan muhalefet partileri gibi, herkes yaptığına ya da yapamadıklarına bir gerekçe bulmakta zorlanmıyor. Eylem yerine, ikna etme çabası ağır basıyor. Maçın sonunda hep siyasal iktidarın dediğinin olması göz ardı ediliyor ki, bu durum tartışmanın oturduğu zemin yönünden önemli…

Tartışmalar dillerde ve kağıtlarda süredursun, iktidar atını sürmeye, su başlarını tutmaya devam ediyor. Özelleştirmeyle ilgili yargı kararlarına karşı, Bakanlar Kurulunun yetkili kılınmasıyla ilgili yasa kuralında olduğu gibi, uygulama sürüyor. Tartışmalara, demokratik hukuk devletine çağrılara karşı, iktidarın kulakları kapalı; ama yanıt verilmekte de geri kalınmıyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in söylediği gibi, “Danıştay’ın yerindelik kararlarından dolayı bu milletin zararı 600 milyar dolar olmuştur. Anayasa değişikliğiyle millet kendi kaderine el koydu ve ‘yerindelik kararı veremezsiniz’ dedi. Özelleştirme yapıyorsunuz, ‘bu kamu yararına mı’ diyorlar. Kamu yararına olup olmadığını milletin iradesiyle oluşturulmuş hükümet ve uzmanlar bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?” deniliyor.

Aradaki fark şu, bir taraf eleştiriyor, hukuka çağırıyor; diğer taraf hem yanıt veriyor hem uyguluyor. Eleştirmek, tüm yanlışları, haksızlıkları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ortaya çıkarmak ve gözler önüne sermek doğaldır ki savaşımın önemli alanlarından biri. Ancak sonuç, kazanımsız… Her akşam milyonlarca insan eleştiriyor, yakınıyor; sabah olunca, kurulu düzen içinde aynen yaşamaya devam: bireysel başkaldırı rüyasından toplumsal masumiyete… İşte temel sorun burada başlıyor. Eleştirmek ve gerçekleri gözler önüne sermek, egemen yönetim tarzını, gerici yaşam tarzı girişimlerini, sermayenin sınırsız baskısını, keyfiliği ve vahşiliği ne kadar frenliyor ya da geriletiyor? Toplumun geniş kesiminin ve emekçilerin sömürüsü ne kadar bastırılıyor? Ne kadar mevzi kaybettirilip ne kadar kazanılıyor?

Birçok yasa gibi, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu üzerinde yapılan eleştiriler de görmezlikten gelindi, dikkate alınmadı. Bugüne kadar, iş sağlığı ve güvencesinin hukukla sağlanacağı yanılsamasına düşenler, iş sağlığı ve güvencesinde sorunları yasal düzenleme olmamasına bağlayanlar, esnek ve güvencesiz istihdam politikalarının, taşeronlaşmanın, örgütsüzleştirmenin, özelleştirmenin ve sömürünün yarattığı temel sorun ve adaletsizliklerle savaşımda sessiz ve etkisiz kalınca, yasanın gecikerek de olsa çıkma sevinciyle yetinerek avunuyorlar.

AKP dönemi göstermiştir ki, kendilerini eleştirmek ya da hukuka çağırmak yetmemekte; tam tersine, bu yolla, eleştiri bolluğu içinde “demokrasi” görüntüsüne katkıda bulunularak, AKP’nin demokrasi yanılsaması için rol üstlenilmektedir.

Sermayenin sınırsız birikim ve büyüme hırsı sürerken; hukukla sürekli oynayanın, hukuku istediği gibi kullananın, kural koyucuya istediğini yaptıranın, toplumu istediği kılıfa sokanın iç ve dış sermaye işbirliği olduğu görülmeden, yine aynı kural koyucuların usulleriyle sınırlı olarak yapılan muhalefetin, artık “işe yaramadığı/yaramayacağı” açık seçik ortadadır.

Çözüm, tartışmanın ve asıl olarak da eylemin şeklini yeniden sorgulamakta, “ne yapmalı?” sorusunun yanıtını yeniden aramaktadır. Çözüm, soyut bağımsızlık, eşitlik, özgürlük, adalet söylemlerinden sıyrılıp, “bağımsızlaştırma”, “eşitleştirme”, “özgürleştirme”, “adaleti yaşama geçirme” eylemlerine girişmekte, bunları engelleyenlere el atmaktadır.

Adalet için hukukçuların da (http://adaletvesosyalizm.org/) belirttiği gibi (hoş geldiler, iyi ki geldiler; hukuk ve adaleti gerçek zeminde tartışmanın ve görmenin yolunu açtılar; kesinlikle izlenmeli, okunmalı, katılmalı, katkıda bulunulmalı diyoruz);

“Artık gündelik hale gelen ‘hukuksuzluklar’, yeni dönemde yaşananların yeni bir hukuk yarattığı yönündeki söylemi dahi olanaksızlaştırmaktadır. Kuralsızlıkların ve keyfi uygulamaların hukukmuş gibi sunulduğu bir ortamda haktan ve hukuktan söz edilemez.

Hukukun olmadığı bir ortamda, siyasi iktidarın talimatıyla iş gören mekanizmaları ve onların meşruiyetini hukuk-hukuksuzluk zemininde sorgulamaya çalışmanın bir anlamı kalmamıştır. Karşı karşıya olduğumuz süreç, ‘hukuka aykırılıkların yaşandığı’ bir süreç değildir. Bir bütün olarak, sınıf mücadelelerinde tarihsel kazanımlar olarak ortaya çıkmış hakların imha edildiği, insanlığımızın teslim alınmaya çalışıldığı, engizisyon, Nazi Almanyası’nın Özel Mahkemeleri, McCarthy soruşturmaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri gibi insanlığın en karanlık dönemlerine benzer bu süreçte, hukuka aykırılıklardan değil ancak hukukun yokluğundan bahsedilebilir.

Yasaların uygulanmadığı, yok sayıldığı ve gerekli görüldüğünde bir gecede kararnameler marifeti ile değiştirildiği bir ülkede, hukukçuların, kazanılmış hakların korunmasının ötesinde yeni taleplerin ileri sürülmesine odaklanması gerekir.

Bu süreçte, hukukçulara tarihsel bir görev düşmektedir.

Bu yeni talepler adalet için verilecek zorlu mücadelelere denk düşecektir. Özel yasaların, özel yargılamaların ortasında kuralsızlığın kural haline getirilmesine karşı bireyin ve toplumun adalet talebi hukuk alanındaki biricik meşruiyet kaynağıdır.

Ülkemizde toplumsal adalet duygusunun yok edilmesi, hukuksuzluğa geçişin temelini oluşturmuştur. Bu bağlamda, yargı alanında yaşananların sınıfsal temelleri görmezden gelinmemeli, hukuk teknisist yaklaşımlarla ele alınmamalı, sınıf mücadelesinin çok önemli bir konusu olarak görülmelidir.”

(SolHaber)

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1734